Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti’nde okurun ruhunu kuşanıp vasata uygun terbiye edilmiş değil, temiz ve müdanasız bir dil kullanıyor Ferat Emen. İrkiltmekten, yüzleştirmekten, utandırmaktan, sövüp saymaktan korkmuyor
10 Şubat 2015 13:00
“Şimdi size esasen ormandan ayrı olmadığımızı, evelallah ormanın uzantıları olduğumuzu, ormanın da bizim gibi canlı olduğunu, yürüdüğünü, susadığını, ha bir de küfrettiğini anlatamayız. Uzantısıyız, parçası değil. Mesele uzamak. Genişlemek, gökyüzü misali şişmek. Siz bilmezsiniz, Kızılderililer bilir.”
“İnsan kötülüğüne her yönüyle nüfuz ederek, serin ama irkiltici bir samimiyetle bakabilen bir yazarın artık asıl meselesi insanla değil, Tanrı’yladır,” demiştim kitabın arka kapağını yazarken.
Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti, Ferat Emen’in ikinci öykü kitabı. İlki, Hüsniye Hanımın Ağzı.
İki kitabı için de yazılanlara göz gezdirirken hemen hepsinde birbirine yakın tanımlamalara rastladım: “Sarsıcı, irkiltici, yıpratıcı, huzursuz edici.”
Elbette bu söylenenler Emen’in öykülerinden uzakta bir yerde durmuyor, ancak, içerdikleri yan anlamlar üzerine düşünmemiz gerekecek; çünkü yeterli değiller.
Jean Paul Sartre kötülük için, “Kötülük yapmanın tam anlamı şudur: Kasten, hâlâ iyilik olarak kabul edilenin tam tersini yapmak” der. Oysa Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti’nde, kötülüğün en sivri edebi haliyle karşılaşırken, bunları yazabilmenin aynı zamanda sıradanlığın içinde gizlenmiş kötülüğü ve absürtlüğü tanıyabilmek, onu oradan sıyırma yetisine haiz yüksek bir iyiliğe sahip olabilmek anlamına geldiğini ve her zaman “kasten” yapılmayabileceğini fark ettiğinizde de irkiliyorsunuz.
Ferat Emen’le yapılan bir röportajda söylediklerine bakalım:
“İtiraf etmeliyim ki, ne trajedinin ne de dramın tam olarak ne manaya geldiğini biliyorum. Haneke’nin ve Asghar Farhadi’nin filmlerini izlemek de bana aynısını yapıyor. Bir şekilde bütün silahlarımı yere bırakmak zorunda kalıyorum. Takatsizleşiyorum. Var olmak böyle, zaten yıpranıyoruz hiç olmazsa gerçek bir sanat eseri sebep olsun bu yıpranmaya. Öykülerim, sonu itibariyle de olsa, sizde bir nevi eskimeye, yıpranmaya yol açmış ise kendimi bahtiyar sayarım. Türk Edebiyatında yarattığım fark bu olsun, kendimi ve okuyucuyu mazeretsiz bırakmak… İlginç olacağım diye soytarılaşmaktansa, klişe kullanarak aşınmayı tercih ederim, yetimlik ve intihar romantizmine meyletmem ve köyün delilerine güzelleme yapmam.”
Evet, güzelleme yapmıyor, sentetik melodrama geçit vermiyor, sertlikten ödün yok. Okurun ruhunu kuşanıp vasata uygun terbiye edilmiş değil, temiz ve müdanasız bir dil kullanıyor Ferat Emen. Tanrı’yla hesaplaşmaya vardırdığı hakiki bir dil.
Emen’in öykülerinde yer alan bazı karakterlerin biçimlenmesinde payı olan coğrafyanın, tüm öyküler üzerinde etkili olduğunu söylemek zor. Yaşananların gerçek olup olmadığı ise bana göre edebiyatın konusu değil. İster yaşanılan coğrafyadan, ister yazarın içgörüsünden nasibini almış olsun, önemli olan metnin kurgusal yapısında sezilen zekâ ve yazarın okunulanı okura içselleştirebilme becerisi.
Kitapta on dokuz öykü yer alıyor. Kimi öykülerin girişinde de ayrı birer kısa öykü:
Bu sayfa özürlülere mahsustur:
Belki bazı konularda senden daha hassasım. Bilmiyorum. Bacaklarımdan bahsedilmesi utandırıyor beni sözgelimi.
“Trafik kazası mı,” diye sormaları.
“Hayır, üzerime duvar düştü,” demek zoruma gidiyor.
