Yeni bir derginin başlangıcı ne anlama geliyor? Ardında nasıl heyecanlar ve kaçınılmaz olarak zorluklar barındırıyor? Kitap-lık, Notos ve Şerhh dergilerine sorduk...
"Bir dergidir benim yaşamım, bu yüzden ben ölmem batarım" der Cemal Süreya. Türkiye dergicilik tarihi başlangıç ve çoğu zaman da kaçınılmaz olarak bitiş hikâyeleriyle doludur. Ama biz bu dosyamızda başlangıçlara bakmaktan yanayız. Kitap-lık dergisinin hikâyesini 2000 yılından beri derginin editörlüğünü yapan Murat Yalçın'dan dinledik. Notos derginin serüvenini derginin kurucusu Semih Gümüş anlattı. Bu iki köklü edebiyat dergisinin yanı sıra, yayın hayatına 2015 yılında başlayan Şerhh dergisinin hikâyesini ise bizim için derginin yazı kurulu, Eren Barış, Emre Koyuncu ve Alper Göbel anlattı.
Eylül 1993’te Yapı Kredi Yayınları’nın Ücretsiz Tanıtım Dergisi’nin çıkmasıyla başladı hikâye. Yayın sektörünün bugünlere hazırlandığı bir dönemdi. Kısa ömürlü girişimleri, bazı gazetelerin bölük pörçük kitap tanıtma sütunlarını saymazsak, yük Cumhuriyet Kitap’ın omuzlarındaydı. Hızla büyüyüp gelişen yayınevinin kitaplarının, yazarlarının tanıtımını yapma ihtiyacıyla kitap-lık fikri doğdu.
Elbette sade bir tanıtım bülteni olamazdı bu. Yayınevi çizgisini, kimliğini oluşturan kadronun yaratıcı atılımlar yapma kapasitesi, iştahı vardı. Nitekim, 1974’ten beri çıkan Sanat Dünyamız yenilenmiş, kitap-lık, cogito dergilerinin temelleri atılmış, 2000’li yıllarda 4. Kat bülteni ile akşam-lık adlı bir kitap eki çıkarılmış, daima yeni tasarıların izi sürülmüştür.
Sanat Dünyamız, kitap-lık ve cogito dergileri, esasen YKY’nin üç ana yayın kolunu (dizilerini) temsil ederler. Dergiler kolların sancakları, editörleriyse alemdarlarıdır.
1993 yazında Sivas felaketinin sarsıntıları içinde Selahattin Özpalabıyıklar ve Cenk Koyuncu ile beraber Seha L. Meray’ın Lozan Barış Konferansı çevirisinin “tashih mukabelesi”ni yapıyorduk. Düzelti okuması için önüme konan provalardan biri de kitap-lık’tı. İlk döneminde, yayınevinin kitabevi müşterilerine bedava dağıtılan, ikiye katlanarak çantada gezdirilen, muzip köşeleri bulunan, dinamik, sevimli bir dergiydi.
1994-96 yıllarında kapaksız, zımbalı, yufka gibi yumuşacık sayfaları kabardıkça kabardı. Yalnız kitap dünyasını değil, dünya yayıncılığındaki gelişmeleri de kavrayan bakış açısıyla yayınevi bülteni görüntüsünden hızla uzaklaştı; Pierre Bourdieu’nün yönetimindeki Uluslararası Kitap Dergisi Liber’in eklenmesiyle evrensel bir ciddiyete büründü. 1995’ten itibaren, bugünün parasıyla 20 TL’ye satılan "İki Aylık Kitap Kültür Dergisi" oldu. Kitap tanıtma, eleştiri, deneme, inceleme, değini yazılarıyla, söyleşilerle, şiirlerle, yazar tezgâhlarından tadımlıklarla, Vesika-lık dosyalarıyla kültür evreninde hatırı sayılır bir yer edindi.
1996-97 yayınevinin anonim şirket şemasıyla kurumsallaşmayı hızlandırdığı yıllardı. Bu süreçte kitap-lık yepyeni bir tasarımla dört başı mamur, kapsamlı, derinlikli, zengin dosyalarıyla dikkatleri çeken "Üç Aylık Edebiyat Dergisi" oldu. Derginin adına sebep kitap tanıtma işi Babil Kulesi bölümünde sürdü. Bir edebiyat dergisi kimliği kazandığı 1997’den bu yana dergi çıkış amacından büsbütün uzaklaşmadığını Babil Kulesi sayfalarında gösteriyor. Dolayısıyla, bu yazıya başlık olan cümleyi, “kitap-lık sadece bir kitap dergisi değildir” biçiminde düzeltmek yerinde olur.
