“Asıl hikâye gerçek hayatta dönüyor”

Hırsız ve Burjuva romanıyla, bu yıl Orhan Kemal Roman Armağanı’nın sahibi olan Hüsnü Arkan: Benim anlattığım hikâyenin nasıl bir hikâye olduğu pek önemli değil. Asıl hikâye gerçek hayatta dönüyor

11 Haziran 2015 15:00

 

30 yılı bulan müzik kariyeri boyunca şarkılarıyla müzik dünyasının, romanlarıyla edebiyat dünyasının en özgün, sevilen isimlerinden biri. Hüsnü Arkan, geçtiğimiz yıl Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle yayımlanan son romanıyla, bu yıl 44. kez verilen Orhan Kemal Roman Armağanı’nın sahibi oldu. Ödül vesile oldu, Arkan’la bir araya geldik; romandan başlayıp edebiyata, müziğe uğrayan, her başlıkta muhakkak siyasete, gündeme ve toplumsal mücadelelere uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik.

Son romanınız Hırsız ve Burjuva’yla, bu yıl 44. kez verilen Orhan Kemal Roman Armağanı’nın sahibi oldunuz. Orhan Kemal’in anısına verilen bu ödülü almak, ne hissettiriyor, düşündürüyor?

Ödülü veren jüriye teşekkür ediyorum. Böyle bir şeyi beklemiyordum ve tabii ki çok sevindim.

Kitabın ve okumanın değerini çocukluğunda öğrenen şanslı biriyim. Evimizde çok fazla kitap olmamasına rağmen... Ansiklopedileri saymazsak yirmi-otuz kadar kitap vardı ve bunlardan biri de Orhan Kemal’in Baba Evi’ydi. Varlık Yayınları’nın siyah şeritli, sarı, pembe renkli küçük cep kitaplarından…

Orhan Kemal’in, sekiz on yaşında bir çocuğun gerçeklikle ilişkisini nasıl değiştirebildiğini ancak başına gelenler bilir. Hepimizin sıradanlığının ne zenginlikler taşıdığını öğreniyorsunuz ve bu öğreti sizi okumaya, daha fazla öğrenmeye yönlendiriyor.

Sonra lisedeyken 72. Koğuş’ta küçük bir rol aldım. Hangi karakter olduğunu şimdi hatırlamıyorum, İzmirli Kenan olabilir. Oyunu hiç sergileyemedik; ama o deneyim bana kendi sıradanlığımı, tevazuu, içinde yaşadığım toplumun gerçekleriyle ilişki kurmayı öğretti. En zor durumlarda tutkulu olmayı, ayak diremeyi, direnmeyi, teslim olmayı, insan ruhunun binbir türlü halini tanıttı. İnsana ait şeyleri merak etmeyi öğretti.

Genel olarak, sanatçıyı ödül nasıl etkiler/motive eder/güçlendirir? Ya da belki tam tersi midir? Yani “sizce”si nedir?

Valla, bunu bilemiyorum. Ödülü yirmili-otuzlu yaşlarımda alsaydım size tumturaklı bir cevap verebilirdim. Yazdıklarını geç yayımlamaya başlayan biri olarak, dünyamın ödüllerle ya da yergilerle büyüyeceğini ya da küçüleceğini sanma ahmaklığına düşmem. Ama önemli bir jüri sizin emeğinizi değerli bulduysa, çocukluğunuzun kahramanlarını yaratan bir yazarın adına konan ödüle layık gördüyse, bunun kıymetini de anlayabiliyor olmanız gerekir. Ben şimdi bunu anlamaya çalışıyorum.

Hırsız ve Burjuva, Türkiye’nin son yıllarının bir resmini çiziyor. İki farklı yaşam alanında, birinin “hırsız”, diğerinin “burjuva” olduğu, benzer yanı da olan karakterlerden örülü bir hikâye diyebilir miyiz?

Hırsız ve Burjuva, Hüsnü Arkan, Kırmızı KediHikâye aslında eski ve artık herkesin kanıksadığı, normal gördüğü bir hikâye… Sermayenin birikimini, eskilerin deyişiyle sermayenin temerküzünü anlatıyor… Günümüzde, neredeyse insan doğasının bir parçası olduğuna inanmamızı sağlamaya çalışanların aptalca ve vahşi bir öğretisi…

Brecht’in Üç Kuruşluk Opera’da anlattığı da buydu. Devlet dediğimiz şey bir mafya örgütüdür. Başına kravatlı ya da apoletli bir sokak serserisini, Hitler gibi birini getirirsiniz ve ona saygı duyarsınız. Hepsi budur ve başka bir şey değildir.

Saygı duyanların başında burjuvazi gelir. Bu yanlışlanamaz bir bilgidir. Ford ve Krupp, Hitler’in ilk destekçileri... 12 Eylül’de Kenan Evren’e saygılarını ilk burjuvazi belirtmiştir. Bugün de öyledir. Karşılarına çıkan ilk diktatör karikatürünü desteklemişlerdir. Desteklemek bir yana ona talip olmuşlardır, onu yaratmışlar, yüreklendirmişlerdir.

