Antoloji ve yöntem

Niçin bazı metinlerin antoloji yoluyla kayıt altına alınması ve sonrasına aktarılması arzulanırken, bazı metinlere “bütün”ün içinde yer verilmemektedir? Bu seçme işleminde “yöntem” nedir?

03 Aralık 2015 15:10

Antolojinin, bir seçme işlemine dayanması ve bu yüzden de mutlaka “dışlama” ve “içerme” üzerine kurulu olması, kaçınılmaz olarak, yöntem sorununu tartışmayı beraberinde getirecektir. Niçin bazı metinlerin antoloji yoluyla kayıt altına alınması ve sonrasına aktarılması arzulanırken, bazı metinlere “bütün”ün içinde yer verilmemektedir? Bu seçme işleminde “yöntem” nedir? Dahası, bu yöntem sorunu gerekçelendirilse bile seçkiyi hazırlayanın yetkinliği de derhal tartışma alanına çekilecektir. Hazırlayana bu yetkiyi kim vermiştir? Türkiye’de hem yöntem hem de “yetki” sorununun, özellikle şiir antolojileri sözkonusu olduğunda, sıkça gündeme geldiğine tanıklık etmek zorunda kalmışızdır. 1935’te Matbuat Umum Müdürlüğü’nün hazırlattığı Anthologie des Ecrivains Turcs’ten Mehmet H. Doğan’ın Yüzyılın Türk Şiirine kadar yayımlanan geniş çaplı tüm antolojilerden sonra bir fırtına kopmuş, itiraz yazıları yazılmıştır. Bir tür antoloji olarak değerlendirilebilecek şiir yıllıkları da, bu fırtına halinin bariz örneği olarak son yılların debdebeli vakasıydı. Antoloji sonrası fırtınalar sırasında, sözünü ettiğim iki sorunun, yani yöntem ve yetki sorununun belirleyici olduğu görülür. Türkiye’deki edebiyat kültürünün “hassasiyetleri” nedeniyle geniş kapsamlı bir antoloji hazırlandığında bir fırtınayı beklemek kaçınılmaz. Ancak geçtiğimiz aylarda yayımlanan Orhan Kahyaoğlu’nun iki ciltlik Modern Türkçe Şiir Antolojisi’nden sonra henüz böyle bir fırtınanın kopmadığına tanıklık ediyoruz. Bunun nedenleri üzerine düşününce, hemen yetki ve yöntem sorunu geliyor akla. Kahyaoğlu’nun henüz büyük bir itirazla karşılaşmaması yönteminin ikna edici olmasından ya da yetkinliğinin kabulünden mi geliyor? Bu yazıda, Modern Türkçe Şiir Antolojisi’nin yöntemi üzerinde durarak Kahyaoğlu’nun çalışmasının kabul görmesinde etkili olan niteliği saptamaya çalışacağım.

Modern Türkçe Şiir Antolojisi - 1920-2000, Orhan Kahyaoğlu, Ayrıntı Yayınları Bugüne kadar yayımlanan modern Türkçe şiir antolojilerinin çoğunluğunda şairlerin doğum tarihini esas alan bir “yöntem” tercih edilirken Orhan Kahyaoğlu, antolojiyi belli dönemleri ve bu dönemler içindeki eğilimleri temel alarak hazırlama yolunu tutmuş, daha önemlisi de, her bölümün başına bu dönemselleştirmeyi gerekçelendirecek eleştirel metinler yazmış. Bundan önceki antolojilerin çoğunluğunda, girişte genel değerlendirme yapan kapsamlı bir metin yazılmış ve her şairle ilgili (biyografik ve eleştirel) bilgiler, seçilen şiirlerden önce verilmişti. Orhan Kahyaoğlu ise internet çağının nimetlerinden yararlanarak biyografik bilgiler vermeden her ana bölüm ve altbölümün başında, nispeten kapsamlı sayılabilecek, yazılar yazmış. Bu tür bir dönemselleştirmeye dayanan kapsamlı ilk antoloji olması nedeniyle Modern Türkçe Şiir Antolojisi’ndeki yöntemi tartışmak, izlenen yolun sunduğu imkânları da, yarattığı sorunları da görmeye bir pencere arayabilir. Bu kısa yazıda bu imkânlara ve sorunlara el verdiği ölçüde değinmeye çalışacağım ama öncelikle Kahyaoğlu’nun yöntemini açıklığa kavuşturmak gerekiyor.