Kronolojiyi hızla tamamlarsak, 2000 yılında "İki Aylık Edebiyat Dergisi", 2003 yılında içeriği ve tasarımı yenilenerek "Aylık Edebiyat Dergisi" oldu. 2005’e dek okurlara A’dan Z’ye ekleri hediye edildi, tirajı artırılarak gazete dağıtımına verildi; bazı sayıları on binden fazla sattı. Yaklaşık on yıl süren aylık dönemde YKY Şiir Yıllığı armağanlarıyla 2000’li yılların şiir ortamını etkiledi. 2012 yılına gelindiğinde bir kez daha İki Aylık Edebiyat Dergisi oldu. Son beş yıldır derginin süresinde, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılmadı; üç yıl önce tasarımı yenilendi, kâğıdı değişti ve renkli baskıya geçildi.
Bana gelince, 2000 Ekimi’nde meydana gelen YKY kadrolarındaki geniş çaplı değişiklik sürecinde derginin editörlüğüne atandım. 44. sayıdaki (Kasım-Aralık 2000) Jules Verne dosyasıyla üstlendiğim görevi –ister Denizler Altında 20000 Fersah deyin, ister Aya Yolculuk, ister Dünyanın Merkezine Yolculuk– halen sürdürüyorum. Şu günlerde, ilk sayıdan beri değişmeyen grafikçimiz Arzu Yaraş ile 195. sayının hazırlıklarındayız. Dosya konumuza gelince, şaka gibi: Alice Harikalar Diyarında.
kitap-lık dergisi, 5000. yayınının heyecanını yaşayan YKY’nin otuz yıla yaklaşan tarihinden bağımsız düşünülemez. Çeyrek asırdır yaşanan sosyal, kültürel, ekonomik zikzaklar düşünülürse kitap-lık, arkasındaki güçlü yayınevi sayesinde hiçbir zaman ticarî hesaplar yapmadı. Yani daha fazla tiraj, daha çok ilan pahasına popülist frekanslara uymadı. İyi edebiyatın sadık okuruna döndü yüzünü, kalıcı içerikleriyle bir referans yayın olmaya çalıştı. Yayın dünyasındaki güncel köpüklenmelere, bulanmalara kapılmadan, üstelik yazınsal mirasa da sırt çevirmeden yenilikçi damarları, öznel çıkışları yakalama çabasında oldu. Ismarlama, güdümlü, bağımlı gündemleri de kovalamadı; seçtiği şiirlerin, öykülerin kültürel/ siyasal havasıyla yetindi.
kitap-lık evrim geçirirken edebiyat dergiciliği de yeni karakterlere büründü. Yeni kuşakların, yeni okurların, yeni yazarların dergisi olabilmek bir anlamda yeni yazınsal yönelimlere de açık olmayı gerektiriyor. Yirmi yıldır, “iyi edebiyatın izinde” diyorsak ölçütümüz yazınsal nitelikler, güvencemiz kendisini bütünüyle yazmaya adamış değerli yazarlarımızdır.
Derginin uzun yıllar işleyen geniş yayın kurulları edebiyat okulu olmuştur. Alınganlıklara, içerlemelere yol açan sıkı edebî tartışmalar, atışmalar, çatışmalar yaşanmıştır. Yeni sayıların dosyaları, içerikleri belirlenirken, yer verilecek yazarlar değerlendirilirken bazen herkesin üzerine bir yılgınlık, bir bıkkınlık çökmüş, “bu dergiyi kapatıp yeni bir dergi çıkaralım” fitili ateşlenmiştir. Yayın kurullarındaki arkadaşlar, bir hevesle, zaman zaman yeni dergi hayalleri kurmuşlarsa da her seferinde kitap-lık’la yola devam edilmiştir.
Geçmişte çeviriye daha açık bir dergiydi kitap-lık. Giderek tamamen telif ürünlere yöneldi. Kuşkusuz bunda dijital mecraların sağladığı erişim olanakları sayesinde özellikle yabancı yazın takipçilerinin dergilerde çeviri okumaya uzak durmalarının; yanı sıra çevrilecek metin ve çeviri teliflerinin dergi bütçesini zorlamasının; ama daha da önemlisi, çevirmen sıkıntısının payı var.