Benim anlattığım hikâyenin nasıl bir hikâye olduğu pek önemli değil. Asıl hikâye gerçek hayatta dönüyor.

Siz, bütün romanlarınızda salt hikâyecilik üzerinden gitmiyor, eleştirel kaleminizi kurgunuza, hikâyenin tam ortasına da yerleştiriyorsunuz. Bu sadece edebiyatta değil, 30 yılı bulan müzik yolculuğunuzda da hep var olan bir özellik. Ve bir tercih, çaba aynı zamanda, değil mi?

Adalet düşüncesinin dışında herhangi bir bakış açım yok. İnsanların eşit doğduğunun ve yaşamlarında da eşit olmaları gerektiğinin dışında ahlakî bir fikre sahip değilim. Yasalar karşısında eşit olma fikri beni kesmiyor. O yasaları değiştirmek gerekiyor. Miras hukukunu, vergi hukukunu gözden geçirmek, tepetaklak etmek, adaletsizliği yok etmek gerekiyor. Hiçbir özelliği olmayan bir adam ya da bir kadın, yalnızca terekeden kalanlarla maddî dünyanın ve zenginliklerin sahibi olmamalı. 1950’li yıllarda özdeyiş kıvamına gelmiş bir laf vardı; servet düşmanı… İşte ben servet düşmanıyım.

Adalet denen şeyi insanlara öğretebilirsiniz. Biraz zaman alır. İyi yazarlar dört yüz yıldır uğraşıyor. Bizim kuşak da fena değil. Uğraşıyoruz.

Hırsız ve Burjuva için “Bu romanda fazla aracı kullanmadan dünyaya bakışımı aktarmaya çalıştım” diyorsunuz bir röportajınızda. İçinde oldukça derinlikli çözümlemeler ve bilgiler de barındırıyor. Peki, nasıl ortaya çıktı bu kitap? Hangi koşullar, gözlemler bu kitabı belirginleştirdi ve masaya oturup yazmaya başladınız?

Romanda alıntılarıyla yer alan yazarlar var. Sunduğum fikirler, daha çok onların sömürü sistemine getirdikleri eleştirilerin ve mücadelelerinin bir yansıması.

Türkiye ve dünya 1980’den sonra çok değişti. Yeni liberaller teknolojik sıçramanın nimetlerine dikkat çeken iyimser bir tablo çiziyorlar. Ama benim gördüğüm tablo farklı. Steinbeck’in, Jack London’un, Celine’in çizdiği yüz küsur yıl önceki tabloya daha çok benziyor. Ucuz işgücü, modern kölelik sistemi ve zenginliklerin paylaşılmasındaki adaletsizlik… Bütün bunlar günümüz dünyasının verileri. On dokuzuncu yüzyılın en büyük kazanımı sekiz saatlik işgünü yalan oldu. İş yasalarındaki kazanılmış haklar işverenler lehine budandı. Burjuvazi krallardan devraldığı görgüsünü de kaybetti. Bu yalnızca Türkiye’nin sorunu değil. Berlusconi, Sarkozy, Putin ve bizdeki muadilleri aynı görgüsüz ve aç politikalarına itaat beklediler, bekliyorlar. Bir kısmı gitti, kalanlar da gideceklerdir. Çalışan birey, kendisine yaşam diye sunulan üretme ve tüketme fetişinin içinde uzun süre kalamazdı ve kalamıyor. Vicdana, dayanışmaya, duyarlılığa ne kadar ihtiyaçları olduğunu Gezi’de beyan ettiler. Şimdi bu ihtiyaç çizgisi daha da belirginleşiyor, kalınlaşıyor.

Hırsızı ve burjuvayı romanınızda okurken, eş zamanlı biçimde hayatlarımız, içinde yaşadığımız toplum, içinde yaşadığımız çağ, algı dünyamız birer birer gruplandırmaya başlıyor bildiklerimizi. Hırsızımız da çok, burjuvamız da. Belki tek bedende bile hatta. Bu ikisinden biri olmadan yaşamak mümkün mü sizce? Zor mu ve de?

Milyonlarca insan hırsızlık yapmadan yaşayabiliyor. Ama büyük sermaye hırsızlık yapmadan yaşayamaz. Bu hırsızlık yasaldır. Romanın başına koyduğum alıntıda Churchill’in dediği gibi, bu hırsızlık ve şiddet tutkusu, maddi zenginlik tutkusu, kendilerinden başka kimseye makul gelmez.

Türkiye’de de on yıldır izliyoruz. Yeni bir birikim hikâyesi canlandırılıyor. Uyguladıkları şiddet ve ahlaksızlıkları kendilerinden başka kimseye makul gelmiyor. Başkalarına da makul gelmesi için yalanlar uyduruyorlar. Halkın önüne inanç ekmeğini atıyorlar, zekât ekmeğini atıyorlar. Palavra atıyorlar.

