Ateşten pervane: Ağıt, şiir, kadın

Ağıt, Şiir, Kadın, kadın yaratıcılığında unutulanlardan, eril tarihin kadını ve yaratıcılığını nasıl yok saydığı yerlerle ilişkili mitolojiden tarihe, sosyolojiden siyasete, hayattan edebiyata izlerin kayıtlarıyla söyleşen baş döndürücü bir çalışma...

11 Temmuz 2019 09:30

Orhan Koçak, Kopuk Zincir[1]de Mahmut Temizyürek’in şiiri hakkındaki yazısının bir yerinde şunu sorar: “Hafıza her zaman çoktan dolmuş ve ağırlaşmış olan değil midir?” Koçak’ın sorduğu bağlamdan biraz ötede şu da sorulabilir: Hafıza’nın dolmaması mümkün değil ama travmatik bir duruma maruz kalmamışsa, onu boşaltmak mümkün müdür? Onu bastırarak yoklar düzeyine hapsetmenin olanağı var mıdır? Ama başını bilmediğimiz bir oluşumun sonunu kestirebilir miyiz? Yeni bir dünyanın, yeni bir hayatın imkânını hafızanın yükünden, ağırlığından kurtarsak bile geçmişsiz gelecek yapay bir kurgudan öteye geçebilir mi? Sürekli bir hesaplaşma döngüsü içinde köklerimize, başlangıçlara defalarca geri döneriz. Her geri dönüşte varoluşumuzla olduğu kadar ölümlü oluşumuzla da hesaplaşırız. Ve solodan koroya uzanan yolda öfkeli ya da hüzünlü enstrümanlar eşlik eder bize…

İnsanın hafızası üzerine yazılmış yepyeni bir kitap ve kitabın taşıdığı tezler vesilesiyle sordum bu soruları. Ağıt, Şiir, Kadın. Şair ve deneme yazarı Temizyürek’in bu kitabı, şiirle ilgili, şiir ve hafıza ile ilgili sorular sorarak başlar. Yazılı çağa, demek sınıflı topluma geldikten sonra gölgede bırakılan, sözlü tarih boyunca başat olan kadın yaratıcılığı hakkındaki bu kitapta ağıt, şiir ve kadın bağı üzerine bir tarih okuması yapılır. Her kültürde kadınların yaktığı ağıt türünün varlığı, ölüme karşı, kayba karşı bir hafıza oluşturmaktan, unutmaya karşı bir direnç yaratmaktan doğmuştur, yazara göre. Yaşar Kemal’in söylemiyle “Ölüm karşısında insanın şaşkınlığı, korkusu, inanamazlığı”[2]ndan yakılmış ağıtlar ile bu şaşkınlığa, korkuya, inanamazlığa karşı koymak için yaratılan şiirdir. Ağıtla başlayıp kadına kayıtlı serüvenin izleğinden şaşmayan bir çalışma ortaya koyar Temizyürek. Kadının toplumsal, kültürel, dilsel kurucu rolünü tarihsel süreçte nasıl yitirdiğine dair açıklamalara girmeden önce, ağıtın temas ettiği yaşamsal anlarla, insanın acı karşısındaki reflekslerinden türeyen dille pek çok yazınsal türü nasıl etkilediğine örnekler verir. Örneğin, Manas öldüğünde ilk ağıdı söyleyen annesinin adının “Çığrıcı Kadın” olmasındaki anlamdan başlayıp bu büyük destanın bugün de ezberden söyleniyor olmasının toplumlar için yaratılan hafıza açısından anlamını sorgular. Hafıza üzerine çalışan bilim alanlarını yoğunca meşgul eden Homeros destanlarının üç bin yıl boyunca hafızalarda nasıl taşınıyor olduğunun sırlarını aralar. İki destanı başka dillere çevirenlerin erkek ya da kadın olmasının şaşırtıcı sonuçlarına da değinir. Bunlarla ve daha birçok örneğiyle bildik bir tarih okuması değildir bu kitap. O zaman artık ne zamansa “en başta”, acı bir çığlıkla söylenmiş ağıtta gizlenmiş insanlık tarihinin kadın merceğinden irdelenmesidir. İnsan hafızasının ilk dayanaklarının yani şiirin ve destanın ağıttan doğduğunu, ağıdın da başından bu yana ve bütün halklarda kadınlara kayıtlı olduğunu, şiirin kurucusunun da kadın olduğunu savunurken, başvurduğu birçok kaynaktan ikisinin Giambattista Vico ve Yaşar Kemal olduğunu da belirtmeliyim. Bir dilde, bir yerde olan bitenin, yalnızca o dilde, o yerde olup bitiyormuş sanılmasındaki yanılgıdan soyutlanarak halkların edebiyatındaki ve dillerindeki benzerliğin en görünür biçiminin ağıtların benzerliği olduğundan yola çıkan Temizyürek, mitolojiden felsefeye, dinler tarihinden antropolojiye, kadim edebiyattan modern edebiyata sınıflı toplumun kadını alt sınıf konumuna nasıl hoyratça bir zorlamayla hapsettiğini örneklerle betimler.