Uzun süre çıkan dergilerin kaderidir: Sürekli eski sayılarıyla kıyaslanır, hayranlıklarını belirli dönemlerle sınırlamış okurların eleştirilerine maruz kalırlar. Eski okurlar genellikle yeni sayıları beğenmekte zorlanır, eski beğenilerine sarılırlar. Oysa dergiler günün koşullarına, yazınsal verimlerine sımsıkı bağlıdırlar.
İnternetin hayatımızı dalga dalga ele geçirmesiyle birlikte dergiciliği yeniden sorgulama sürecine girildi. Sayfalara can katan, okurda tiryakilik yaratan renkli köşeler yavaş yavaş solmaya, silinmeye başladı. Bir tür gazetecilikle kotarılan başlıkların değeri düştü, bir cazibesi kalmadı. Süreli yayınlar için İnternet büyük milat oldu: İÖ kısaltmasını artık İnternetten Önce anlamında okuyorum.
Bugünkü manzaraya baktığımızda, nitelikleri ne olursa olsun, dergilerin çeşitlenmesi her şeyden önce bir zenginliktir. Yelpaze genişledikçe aradaki kültürel farklar, estetik nüanslar, ideolojik tonlar netleşecek, nihayetinde çizgiler belirginleşecektir.
Bir edebiyat dergisi bugünün koşullarında öykünün, şiirin, eleştirinin, denemenin düzeyli verimlerini taşıyorsa; sayfalarını nitelikli yazarlara açıyorsa; zengin içeriğini doğru bir tasarımla bütünleştirebilmişse, en önemlisi gelişmiş edebiyat okuruna hedeflenmişse güzel bir yol tutmuş demektir.
Seneye, 25 yılda 200 sayıyı geride bırakmış bir dergi olacak kitap-lık. Biz de şimdiden ne yapmalı diye düşünmeye başladık.
Notos’u yayımlama düşüncesinin iki nedeni vardı: İlki, ben kendimi hep bir dergici olarak gördüm, dergi yayıncılığını seviyorum ve sevdiğim işi yapmak istedim. İkincisi –belki ilkinden daha önemlisi– tam o sırada işsiz kalmıştım ve başka yayınevlerinde çalışma fikrinin karşılığı da pek anlamlı olmadığı için, kendim bir yayınevi kurmayı düşündüm. Notos Kitap böyle kuruldu. İlk yayınımız da Notos oldu. Aralık 2006’da. Tam on bir yıl geçmiş. Kitaplarımızı bundan altı ay sonra yayımlamaya başladık.
Dergimizin adı başlangıçta NotosÖykü idi. Yalnızca bir öykü dergisi değil ama ağırlıklı olarak bir öykü dergisi çıkaracaktık. Niçin? Bir öykü dergisinin ulaşılabilir bir hedef kitlesi olduğunu bildiğim için. Bu öngörümüz karşılığını hemen buldu. Daha ilk sayıdan başlayarak, Notos’un belli bir düzeyde okuru oldu. Ulaşılması zor bazı şehirlerden, bizim çıkaracağımız dergiye olumlu önyargılarla yaklaşacak birkaç arkadaşımızın desteğini de almıştık. Başlangıçtaki satışı onu ayakta tutmaya yetebilirdi. Bir süre sonra yetmeyeceğini gördüm ama bu arada Notos’un satışları da artıyordu. Dolayısıyla satış düzeyinde bir denge oluşmaya başladı, sonra da birkaç yıl o düzeyde tutunduk.
Neredeyse kırk yıldır dergi yayıncılığı yapıyorum. Şunu biliyorum: Bir derginin satışı belli bir düzeyde korunabiliyorsa, daha iyisini yaparak onun satışını artırmak mümkündür. Satışı aşağı doğru yönelen bir dergiyi kurtarmaksa hemen her zaman olanaksız. Notos’un ilk yıllardaki durumu, bana hep daha yukarı çıkabileceğini gösteriyordu. Uzun süre önemli bir artış olmadan sürdü. İki buçuk yıl sonra birden yukarı doğru bir sıçrama yaptı. Bu arada derginin logosundaki “Öykü” sözcüğünü çıkarıp Notos’un bir edebiyat kültürü dergisi olduğunu açıklamıştık. Ağırlıkla bir öykü dergisi olmak, artık sınırlayıcı olmaya başlamıştı. Doğru karar vermiştik. Bunun da olumlu bir etkisi oldu. Sonraki yıllarda iki önemli sıçrama daha yaptı Notos ve bugünkü düzeyine ulaştı.
