Margaret Atwood: Yazmanın garantisi yoktur. Şayet büsbütün kendinizi bu işe vermeyecekseniz ve bu fedakârlığı yapmayı göze alamıyorsanız, yapmayın
Herhalde biraz da çok erken yaşta okumaya başladığım için yazar oldum. Erken yaşta okumaya başladım, çünkü Northwoods’da [Kanada’nın büyük bir kısmını da kaplayan kutupaltı ormanı] büyüdüm, orada da başka bir şey yoktu. Radyo desen yok, televizyon desen yok, tiyatro yok, sinema yok, elektrik yok, sular akmıyor, ama kitaplar vardı. Köyde yaşamıyorduk. Kasabada yaşamıyorduk. Ormanın ortasındaydık. Yalnızca kışları, şehre inerdik. O yüzden, diğer çocuklar ormanda kaybolmaktan falan korkabilir. Bense sifondan korkuyordum. O ne öyle? Niye birdenbire kayboldu şimdi, ne oldu? Erken yaşta yazmaya başladım. Resimli öyküler, kısa mı kısa hikâyeler yazıyordum, ilk romanımı yedi yaşında yazdım. Bir karıncayı anlatıyordu. Pek bir şeye benzemiyordu ama en azından resimliydi. Sonra yazmaya ilgimi kaybettim. Bir ara ressam olmak istedim. Girişimci olarak ilk etkinliklerimden biri lisede bir kukla işi başlatmak oldu. Beş yaşındaki çocuklar için kukla gösterileri düzenliyorduk, gösteriler de her zaman için beş yaşındakilerin sevdiği şeyler hakkındaydı, yani yamyamlık. O yüzden klasikleri gösteriyorduk. Üç Küçük Domuzcuk, Kırmızı Başlıklı Kız, Hansel ile Gretel falan. Tekrar ciddi ciddi yazmaya 16 yaşımda başladım. İşte o zaman gerçekten yazar olmak istedim. Gazetecilik okuyabilirim diye düşündüm ama bir gazetede kadın bir çalışan olarak ya ölüm ilanları yazabileceğimi ya da moda sayfalarına yazabileceğimi söylediler, ben de vazgeçtim. ‘50’li yıllardı. O zaman, ben de Paris’e kaçarım, bir çatı katında yaşar, absinthe içer, sigara içer, başyapıtlarımı yazar, genç yaşta da ölürüm diye düşündüm. Ama önce İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyacaktım, çünkü ne olur ne olmaz, köprüden atlamadan önce muhtemelen öğretmenlik yapmak zorunda kalabilirdim. Sonra lisansüstü için Harvard’a gittim, garson olmaktan iyidir dediler bana, ben de gittim. Orda daha çok yazabilirsin dediler. Bir danışmanım vardı, şu yazma işine bir son vermemi, okulu bırakmamı, münasip bir koca bulup evlenmeye bakmamı söyledi. Ama ona kulak vermedim…
Bir yazar olarak sizi en çok etkileyen birkaç kitabı söyler misiniz?
Çocukluğumda ve gençliğimde sürekli okurdum, o yüzden yanıt vermek güç. Kimleri okuduğum zamanla değişti, herkeste olduğu gibi. Lisedeyken, Jane Austen’dan bilim kurguya ne varsa okudum, üniversitedeyken Shakespeare’den Kafka’ya Beckett’e ne varsa okudum. Bir de Kanadalı yazarların kitaplarını: Bulabildiğimde onları da okudum. Ama illâ birini seçeceksem, yine Shakespeare derdim. O nasıl bir yaratıcı! Nasıl bir gözlemci öyle!
Edebî kitaplarla tür kitapları arasındaki ayrıma dair görüşünüz nedir?
İyi kitaplar ve diğerleri vardır. İyi kitaplar her “tür”de olabilir. Diğer tür de öyle.
Diyelim ki, bir okur sizi okumak istiyor ama nereden başlayacağını bilemiyor. Elliyi aşkın kitabınızdan hangisiyle başlamasını önerirdiniz ve neden?