Bu tür bir tarih okuması kaçınılmaz biçimde eril kültür ile yüzleşmeyi gerektirir. Kanımca kitabın yazılış amacı da budur. “Kadınlar şiir yazamaz, kadınlara şiir yazılır ancak” diyen eril ideolojiyle yüzleşme. İnsanlık tarihi boyunca ezen sınıfın yanında yer aldığını anlamaya tenezzül buyurmayan eril kafayla yüzleşmek, kitabın hem niyetini hem de gövdesini oluşturur. Kadınlar, yaratıcılık denen şey her neyse onun öncüsüdür bu teze göre.  

***

“Dildeki kara deliktir ağıt; insana içkin sayısız özelliği içine hapsetmiş, içinde eritmiştir.”[3] diyor Temizyürek. “Dildeki kara delik” nedir? Daha öncesi ”kara delik” nedir? En yalın anlamıyla kara delik, “astrofizikte, çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir kozmik cisimdir” diye tanımlanıyor. Bu demek, ölü yıldızların kayıp evrenidir kara delik. Hiçbir şey vardan yok olmaz, biçim değiştirir yalnızca. O nedenle Temizyürek’in tezinden ilhamla biraz mübalağa ederek şunu da söyleyebilirim: Ağıt, kara delik olmanın yanı sıra bir doğumhanedir. Dolayısıyla insana ait kayıtlar vardır onun içinde. Bu nedenlerle, ölüm karşısında bulunmuş bir hafıza biçimidir ağıt. Temizyürek de ağıdın bilinen tanımları ve karşılıklarının yanı sıra kültürel bir hafızayla yüzleşir. Şiirle bütün ilişkisi de buradan kurulur. “Yalnızca Batı kültüründe değil, bütün dünya dillerinde şiir biçimlerinin en eski formu gene ağıttır.” Yani ağıt sadece ölünün arkasından yakılan acıklı bir türkü olarak kalmıyor, hafıza için bir kayıt formu olmasının yanı sıra bir kültürel hafızanın kaynağı oluyor. Kadim zamanlardan bu yana değişmeyen tek “mekân”dır ağıt. Ve yine Yaşar Kemal’in söylediği gibi, “Nasıl destan, masal, türkü, türkülü hikâye dili oluşmuş, her birinin dili nasıl ayrı bir yapı, ayrı bir özellik taşıyorsa, ağıt dili de ayrı bir yapı, ayrı bir özellik taşıyor. (…) bambaşka, yalın, ayrı bir şiir tadı. Bu özelliği de yaratılma biçiminden geliyor.[4] Temizyürek de, bu bağlamda ağıtlardan yola çıkarak kadın ve şiir bileşkesindeki incelemesiyle Türkçede nadir çalışmalardan birini sunuyor.