Aradan on yıl geçti. Notos 11. yılında, çizgisini kararlılıkla sürdürüyor. Bugün nitelikli edebiyat dergileri arasında en yaygın dağıtılıp en çok satılan dergi oldu.
Edebiyat dergilerinin çok geçmeden girdiği kısır döngüyü biz de göz önünde tuttuk elbette. Çözülmesi gereken devasa sorunlar, aşılması gereken büyük engeller vardı. En önemli sorun her zaman dağıtım. Ülke genelinde dağıtabilmek için iki büyük dağıtım şirketine yüksek bedeller ödenmesi gerekiyor. Bunun için de sahip olduğunuz okur kitlesini sürekli tutmak gerekiyor. Yoksa dergi birden zor duruma düşmeye başlar. Zor işler bunlar. Ama ben dergicilik hayatımda bunlardan hiç şikâyet etmedim. Notos bağımısız, sivil bir dergi. Yok sermayeyle yayımlanmaya başladı. Sonunda dışarıda hiç kimse bizden bir edebiyat dergisi yayımlamamızı beklemiyor. Biz istiyoruz ve çıkarıyoruz dergiyi. O zaman şikâyet etmeye hakkımız da olmamalı. Ne yapılması gerekiyorsa onları yapmalıydık. Yapmaya çalıştık. Bu konuda her zaman inatçı oldum.
Pek çok edebiyat dergisinin yanlışı, derginin içeriğini dergiye kendiliğinden gelen ürünlerle oluşturmaktır. Bu da zamanla her sayının birbirine benzemesine yol açar. O zaman okur ilgisi azalmaya başlar. Her sayısı birbirine benzeyen, aradığı sürprizleri, yenilikleri bulamayan okur o dergiyi niçin sürekli alsın. Adım adım uzaklaşmaya başlar. Asıl sorun burada. Bunu bildiğimiz için Notos her zaman çok çalışkanlıkla yayımlandı. On bir yıl boyunca heyecanımızı kaybetmedik. Hep daha iyisini yapmaya, yenilik arayışları içinde olmaya çalıştık.
Notos’un her sayısının dörtte üçünü o sayı için özel olarak hazırlıyoruz. Dolayısıyla iyi tasarlanmış sayılar yapmaya çalışıyoruz. İstiyoruz ki, Notos’un her sayısı merak edilsin, gelecek yıllarda da aransın, kaynak olarak kullanılacak nitelikte olsun. Bu arada okurun Notos’u bir para ödeyerek aldığını unutmuyoruz. İçeriğini taze yapmaya çalışırken biçimine, tasarımına da önem veriyoruz. Her ayrıntı üstünde titizlikle duruyoruz. Kısacası Notos’un sırları bunlar.
Biliniyor son yıllarda bir “popüler edebiyat dergisi” furyası var. Art arda yayımlanan bu tür piyasa dergilerinin bazıları yüksek satış sayılarına ulaşabiliyor. Düpedüz olumsuz bir durum. Edebiyatı piyasaya indiren, niteliksiz olanı yaygınlaştıran bu dergilerin edebiyata yarardan çok zararı olduğundan kuşkum yok. Sonunda edebiyatın düzeyini düşürmek, zaman içinde edebiyatın o olduğu algısının çoğalmasına yol açar. Öyle de oluyor. Ben bu dergilere bir yazar olarak yazmayacağımı söylüyorum. O dergilerde yazanları da anlamıyorum. Olumlu bir amaca hizmet etmediklerini düşünüyorum. Asıl olan her zaman nitelikli edebiyattır. Bunun asıl olduğunu bilmeyenlerin ya da bilse de görmezden gelenlerin edebiyatımıza olumsuz katkılarda bulunduğuna inanıyorum. Notos nitelikli edebiyat çizgisinden hiçbir zaman ödün vermeyecek.