Önce ne tür bir okurdan bahsettiğimizi soralım. Genç bir adamsa, Antilop ve Flurya. Genç bir kadın mı? Damızlık Kızın Öyküsü. Tarihe ilgi duyan biraz daha yaşlıcana birine, Alias Grace’i veya Kör Suikastçı’yı okumasını önerirdim. Çok çok kısa şeyler okumak isteyen biriyse, öykü kitaplarımdan birini önerirdim. Daha da kısa bir şey okumak istiyorlarsa, Good Bones veya Murder in the Dark gibi kısa yazıları derleyen kitapları önerirdim. Şiir okumak isteyenlere de Selected Poems ya da Morning in the Burned House ya da The Door derdim.
Bunların arasında sizin en sevdiğiniz bir kitabınız var mı?
Olsa bile, hayatta söylemem.
Mezar taşınızda ne yazsın isterdiniz?
Bir mezar taşım olacak mı, konu buraya geliyor.
Evet.
Belki de sırf bir ağacım olur.
Ne tür bir ağaç?
O kadar düşünmedim daha, ama “doğal defin” diye bir hareket var, mezar yerine, sizi defnediyorlar, sonra da üzerinize bir ağaç ekiyorlar. Herhalde o ağacın üstünde adımın yazdığı küçük bir levha olabilir.
Ciddi ciddi yazmaya 16 yaşında, 12’nci sınıftayken başladım. O zamana dek ne bir günlüğüm ne de yazmaya karşı en ufak bir ilgim vardı. Bundan birkaç yıl önce, “Yasemin’in Penceresinden” [“This Is Your Life] tarzı bir projede 11’inci sınıftaki öğretmenimle konuşmuşlardı. O da bayağı dürüst davranmış, bende hiçbir yetenek, parıltı falan görmediğini söylemişti.
[1960’lar Kanada’sında] şiir yayımlamak daha kolaydı, ben de şiirle başladım. ‘60’larda Kanada’da olmanın hem iyi hem de kötü yanları vardı. Kötü yanı şuydu ki, kitap yayınlamak zordu ve okur kitlesi de çok küçüktü. Ancak ‘60’ların ortasından sonra bir şeyler olmaya başladı. İyi yanı da şuydu, yazan çok fazla insan yoktu, o yüzden biraz iyiyseniz, dikkat çekiyordunuz. Şimdi yazan daha fazla insan olduğu için yankı uyandırmak da o oranda daha zor. Öte yandan, yazılarınızı yayınlayacak çok daha fazla mecra var.
Unutmayın: Ne okuduğunuz da en az ne yazdığınız kadar önemlidir.
İnsan yazarların fikirlerini nereden bulduklarını hiç bilemiyor. Birden geliveriyorlar ve bir bakıyorsunuz, baş edebileceğinizden çok daha fazla bilgi var elinizde. Mesele fikirleri bulmak değil; iş, oturup fikirleri işleyecek zamanı bulmakta.
Sanıyorum şunu vurgulamak gerekiyor, yazmak bir kumar gibidir. Hiçbir şeyin garantisi yoktur. İstediğiniz kadar zaman ayırın, çaba harcayın, epey bir duygusal yatırım da yapmış olun, sonunda hiçbir şey çıkmayabilir. Yazmanın garantisi yoktur. Şayet büsbütün kendinizi bu işe vermeyecekseniz ve bu fedakârlığı yapmayı göze alamıyorsanız, yapmayın.
İçerik, K24 editörlerince Margaret Atwood'un çeşitli zamanlarda farklı mecralara verdiği söyleşilerden ve yazılarından derlenmiştir.
Bu derlemenin giriş kısmı, Margaret Atwood'un online yaratıcı yazarlık atölyesinden alınmıştır. Atwood'un atölyesine buradan ulaşabilirsiniz: https://www.masterclass.com/classes/margaret-atwood-teaches-creative-writing