Yöntem

Modern Türkçe Şiir Antolojisi’nin yöntemi örtülü biçimde olsa da “Önsöz” başlıklı bölümde anlatılmaya çalışılıyor. Yöntemin örtük biçimde anlatıldığı bu bölümde Kahyaoğlu, aynı zamanda, antolojiye dönük muhtemel eleştirilere de cevap verme gereği duymuş. Yöntemin nasıl şekillendiğine de ışık düşüren bu cevaplar, antolojide izlenen yoldan daha çok Türkiye’deki edebiyat kültürünün bazı özelliklerini ele vermesi noktasında ayrı bir önem taşıyor. Başka bir deyişle, Kahyaoğlu’nun beklediği eleştiriler ve bunlara cevap sunma telaşı, “şiir ortamı”nın hali hakkında ipuçları sunuyor.

Orhan Kahyaoğlu, modern Türkçe şiire başlangıç noktası olarak 1920’yi, aslında 1923’ü aldığını belirttikten sonra Türkçe şiirin 20 yılı esas alarak beşe bölündüğünü dile getiriyor ve yaptığı “iş”i şöyle açıklıyor: “Modern şiirin 1920-1940, 1940-1960, 1960-1980 ve 1980-2000 arasındaki biçimlenişini gösterirken, Türkçe şiirin açılım ve değişiminde önem taşıyan akım, kuşak ve eğilimlerin yanında, özgün ve biricik şiirleriyle bu serüvende yer alan başlıca şairleri gündeme getiriyoruz. Beşinci ve son bölümse, Antoloji’de yer almayan 2000 sonrası modern şiirin genel panoramasını çizmeyi amaçlıyor” (s.11). Bu noktada beklenen, Türkçe şiirin bu biçimde 20’li yıllara ayrılmasının gerekçesinin sunulması. Kahyaoğlu bu gerekçelendirmeyi “Giriş” ya da “Önsöz”de değil, ilgili bölümlerin başlarında yer alan eleştirel değerlendirmelerde anlatmayı tercih etmiş. Bu durum, bölümlemenin gerekçesinin antolojiye dağılmasına neden olmuş ve bu yüzden de daha çok dikkatli okurun ilgisine sunulmuş gibi duruyor.

Her ne kadar modern Türkçe şiir 20 yıllık bölümlere ayrılsa da, Kahyaoğlu bu bölümlemeyi keskin biçimde ayırma eğiliminde olmadığına işaret eden çok sayıda altbölüm açma gereği duymuş. Altbaşlıkların varlığı dönemselleştirmenin isabetini bulanıklaştırsa da, aynı zamanda, antolojinin kapsamını genişletmesine de imkân veriyor. Bu noktada yöntemin sunduğu sorunu da, imkânı da aynı durum üzerinden görmek mümkün. Altbölümlemeler, Türkçe şiirin tarihsel seyrini görmeye imkân sağlıyor ama aynı zamanda Türkçe şiirin 20 yıllara göre bölümlenmeye direnen bir niteliği olduğuna işaret ediyor.