“Özgürlük”, yaptığınız işlerdeki başlıca dertlerinizden, ilhamlarınızdan, arayışlarınızdan biri, öyle değil mi? 30 yılı bulan müzik yaşamınızda, finalde solo olarak yolunuza devam etmeniz de bu ihtiyaçtan mıydı?

Özgürlükçü olmanın, kişisel yaşamımda bir zararını görmedim. Bundan da öte, özgürlük denen şey insanın zorunlu bir ihtiyacı. Hiçbir zenginlik türüyle ilişkilendirilmemelidir. Parayla satın alınmamalıdır. Hatta bilgiyle de satın alınmamalıdır. Sokaklarda üç yüz bin, beş yüz bin Suriyeli çocuk dileniyor. Bizim çok kıymetli özgürlüğümüz onlardan gözlerimizi kaçırmayı emrediyor. Böyle özgürlük olmaz. Benim anladığım özgürlük, kendi özgürlüğüm değil, başkalarının özgürlüğüdür; özgürlükçülüktür. Tabii bütün bunların müzik yaşamımla bir alakası yok.

Yazarken de, seslendirirken de siz “olmuş olan, yaşanmış olan”dan, “insani”, “özgürlük dolu” olandan besleniyorsunuz. Kendi özelinizde, sanat yapmayı ve sadece bu yüzden sanatçının sorumluluklarını nasıl tanımlıyorsunuz?

Paul Newman, bir filmde, kendisini bir kulübede kuşatan polislere “bu bir iletişim sorunu,” diye bağırmıştı. Ya da buna benzer bir şey söylemişti. Sonra da öldürülmüştü… Bu, gerçekten bir iletişim sorunu. Başkalarının anlayabildiklerini anlayamıyorsunuz. Başkaları, sizin anladığınızdan başka bir şey anlıyor. Bu sizin onlardan üstün ya da aşağıda olduğunuz anlamına gelmiyor. Farklılıklar anlamına geliyor.

Farklılıklarla nasıl başedebildiğiniz, onları nasıl değerlendireceğiniz konusu fazlasıyla kişisel bir mesele. Kimileri kendini her şeyden sorumlu hisseder. Ben henüz bazı şeylerden sorumluyum.

Buralar hep bir anlamda yangın yeriydi sanki. Ülkede olan bitenden bahsediyorum. Oldukça uzun zamandır uzağında kalmamış biri olarak, son yıllarda, yani örneğin Gezi’den itibaren, bu dönüşümde bir “başka”lık var mı sizce?

Gezi’den sonra, iyimser olabilmemiz için artık köklü bir nedenimiz var. Aslında daha önce de vardı. Kürtlerin hak talepleri bir iyimserlik yaratmalıydı. Bu bizler için pek gurur duyulacak bir şey değil. Ama öğreniyoruz işte… Yığınların öğrenmesi bireylerin öğrenmesinden farklı… Biraz daha uzun sürüyor.

Özgürlük, dedik. Bugün, özellikle seçimler öncesi, özgürlük ne anlama büründü sizce?

Özgürlük tunne… CHP’nin TIR’ını Erzurum’a sokmuyorlar. HDP’nin çalışmalarına saldıranlar kovuşturulmuyor. Kaybetme korkusu paçalarını tutuşturdu. Hukuk artık bir rehinedir. Kafasına silahı dayamışlar, bekliyor… Daha çok şey yapacaklardır. Seçim vadesinde zevahiri kurtarabileceklerini de düşünüyorum.

Seçim öncesi siz ülkenin hassas noktalarını nasıl gözlemliyorsunuz? Bir yandan yasalarda yapılan son rötuşlar, alanlarda sunulan vaatler vs, nasıl yorumlarınız var?

Bu seçimle her şey baştan başlamayacak. Her şey bitmiş de olmayacak. Böyle bir şey yalnızca AKP için geçerli. Ölüm kalım meselesi olarak bakıyorlar ve hakikaten kaybedecekleri çok şey var. Kaybederlerse medyaları dağılacak, düşmanlık üreten derin dış politikaları çökecek. Torbalardan çıkardıkları yasalar yeniden torbalara girecek. İhaleleri iptal edilecek… Lümpen, görgüsüz burjuvazinin kaybedeceği çok şey var.

Biz kaybedersek kaybetmiş olmayız. Özgürlükçü bir siyasî hareket, Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşundan beri ilk kez kitlesel bir seçmen gücüne ulaştı. Kaybederlerse, ‘bu daha başlangıç,’ deyip siyasî mücadeleyi sürdürürler. Kürtler seksen senedir kaybediyor. Dillerini kaybettiler, köylerini kaybettiler… Ama umutlarını hiç kaybetmediler.

Konserleriniz sürüyor, yaz aylarında da devam edecek, öyle değil mi?

Haziran’da bir albüm var. Bir yandan da konser yapıyoruz. Bir roman projesi de masada bekliyor…