Bugün en önemli sorun gene ekonomik: Son bir-bir buçuk yıl içinde dövizde yüzde 40’a varan artış, yayıncılık dünyasını çok ama çok olumsuz etkiledi. Ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Bu yüzden geçtiğimiz aylarda Notos’un fiyatında bir artış yaptık. Ve Notos 11 yılda fiyatını yalnızca dört kere artırmış. Bu arada hayat ne kadar pahalandı? On kat mı? Bir yayıncının bile Notos’un fiyatını artırmasını eleştirdiğini gördüm. Böyle düşünen insan yayıncı olamaz, çünkü hiçbir şeyden haberi yok demektir. Son zamanlarda, son haftalarda ve günlerde neler olduğunu, ülkenin düpedüz büyük bir çöküşe gittiğini görüyoruz. Bu çok ama çok olumsuz koşullarda okurların ve büyük yayınevlerinin nitelikli edebiyat dergilerine sahip çıkmasını dilerim. Bir yayıncı, yazar ve okur olarak.
şerhh dergi farklı düzeyde yayıncılık tecrübeleri olan bir grup genç şairin, şiir ve şiirin kesiştiği eleştiriyi içine alan bir dergi hayaliyle bir araya gelmesiyle başladı. Bu hayal, Türkiye’nin siyasî ve kültürel çatışmalarından, edebiyat ortamının ahvalinden, dergiyi çıkaranların fikriyatından azade değildi. Bu yüzden şerhh hiçbir zaman saf bir şiir ve şiir eleştirisi dergisi olmadı, olmayı da istemedi. şerhh, hem şiiri hem de şiir eleştirisi de dâhil olmak üzere topyekûn eleştiri alanını hedefine koydu. Bu açıklık, sanatın farklı dallarına, sinemaya, müziğe, güncel sanatlara temas etmemize fırsat verdiği gibi, bizi eleştirinin kendisi üzerine, kendi biçimi, gayesi, yordamı ve işleyişi üzerine tekrar tekrar düşünmeye zorladı, zorluyor.
Bürokratik ve mali yükümlülüklerden dolayı şerhh, ilk başta fanzin şeklinde yayımlandı. Daha doğrusu fanzin ile dergi arasında arafta bir yayın olarak (iki sayı) dar bir okuyucu kitlesinin karşısına çıktı. şerhh’in şiir konusundaki tavrı fanzin sayılarından beri hiç değişmedi. şerhh genç, yeni şairlerin şiirlerine öncelik vermeye gayret etti. Çünkü mevcut pek çok edebiyat dergisi, hâlihazırda belirli şair ve yazar klikleri etrafında örgütlenmişti. şerhh bu klikleri kıracak, dikkati yeni, genç isimlere yöneltecek bir müdahaleyi önemsedi. Yayımladığımız şiirlerin genel olarak dille ve şiir formuyla ilgili cesur deneyler yapmaya girişen şiirler olduğunu söyleyebiliriz. Eleştiri konusunda ise şerhh, zamanla gittikçe daha geniş bir alana yayıldı. Bu eleştiri alanı Ermeni Soykırımı’ndan Ankara’nın cinsiyet kimliksiz kraliçesi Gani Met’in denemelerine kadar uzanabiliyordu. Dosya konularımız arasında Türkçe denemeciliğin önemli ismi Nurdan Gürbilek ve Yunan şair, eleştirmen ve sanat tarihçisi Nicolas Calas da oldu.
şerhh ne bütünüyle akademik okura hitap eden içine kapanık bir dergi ne de bir popüler edebiyat dergisi oldu. Her iki alanla da ilişkileniyor, her iki alanın da imkânlarından yararlanıyoruz. Hakemli bir dergi olmasak bile dergi ve dosya editörleri olarak yazıların hazırlanması sürecinde yazarlarla sürekli bir diyalog ve müzakere içindeyiz. Rengarenk bir popüler edebiyat dergisi olmasak da derginin tasarımına, mizanpajına, illüstrasyonlarına önem veriyoruz; dergiyi hazırlarken derginin görsel tasarımına ciddi bir mesai harcıyoruz.