Dizlerinin alt tarafı olmasaydı ne düşünürdün, hiç aklına geldi mi? Kompleksli birisi misindir? İnsanları ürkütmemek, rahatsız etmemek için belki gereğinden fazla tedirginim. Bazen de hırçın oluyorum. Protezlerim derimi tahriş ediyor, o zamanlar agresif oluyorum, hepsi o. Protezlerimi kendi ellerimle yaptım. İşçiliğin dört dörtlük olduğunu söyleyemem.
Ben de senin gibi uzaktan bakınca, geminin sırasıyla dumanını, bacasını ve kendisini görüyorum. Kaplumbağaları hiç sevmiyorum. Deniz kaplumbağalarını da. Anne babaların evlatlarına doğa sevgisini aşılama gayreti sinirime dokunuyor da ondan.
Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti’nde, toplumdaki ikiyüzlülük, erdem duygusu, dini inanç sapmalarının yol açtığı kör şiddet ve tabular her zaman kötülüğün doğrudan bir ifadesi olarak ele alınmıyor, bu edimlerin -davranış biçimlerinin- bir başına bir sonuna eş zamanlı bakmaya zorluyor bizi yazar. Ve kefareti, karakterleriyle bizim aramızda eşit pay ediyor:
Üniversitedeki tek oşinografı tanıyanlar size söyleyeyim, kızları iş üstündeyken tokatlama âdeti var ahbabınızın. Tokatlıyor, sonra da sizi okyanus memelilerinin kurtarılması için Japon balıkçılarla savaşa davet ediyor. Duyarlı değilsiniz diye kahroluyor. Adının önünde akademik titri var. Arabası hibrit, ayrıca dingil uzunluğu minimumda tutulmuş. Dairesi güneye bakıyor, sabahları işe gelirken küresel ısınma haberleri yapan radyoyu dinliyor. Bütün musluklarında tasarruflu batarya başlıkları var. Bu yardımcı doçent suya dayanıklı saatiyle giriyor duşa, öldürsen dört dakikadan fazla kalmıyor, o da soğuk suyun altında.
Kitaba adını veren “Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti” öykülerin arasında en sertlerinden biri. Şehvetin, kör şiddeti kırbaçladığı yakıcılıkta bir öykü bu: Bir yer var, üzerinde “Üç Kardeşler Taahhüt” tabelası asılı. Bu yerin güneş görmeyen bir odası, odada cıvataları yağlanmış bir karyolası, karyolasında çift kişilik bir döşeği, döşeğin üzerine yatırıp durdukları bir de Perihan var. “Bilmeyenler için söyleyeyim,” Perihan on üç yaşında ve “Perihan o kadar çekici ki, onu gören her avcı ânında kanın kokusunu” alıyor.
Günümüzde okuru tedirgin etmemek için sanatın hemen her alanında taviz veriliyor; Edebiyatta konular, okurun sıkılmaması, zorlanmaması gözetilerek sakınımlı yazılıyor, ölçü kayıverirse kazara eğer, bu bölümler editörler tarafından itinayla siliniyor, eğlenceli kitaplar, gülen yüzler, mutlu sonlar istiyor okur. Burada bir aldatmaca var, gönüllü aldanmaya teşne olduğumuz bir aldatmaca. Genel geçer duygular, akılda kalıcı hızlı tüketilen anekdotlar istiyor okurlar.
Gelgelelim Ferat Emen’in bunlarla bir derdi yok; o, irkiltmekten, yüzleştirmekten, utandırmaktan, sövüp saymaktan en önemlisi de edebiyattan taviz vermeyen bir yazar.
Kötülük / şiddet dediğimiz ise, boyun eğmek ile ihlal etmek arasındaki kısacık bir mesafe; saldırgan ve kararlı, az ötemizde kostüm değiştire değiştire dönerek sızabileceği ince bir çatlak arıyor. Elimizden tek gelense onu gözümüzden kaçırmamak. Su, sandığımızdan derin ve bastığımız zemin kaygan.
Terry Eagleton’a göre, bir metnin edebi değer taşıyıp taşımadığına karar vermek için birden fazla eleştirmen ve okura ihtiyaç var. Jhon Searle ise, eserin edebiyat olup olmadığına okur karar verir, diyor. O halde yazıyı şöyle bitirebilirim: Ben, Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti hakkında ikna olmuş bir okurum.
Bu size suç gibi görünüyor mu? Bir ‘infantın’ ırzına geçmek.
Hadi sorun Rabbimize, Perihan'ı bu kadar hoş yarattığı için suç onda mı yoksa bu derece alçalabildiğiniz için sizde mi.
Hey, bu şehir medeniyetini yaratanlar, Perihan'la alâkadar olanlar, hepinizin sülalesini köpek siksin.