Yöntem bağlamında Orhan Kahyaoğlu’nun antolojisinin ayırıcı yanına da dikkat çeken önemli bir iddiası var. Kahyaoğlu’na göre “dikkate değer antolojilerin çoğunda 1980-2000 arası dönemi simgeleyen şairlere fazla yer verilmemiştir. Hatta 1970’ler şiiri ve şairlerine de.” “Dönemi simgeleyen şairler”e antolojide yer verilmesini Kahyaoğlu, “yer yer çeşitli risklerin üstlenilmesi” olarak değerlendiriyor ve bu konuda “azami özen” gösterilerek bu şairlerin “biraz daha ayrıntılı olarak bu antolojinin sayfaları arasında yerlerini al[dığını]” belirtiyor (s.11). Hayli kapalı biçimde ifade edilse de, bu sözlerden Kahyaoğlu’nun seçme yöntemine dair önemli ipuçlarını belirlemek mümkün. Bu sözlerden ilk olarak bu antolojinin “dönemi simgeleyen şairler”i bir muhalefetle karşılaşacağını göze alarak seçtiği anlaşılıyor. İkinci olarak da bu muhalefetin en başta “1970’lerin şiiri ve şairleri” üzerinden beklendiği görülüyor. Bu noktada antolojinin amaçlarından birinin “dönemi simgeleyen şairler”i vermek olduğu ve dolayısıyla Türkçe şiiri tarihsel seyri içinde, kişisel beğeniyi bir yana bırakarak aktarma arzusu taşındığı açığa çıkıyor. Her ne kadar Kahyaoğlu, modern Türkçe şiiri tarihsel seyri içinde “dönemi simgeleyen şairler” açısından dile getirse de, sonrasında, “Antolojiyi oluştururken, kendi beğenilerimiz, elbette belirleyici oldu” diyor ve hemen ardından da şunları ekliyor: “Ancak, birçok şairi, yalnızca kendi beğenimizi esas alarak seçmenin de doğru olmayacağını düşündük. Dolayısıyla, şiirini topyekun beğenmesek de modern Türkçe şiirde dönemsel de olsa taşıdıkları rolleri gözeterek çalışmamıza dahil ettiğimiz çok sayıda şair bulunuyor” (s.12). Burada dile getirilen “beğeni-tarihsellik” ikilemi, bölüm başlarında yer alan eleştirel metinlerde de yer yer yeniden karşımıza çıkıyor. Ancak nihai noktada tarihselliğin öne çıktığını de belirtmek gerekir. Kahyaoğlu’nun antolojisini önemli kılan da zaten yönteminin bu niteliği. Aksi takdirde yalnızca “sevdiğim şiirler” türünden bir toplamla karşılaşma sonucu ortaya çıkacaktı.

“Seçme” yöntemini “dönemi simgeleyen şairler” üzerinden gerekçelendirken Kahyaoğlu, dönemin genel havasını vermeye çalıştığını “ama kıstası[nın], her zaman şairden çok şiirin kendisi ol[duğunu]” da belirtiyor ve bu konunun üzerinde nispeten ayrıntılı biçimde duruyor. “Şiir-içi yaklaşım” olarak adlandırdığı bu tavrı şöyle tanımlıyor: “İdeolojiyi şiiri okuyarak, onun içinden çıkarmak, hissetmek ve kavramaya çalışmak gerektiğine inanıyoruz, metne yönelik genel, toplumsal yaklaşımlarımız ve tespitlerimiz ile yazılan şiir arasında bir çatışkının olduğunu düşünüyoruz. Şairin ideolojisinin ne olduğu değil, dil, biçim, biçem ve söyleyiş tarzlarının özgünlüğü hepsinin üstünde bir kıstas bizim için”. Tüm bu açıklamanın nedenini de hemen sonraki cümleden öğreniyoruz: “Kendi ideolojimizle örtüşmeyen birçok şairi şiirlerinin önemi dolayısıyla Antoloji’ye aldık” (s.13). Kahyaoğlu’nun bu tavrın üzerinde bu denli ayrıntılı durması Türkiye’deki edebiyat kültürüne dair önemli bir ipucu veriyor. Siyasetin temel belirleyen olduğu Türkiye’de, şiir de elbette bundan nasibini alıyor. Kahyaoğlu da bu durumun farkına olarak yine yükselecek muhalefet sesine karşı tedbir almaya çalışıyor ve dünya görüşünü paylaşmadığı şairleri antolojiye dâhil etmesinin gerekçesini sunmak zorunda kalıyor. Seçme yöntemi bağlamında ölçütünün siyaset değil, edebiyat içi sayılabilecek normlar olduğunu dile getiriyor (Kuşkusuz edebiyatın böyle bir özerkliğinin olup olmadığı hâlâ tartışmaya açık).