Daha önceki tecrübelerimiz, bize dergicilikte çeviriye ağırlık vermenin yalnızca kısa vadede işe yarayacağını söylüyordu. Bir dergiyi başka dillerdeki yeni yayınları takip ederek yahut belirlediğiniz bir konu hakkındaki mevcut külliyattan faydalanarak pekâlâ hazırlayabilirsiniz. Ancak bu faaliyetin dergiciliğin gerçek potansiyelini yansıtmaktan uzak olduğunu düşünüyoruz. şerhh’in hem okurları hem de editörleri için yeniliğe açılan bir platform olabilmesi için orijinal bir içerikle çıkması bizce şart. Bu yüzden sayıları hazırlarken gerek dosyada gerek soruşturmalarda gerekse derginin yerleşik diğer köşelerinde şerhh için yazılmış, özgün, yeni yazılara yer vermeye bilhassa dikkat ediyoruz. Bu şekilde dergide daha önce yayımlanmış materyalleri (arşivlerden çıkardığımız yazı veyahut belgeleri) yeniden yayımladığımızda bile onları yeni bir bağlamda, yeni bir güçle sunma imkânını elde ediyoruz. Özgünlükte diretmemizin bir bedeli de oldu: Başlangıçta dört ayda bir çıkardığımız şerhh’in frekansını düşürmek zorunda kaldık. Fiziksel koşullarımız şu anda hayal ettiğimiz nitelikte bir dergiyi yılda üç ya da daha sık çıkarmamıza imkân vermiyor. Derginin altı ayda bir çıkması kimi zaman güncel olanı yakından takip etme şansını elimizden alıyor, bu doğru; ancak bu yavaşlık, çoğu zaman demini daha iyi almış, daha sakin değerlendirmeler yapmaya ve kendi gündemini yaratmaya imkân tanıyan bir mesafe de sağlıyor. Belki de güncel olanın dergiyi yutmasına mani oluyor. Güncelden kopmamak ama, gündem yaratma inisiyatifinden de bütünüyle feragat etmemek; iyi bir derginin durduğu hassas denge bu olsa gerek. Biz de bu dengeyi elimizden geldiğince gözetmeye çalışıyoruz.
şerhh dergi, özdüşünümü elden bırakmamaya gayret ediyor. Yayımlanan dosyaların tamamı aslında şerhh’in kendi yaşadığı krizleri, tartışmaları da içermektedir. Sorduğumuz sorular kadar, sorunsallaştırdığımız meseleleri de kendimizden bağımsız, harici basınçlar olarak görmüyoruz. En nihayetinde ister edebî ister politik ister sanatla ilgili olsun dergideki tüm müzakereler, mülahazalar şerhh’in arayışlarıdır, teorisidir, pratiğidir. Dergi ekibi olarak hep daha bütünlüklü sayılar hazırlamanın yollarını araştırıyoruz, her sayının kendi içerisinde bir ritminin, bir ahenginin olmasına gayret ediyoruz. Sadece arka arkaya dizilmiş metinleri yayımlamaktansa birbiriyle diyaloğa giren metin ve şiirlerden oluşan bir içerik oluşturmayı önemsiyoruz. Öte yandan, dergi de zorlamayla değil, doğal bir şekilde varlığını sürdürebilmeli. Dergiciliği ne bir mecburiyet ne de bir memuriyet olarak görüyoruz. Sürekliliğin ve yayın frekansına sadık kalmanın önemini teslim etsek de, her ne olursa olsun dergiyi çıkarıp raflarda yerimizi almalıyız türünden bir görev bilinci ya da misyon taşımıyoruz. Dergiyi birilerine bir şeyler göstermek ya da öğretmek için değil, bir şeyler öğrenmek, birlikte çalışmayı, birlikte üretmeyi, sorumluluk almayı, daha iyi tartışmayı, eleştirmeyi, dayanışmayı öğrenmek için çıkarıyoruz. Benzer alanda faaliyet gösteren süreli yayınlarla da bu yüzden hep dayanışma içinde olmaya gayret ettik. Yalnızca majör yayınevlerinin çıkardığı dergileri değil, aynı zamanda online yayın platformlarını, fanzinleri de takip ediyoruz. Polemiklerden uzak durarak son derece çorak olan dergicilik alanında üretmenin, çoğalmanın yollarını arıyoruz. Benzer dertleri paylaştığımız kişi, dergi ve oluşumlarla da muhakkak yollarımız kesişiyor.