Bu nadir örnek, Temizyürek’in metninde divan şiirlerinin mersiye’si makamında gövde kazanmaz. Mitlerin,  destanların, hikâyelerin içinde devinen bir "duyuş" hâlidir. Mesela Semele ve Oğlu Dionysos'u anlatırken, mesela Orpheus’un Ağıt’ını paylaşırken vd. Dahası, felsefe tarihinde görmezden gelinen, ama “her şeyi ondan öğrendim” diyen Sokrates’in kılavuzu Diotima’nın bir kadın olduğu bahsinde, dahası Sappho’nun Homeros’un dişil karşılığı olarak düşünülmesinde, Sümer dilinde aşk tanrıçası İnanna’nın adına kurulu Aşk Tapınağı rahibesi Şamhat’ın Gılgamış’ın yoldaşı Enkidu’yu bulup onu yabandan uygarlığa doğru eğitmek yani insana benzetmek için görevlendirilmesinde…

Tarihe bu bilinçle bakan özne, hafıza ve hesaplaşma labirentinde ilk kültürel gereç "çuval"dan (heybeden, bohçadan) başlayıp İlyada Destanı’ndaki Hektor’un ölümüne, Euripides’in Troyalı Kadınları’ndan en eski evrensel ana Gaia’ya ve hiç nefesi bitmeyecek Dionysos’la ağıttan şiire bir halkanın etrafında kadının gücünden bir tarih sahnesi gösterir.

Bunlarla da yetinmez bu çalışma, modern zamanlara ve bugüne uzanır. Peki, bu duyuş modern zamanlara nasıl evrilir, nasıl uyarlanır? Modern çağda kadındaki kendilik bilincinin doğuşuna yoğunlaşır bu bölümde kitap; örneğin Virginia Woolf’un kadınlık bilincini betimler. Woolf’un betimlediği Shakespeare’in hayalî kız kardeşi Judith karakterinden kadının modern çağa girerken değişmemiş olan “kaderi”nin nasıl yırtıldığını sahneler. Osmanlı’dan bugüne bu kaderin nasıl şekillendiğini örnekleyerek kadın yazınının kurucularından iki edebî isme gelir konu: Leylâ Erbil ve Gülten Akın. “Kadının kendilik savaşı”nda köklerini hatırlayan öznelerin, sadece “erkeklerin kurduğu kurmaca yazında” varolmadıklarını, kendi varlıklarını tarihsel olanda (bir nevi mit sayılanda) yeniden kazanarak kurduklarını dile getiren Temizyürek, gölgede bırakılan kadın tarihinin altının çizilmesinde ısrarlı bir kalemdir.

***

Ağıt, Şiir, Kadın, kadın yaratıcılığında unutulanlardan, eril tarihin kadını ve yaratıcılığını nasıl yok saydığı yerlerle ilişkili mitolojiden tarihe, sosyolojiden siyasete, hayattan edebiyata izlerin kayıtlarıyla söyleşen baş döndürücü bir çalışma. Temizyürek, “kadın üzerindeki egemen zihniyetin çelik zırhlı cenderesi, kadın bilinci ve bedeni üzerine engizisyon aletlerinde somutça görülen baskı biçimi, bugün de dünyanın belli bölgelerinde devam ediyor”[5] derken, tarihten gelen ve kendini günümüzde temsil eden bir bilince de kapı aralar; “İşkence gören kadının bağrına yerleşmiş ağıtın bitmez bir çığlık olduğunu görmemek mümkün mü?”

Temizyürek’in Ağıt, Şiir, Kadın’ı alışılmış bilgilerin dışına çıkan, konunun en can alıcı yerinden başlayıp bugüne ulaşan yönüyle âdeta ateş çemberi içinde zihinsel bir dans gibidir. Bugün de varlığını sürdüren bu ateşin kıvılcımlarından kaçınmadan cesur bir okuma denemesi de diyebilirim. Ateşten pervane.

 


[1] Orhan Koçak, Kopuk Zincir, Metis Yayınları, İstanbul, 2012, s. 243

[2] Yaşar Kemal, Ağıtlar, YKY, İstanbul, 2004, s.21

[3] Mahmut Temizyürek, Ağıt, Şiir, Kadın, Edebi Şeyler, İstanbul, 2009, s.11

[4] Yaşar Kemal, age, s. 40-41

[5] Temizyürek, age, s.87