“Seçme” işlemiyle ilgili yönteme dair açıklamaların yanı sıra, “Giriş” kısmında “dışarıda bırakmaya dair ölçütler de anlatılıyor. Antolojiye alınmayan şairler konusunda Kahyaoğlu, “her antolojide rastlanacağı” gibi birçok şaire yer vermediğini, bu durumun “onların başarısız şair olduğu anlamına gel[meyeceğini]” belirtiyor. Ayrıca bazı tercihlerin “duygusal” olabileceğini ve bu “duygusallık”ın da insan doğasının bir parçası sayılması gerektiğini dile getiriyor. Yine bu noktada “ilginç” bulunabilecek bir açıklama da var: “Antoloji’ye, şair sayısının sınırlarını çokça aştığımızdan koyamadığımız şairler de bulunuyor. Üstelik bazıları tanıdıklarımız olduğu halde” (s.13). Öncesinde antolojiye “dönemi simgeleyen şairler”in alındığı, yani Türkçe şiirin tarihsel seyrinin esas alındığı belirtildiği için, sonrasında bu türden bir açıklamanın işlevsiz hale geldiği söylenebilir. Bu yüzden ifadelerin yine öncelikli olarak gelebilecek eleştirilere bir yanıt niteliği taşıdığı aşikâr. Bu yüzden de antolojideki yöntemden önce Türkiye’deki şiir ortamıyla ilgili bir “bilgi” olduğu düşünülebilir.

Yine antolojinin “dışarda bırakma” sürecine ilişkin bir nokta da, antolojinin 2000 yılında bitirilmesi ve son 15 yılın metne dâhil edilmemesi. Antolojiler, özellikle güncel şiiri derleme iddiası taşımadıkça böyle bir beklentinin oluşmadığı görülüyor. Ancak Orhan Kahyaoğlu güncel şiir üzerine bir hayli eleştirel metin yazan birisi olarak böyle bir açıklama yapma ihtiyacı duymuş olmalı. Bu yüzden antolojinin sonraki baskılarında bu 2000-2020 dönemini de antolojiye dâhil etmek istediğini dile getirmiş. Bu son dönemden, yani 1980-2000 arasından yapılan seçkiler konusunda da ölçütün 2000 yılına kadar en az bir kitap yayımlamış olmak olduğu söyleniyor. Böylece özellikle genç şairlerden gelecek eleştirilerden sakınmak istediği ortaya çıkıyor.

İmkânlar ve sorunlar

Kahyaoğlu’nun antolojide geliştirdiği yöntemin birtakım imkânlar ve sorunlar yarattığını belirtmiştim. Bu imkânların hepsini burada tartışmak mümkün olmasa da, birkaç önemli noktanın üzerinde durmaya çalışacağım.

Öncelikli olarak antolojinin ayırıcı yanı olan 20’li yılları esas alarak dönemselleştirmenin yarattığı imkânlardan ve sorunlardan söz edilebilir. Türkçe şiirin dönemselleştirilmesinde genellikle siyasi gelişmeler (Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet), bazı edebiyat hareketleri ya da manifestolar (Serveti Fünun, Fecri Ati, Yedi Meşale) ya da bunun her ikisinin birden olduğu durumların ölçüt alınmasıyla karşılaşılıyor (Milli Şiir/Beş Hececiler, 1960’ların şiiri, 80 Kuşağı). Bunların yanı sıra Nâzım Hikmet, Garip ve İkinci Yeni’de olduğu gibi şiir dilindeki değişimi esas alan ayrımlara işaret etmek de mümkün. Tüm bu dönemselleştirmeler tekil olanı tümelin içinde sunmaya çalıştığı için hiçbir zaman tam anlamıyla kapsayıcı olamıyor ve her zaman tümelin içine giremeyen tekile işaret etmek gerekiyor. Kahyaoğlu’nun antolojisindeki ayrım da 20’li yıllar üzerinden bir tümel önerme inşa etmeye çalışırken altbölümlerle bu “temsil edici” ya da tümel niteliği hafifletmeye çalışıyor.

Kahyaoğlu, Türkçe şiiri 20’li yıllara ayırma gereği duysa da antoloji açısından belirleyici olan bu 20 yıllık dönemseleştirme değil, altbölümler. Aslında bu 20 yıllık bölümlemeler olmasa da yalnızca altbaşlıklarla da aynı tarihsel seyri izlemek mümkün. Kahyaoğlu’nun da 20’lik bölümlemeyi hiçbir yerde tam olarak açıklamadığı, asıl enerjisini altbölümlemeler için harcadığı fark ediliyor. Bu yüzden de antolojiyi 4 ayrı bölüm olarak değil, 14 altbölüm açısından değerlendirmek antolojinin yöntemini görmek açısından daha iyi bir yol.