şerhh bağımsız bir dergi olarak Türkiye’de yayıncılığın ve özelde edebiyat dergiciliğinin çıkmazlarını, sorunlarını, zaaflarını son derece yakından deneyimliyor ya da gözlemleme şansı buluyor. Diğer küçük ölçekli yayıncılar gibi biz de başta ekonomik zorluklar olmak üzere pek çok sorunla karşılaşıyoruz. Yayın piyasasında size verilen önem her zaman sizin kendi yayınlarınıza verdiğiniz önemle doğru orantılı olmuyor. Bağımsız dergilerin yaptıkları işe önem vermenin ötesinde kendilerini fazlaca önemsemeye olan eğilimini düşündüğümüzde, karşılaşılan bu soğuk muamelenin belli bir ayıltıcı etki yaptığını da not etmek gerekir. Ancak dağıtımcıların ve kitabevlerinin sizi önemsememesi raflarda yer bulamayacağınız anlamına geliyor. Yıllar içinde bu alanda ciddi bir mesafe kat ettik; bazen satış rakamları, bazen kitabevi çalışanlarıyla kurduğumuz samimi ilişkiler sayesinde çok daha kolay bulunan bir dergi olduk. Yine de dağıtımcılara ve perakende satıcılara ödediğimiz yüzde ellilere varan komisyonlar, seri üretim yapmadığımız ve yeni sayının maliyetini önceki sayıların satışlarından çıkarmak durumunda olduğumuz için bizi zorluyor. Bu noktada açığımızı büyük oranda ilanlar ve kişisel bağlantılarımızla bulduğumuz maddi desteklerle kapatıyoruz. Derginin editörleri olarak sadece masa başında değil, matbaa sürecinden dağıtıma varıncaya kadar birçok kalemde herhangi bir gelir beklentisi olmadan mesai yapıyoruz. Yalnızca yazarlar, şairler, çevirmenler ve konuk editörlerle değil, kitabevlerindeki satış görevlileriyle, matbaadaki işçilerle, nakliyecilerle, kargo kuryeleriyle, dağıtımcılarla koordine oluyoruz. Kafa ve kol emeği arasında mekik dokuyoruz. Bütün bu mesai, bizi derginin içeriğine harcayabileceğimiz bir zaman ve emek yekununu farklı alanlara dağıtmak durumunda bıraksa da, Türkiye’deki yayıncılık ve genel olarak kültür ortamını başka bir açıdan görmemizi, deneyimlememizi sağlıyor. Aslında bağımsız yayıncılık yapmak pek çok başka bağlılığı ve mecburiyeti beraberinde getiriyor, fakat biz büyüme ihtiraslarına kapılmadan, yayın çizgimizden sapmadan, sorunları en pratik ve ekonomik şekilde çözerek yolumuza devam etmeye gayret ediyoruz.
şerhh’in belki de en önemli yanı, dinamik ve değişime açık bir dergi olması. Eski sayılarımızın muhtevasını eleştirel bir gözle yeniden değerlendirmekten çekinmiyor; dergi içeriğinde dinamik bir süreci fitilleyecek belirli bir açıklık fikrinden ilham alıyoruz. Bu durum biz dergi editörlerini derginin hazırlık aşamasında hem zinde tutuyor hem de her sayımızı yeni bir başlangıç noktası olarak görmemizi sağlıyor. Bu refleksi sadece derginin içeriği açısından değil, dergi fikrinin kendisinde de mümkün kılmaya çalışıyoruz. Bir özeleştiri yapmak gerekirse, internetin yayıncılık imkânlarından yeterince yararlandığımız söylenemez. Bir sayı çıktıktan sonra mesaimizin önemli bir bölümünü o sayının dağıtımına ve yeni sayının hazırlanmasına harcamak zorunda olduğumuzdan, online platformları etkili kullanmak bizim için son derece zor ve zahmetli oluyor. Bu imkânlar belki de yayıncılık ortamının küçük yayıncılara dayattığı sorunların etrafından dolanmamızı sağlayabilirdi. Yine de son bir yıldır içeriğini giderek zenginleştirdiğimiz bir web sitemiz var: www.serhhdergi.com. Bugün dünya ve Türkiye koşullarında küçük ölçekli eleştirel yayıncılığın neye tekabül ettiğini ve ilerde neye tekabül edebileceğini sürekli sorguluyor, olasılıkların artı ve eksilerini tartıyor, kısaca manevra yeteneğimizi arttıracak değişimlere, yeni başlangıçlara açık bir şekilde yolumuza devam ediyoruz.