Aşkı sarmalayan tabuları kırabilmek üzerine…

“Basit çizim tekniğine kontrast oluşturan keskin konuları ele alış tarzıyla çizgi roman dünyasında kendine has yer edinmiş bir çizer ve hikâye anlatıcısı Fabien Toulmé her zaman yaptığı gibi konuşulmak istenmeyen bir konuyu daha sakınmadan ve samimiyetle dillendiriyor; cinsiyet eşitliğini ve her yaşta özgürce aşkı...”

02 Şubat 2023 22:00

Fabien Toulmé basit çizim tekniğine kontrast oluşturan keskin konuları ele alış tarzıyla çizgi roman dünyasında kendine has yer edinmiş bir çizer ve hikâye anlatıcısı. Kariyerine geç başladığı halde, henüz ilk çizgi romanı, otobiyografik bir öykü olan C’e nest pa toi que j’attendais / Beklediğim Sen Değildin ile dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Ardından gelen tüm işleri de okuyucu tarafından beğenildi. Çünkü insanların gündelik yaşamları, aralarındaki ilişkiler ve bu ilişkilerin nasıl dönüştüğü, neleri etkilediği gibi herkesin yaşamına değen bugünün gerçeklerini sıcak çizimleriyle anlatıyor. Ancak çok okunmasının asıl nedeni bu gerçek yaşamların içerisinde söze dökülmeyen, üzerine konuşulmayanları da anlatabilme cesareti. İlk kitabında Down sendromlu bir çocuğun babası olma gerçeğiyle yüzleşmesi; üzerine çok konuşulan üçlemesi L’Odyssée d’Hakim / Hakim’in Yolculuğu’nda mülteci olmanın bir seçim değil, bir insanlık gerçeği olduğunu tarafsız, çıplak bir gözle aktarabilmesi; şimdi son kitabı Suzette ou le Grand Amour / Büyük Aşk’ta aşkın yaşı yoktur meselesine kadın gözünden ve olabildiğince katmanlı yaklaşabilmesi gibi. Bu konuyla ilgili bir röportajda kendisine yöneltilen, “Okurların sadece etkileyici hikâyeler yazdığınızı düşünmelerinden korkmadınız mı?” sorusuna verdiği yanıtta, “Hüzünle aydınlığı karıştırmayı, ironiyi severim ve her zaman hayattan bir adım geride durmaya çalışırım. Bir cenazede şaka yapabilirim... Ânı etkisiz hale getirmenin bir yolu bu” diyor.

Desen Yayınları’ndan son çıkan kitabı Büyük Aşk’ta bir cenazede belki de söylenmemesi gereken bir sözün peşinden başlayan hikâye Fabien Toulmé okurlarını yine yanıltmıyor. Bernard’ın cenazesiyle başlıyor roman. Suzette yaklaşık 60 yıldır evli kaldığı kocasının ardından torunu Noémie ve onun erkek arkadaşı Hugo’ya, “Üzülemiyorum bile” diyor cenazede. Dedesini ve anneannesini çok seven Noémie bu söze takılıyor ve anneannesinin neden öyle söylediğini kurcalamaya başlıyor. İdeal çift olarak gördüğü dedesiyle anneannesinin çok da mutlu bir evlilikleri olmadığını, ikisinin bir aşk evliliği yapmadığını, buna rağmen bir ömrü birlikte geçirdiklerini öğreniyor. Erkek arkadaşıyla henüz birlikte yaşamaya başlayan, haliyle bir yaşamı paylaşmanın inceliklerini de yeni yeni keşfeden Noémie için bu bilgi sarsıcı oluyor ve anneannesini mutlu etmek için bir şey yapmak istiyor. Mutlaka birine âşık olmuştur diye düşünüyor ve haksız çıkmıyor. Suzette biraz da çekinerek torununa evlenmeden önce au pair’lik için gittiği İtalya’da âşık olduğu Francesco’dan söz ediyor. Noémie ve Hugo sıkı bir internet araştırmasıyla Portofino’da yaşayan olası iki Francesco buluyorlar ve anneanneyi yaşadıkları Bourdeaux’den Portofino’ya araçla yolculuğa ikna ediyorlar. Ancak Hugo son dakikada gelemeyince anneanne ile torun, farklı kuşaklardan iki kadın, aşk, hayat, gelenekler, ilişkiler, yaşam biçimleri üzerine bol paylaşımlı yolculuklarına başlıyorlar.