Modern Türkçe Şiir Antolojisi’ndeki yöntem, Türkçe şiiri dönemselleştirmesi ve bu dönemlerdeki eğilimleri ayrı birer bölüm halinde vermesi nedeniyle önemli ama Kahyaoğlu’nun bu yöntemi ilk ciltte değil de daha çok ikinci ciltte etkili olarak kullandığı görülüyor. Bu yöntemin ilk ciltte işlevsel kılındığı tek yer Asaf Halet Çelebi, Celal Sılay ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın yer aldığı bölüm. Asaf Halet Çelebi üzerinden yöntemin nasıl işlevsel kullanıldığı ve yöntemin sunduğu imkânlar görülebilir. Asaf Halet Çelebi her türden dönemselleştirmeye direnen bir şair olarak öne çıkar ve bu yüzden de onu bir gruba ya da döneme dâhil etmek hayli zordur. 1930’ların sonundan itibaren yazdığı şiirlerde ne vezin tartışmalarından, ne sonrasındaki Garip tarzından ne de 1950’lerin ortasında belirginleşen İkinci Yeni şiirinden doğrudan bir iz bulmak mümkündür. Bu yüzden de, Çelebi’nin, dönemselleştirmeye dair geliştirilecek her türlü yöntemin korkulu rüyası olduğunu söylemek yanlış olmaz. İlk kez bir antolojide onun aykırı durumuna bölümleme açısından işaret edildiğini görüyoruz. Asaf Halet Çelebi “1940-1960” dönemselleştirmesinin içinde “Giz ve Düşüncenin Kuşatıcılığı İçinde Doğan Şiirler” başlıklı bölümde yalnızca iki şairle (Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Celal Sılay) birlikte yer alıyor. Dağlarca’nın da uzun ve hayli verimli konumu düşünülünce dönemselleştirmeye direnen bu iki şairin ayrı bir başlık altında ele alınması, yöntem sayesinde onların konumuna doğrudan işaret etmeye olanak sağlıyor.

Dediğim gibi, yöntemin bu biçimde işlevsel kullanılmasına ikinci ciltte daha çok rastlanıyor. Bu bölümlemenin yarattığı dikkate değer “fayda”lardan biri de 1960-1980 döneminin son altbölümü olan “Modern-İslami Mistik Şiirin Biçimlenişi” başlığıyla verilen şairlerin konumu. Bu altbölümde doğum tarihleri esas alındığında birbirinden ayrı yerlerde sıralanacak ama bazı noktalarda ortaklık taşıyan şairlerin bu tür bir dönemselleştirme sayesinde biraraya getirilebildiği görülüyor. Şairlerin doğum tarihlerini esas almamanın yarattığı farklı sonuçlardan birkaçını da Onat Kutlar ve Cevat Çapan özelinde görmek mümkün. 1953 doğumlu Onat Kutlar, 1980-2000 döneminde “Türkçe Şiirde Modern Geleneğin Yeni Yüzü” başlıklı ikinci altbölümde 1959 doğumlu Osman Hakan A. ve 1962 doğumlu Vural Bahadır Bayrıl’la birlikte yer alıyor. Gerekçesi (ve bunun geçerliliği) bir yana, yöntem bu türden farklı sürekliler kurmaya imkân veriyor. Benzer biçimde 1933 doğumlu Cevat Çapan 1960-1980 bölümünde “1980’lerde Modern Türkçe Şiirde Anlatımcılığa Yeni Yol Alışlar” başlıklı bölümde 1953 doğumlu Şavkar Atınel ve 1955 doğumlu Roni Margulies’le aynı bölümde verilebiliyor. Ayrıca Cevat Çapan’ın şiirlerini geç denebilecek yaşlarında yayımlaması nedeniyle bu konumlandırma anlamlı hale de geliyor.

Orhan Kahyaoğlu’nun modern Türkçe şiiri dönemselleştirme yöntemi sürekliliklere, dönemselleştirmeye direnen şairlere işaret etmeye fırsat sunsa da, bu yöntemin (ağırlıklı olarak birinci ciltte yer alan) bazı şairler açısından işlevsel hale getirilmediğini de söylemek mümkün. Örneğin Necip Fazıl Kıskürek, Ahmet Muhip Dıranas ve Ziya Osman Saba, 1920-1940 döneminin ikinci başlığında birlikte ele alınıyor ve her ne kadar onların şiirinin bu ayrım açısından farklı yanına işaret edilse de ayrı bir bölümlemeye gidilmiyor. Benzer biçimde Ercüment Behzat Lav, Behçet Necatigil, Can Yücel gibi şairler ayrı bir altbölümlemeye gidilmediği için farklılıklarına yalnızca eleştirel metinde işaret edilmekle yetiniliyor.

Antolojide geliştirilen yöntemin sunduğu imkânların birinci ciltte yeterince incelmediğini ve bu yöntemin gücünün asıl olarak ikinci ciltte belirginleştiğini söylemiştim. Bu durum eleştirel metinlerde de seziliyor. Kahyaoğlu modern şiirin erken dönemleri hakkında daha yaygın bilgileri aktarma eğilimindeyken ikinci ciltte kendine özgü yorumları daha öne çıkarıyor. Kahyaoğlu’nun eleştirel değerlendirmesinin özgünlük kazandığı dönemlerin gruplandırılmasında da öncesine nazaran daha çok isabet kaydediliyor.

Kahyaoğlu’nun yönteminin sunduğu imkânların yanı sıra bazı sorunlardan da söz etmek mümkün. Bu sorunlar da, daha çok (yine) birinci ciltte ortaya çıkıyor. Bu 20 yıllık dönemselleştirmeler Nâzım Hikmet, Garip ya da İkinci Yeni gibi Türkçe şiir dili açısından kırılma noktalarının yeterince belirgin öne çıkmasına engel oluyor. Garip ve İkinci Yeni’nin aynı dönemin altbölümü olmasının bir sorun yaratacağı aşikâr. Oysa 20 yıllık dönemselleştirme değil de, altbölümlerdeki gibi bir gruplama üzerinden Türkçe şiirin tarihsel seyri takip edilebilseydi, Türkçe şiirde kırılma yaratan bu şairleri daha öne çıkarmak mümkün olabilirdi.

Antolojinin yöntemi açısından en belirgin sorunla Garip şairleri bağlamında karşılaşılıyor. Garip şiiri, bekleneceği gibi, 1940-1960 dönemselleştirmesinin içinde ikinci altbaşlık olarak yer almış ve “Garip Akımı ve Şairleri” başlığıyla üç şairden şiirler seçilmiş. Ancak bu altbölümde Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’dan alınan şiirlerin büyük çoğunluğunun Garip tarzı ile bir ilgisi yok. Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in Garip şiirinden sonra, sırasıyla, 1956 ve 1962’den sonra çok farklı bir şiire yönelmeleri yöntemin sunduğu imkândan yararlanarak farklı bir başlık açmaya olanak sağlayabilirdi. Ancak özellikle ikinci ciltte dönemselleştirmenin sunduğu katılığı aşmak için çok sayıda altbaşlık açılmasına rağmen, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in Garip dönemselleştirmesinin içine hapsedilmesine izin verilmiş. Aynı durumun Behçet Necatigil, Can Yücel, Metin Eloğlu gibi şairler açısından da geçerli olduğu söylenebilir. Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in Garip şiirine hapsolmasına benzer biçimde Attilâ İlhan da şiirinin ayırıcı yanını belirginleştirmeyen bir bölümlemenin içinde yer almak zorunda bırakılmış. Attilâ İlhan politik açıdan yakın olduğu ama şiir dili açısından farklılaştığı “toplumcu şiir”in bir parçası olarak kendine yer bulabilmiş.

Bitirirken

Bugüne kadar yayımlanan antolojilerin çoğunluğu, temel olarak şairlerin doğum tarihlerini esas alarak bir sıralama yapma yolunu tutmuşken ve bu yol artık geçerli kabul edilmişken, Modern Türkçe Şiir Antolojisi’nin hem dönemselleştirme ve bölümleme hem de eleştirellik bağlamında “antoloji tarihimiz” açısından yeni bir sınır çizgisi çektiği söylenebilir. Hem Türkçe şiiri dönemselleştirirken önerdiği yöntem hem de antolojinin gövdesini oluşturan eleştirel metinler, bundan sonra hazırlanacak antolojilerin çıtasını oluşturmaya aday nitelikte. Dolayısıyla bundan sonraki antolojilerin “dikkate değer” olabilmek için Modern Türkçe Şiir Antolojisi’ni aşması gerekiyor.

İllüstrasyon: Yeşim Paktin