Fabien Toulmé aşka odaklandığı kitabında okuyucusunu biraz ters köşeye yatırarak Suzette’in yaşında nasıl olabileceğini anlatıyor yumuşak, çekingen, tatlı tatlı. Suzette ve komşusu Simone üzerinden yaşlılıkta flört, ilişkiler ve yalnızlığa dair anekdotlar aracılığıyla okuyucunun bu durumla empati kurabilmesine aracı oluyor. Öte yandan kendi ayakları üzerinde duran, ne istediğini bilen, cinsiyet eşitliğini savunan, çağdaş, net, keskin genç bir kadın olan Noémie de âşık. Ama onun ilişkiye yaklaşımı, beklentileri elbette Suzette’inkinden çok farklı. Öğrenciliği geride bırakıp çalışmaya başlamış Noémie ile psikoloji okuyan Hugo’nun yaşamı aynı çatı altında kurmaya çalışırken yaşadıklarını, kendi açılarından –ve zaman zaman psikolojik analizlerle– özgürce yorumlama, tartışma halleri günümüzde aşk, ilişkiler ve evlilik kavramlarına gençlerin perspektifinden bakabilmemiz için olanak yaratıyor. Bazen iki kadın, bazen bir kadın bir erkek arasında geçen, toplumun kadına ve erkeğe yüklediği rolleri ve seksi nasıl deneyimlediğine dair derin, düşündürücü sohbetler okuyucuyu da kendi deneyimleri üzerinden bağ kurmaya, düşünmeye yönlendiriyor. Bugün de toplumun cinsel ilişkilerde, evliliklerde kadına biçtiği rol geçmiştekinden çok farklı değil ve elbette konuşulması da tabu. İşte Fabien Toulmé her zaman yaptığı gibi konuşulmak istenmeyen bir konuyu daha, cinsiyet eşitliğini ve her yaşta özgürce aşkı sakınmadan ve samimiyetle dillendiriyor. Biri yaş almış, diğeri genç iki kadın üzerinden aşk, ilişkiler, evlilik, seks konularında bir erkek olarak kadın perspektifini olabildiğince objektif aktarabildiğini de söylemeliyim.

Ve tabii söz konusu aşksa romantizm olmazsa olmaz. Bu kitap da tüm cesur diyaloglarına ve çarpıcı gerçekliğine karşın romantizme sıkı sıkıya sarılıyor. Deniz, müzik, dans, hep birlikte yenen leziz yemekler, içilen şaraplar, hazırlanan buketler ve yolculuklarla dolu esprili, incelikli ve duyarlı bir çizgi roman. Evet, suskun kaldığımız önemli konuların altını çizerek düşünmeye davet ediyor bizi ama tatlı bir tebessüm de bırakıyor geride.

Fabien Toulmé kahramanları alışık olduğumuz gibi fazla ayrıntıya girmeyen, basit çizimlerle canlandırırken, Suzette’in anılarına döndüğü geçmişle şimdiki Portofino’yu, genel olarak mekânları, sokakları, yolları yine capcanlı resmetmiş. Mavi her zamanki gibi başrolde, ama bu kez bir yaz yolculuğuna yakışır şekilde sarı ve turuncu tonları da kullanmış. Ben okurken zamanın ruhunu daha iyi hissedebilmek için dipnot olarak belirtilmiş, âna eşlik eden şarkıları Spotify’dan bulup dinledim, size de öneririm.

Son sözü yazarına/çizerine bırakıyorum:

“Beni ilgilendiren, beni heyecanlandıran hayatın yolları. Olabildiğince insan kalarak farklı yolculukları, farklı yaşamları anlatmak. Projelerimin kalbinin insan hikâyesini anlatmak olduğunu düşünüyorum. Eminim tüm hikâyeler ilgi çekicidir. Heyecan verici olması için belirli şeyler söylemeye gerek yok. Hepimizin hem çok özel hem de çok evrensel hikâyeleri var. Anlattığım insanların hikâyelerinde beni ilgilendiren de bu.”

•