Sinema kariyerini başlatabilmek için her türlü engelle mücadele eden Sly'ın hikâyesi, aslında milyonda bir gelen bir şans için her şeyiyle mücadele eden ve ayakta kalmayı başaran Rocky'nin hikâyesiydi
24 Mayıs 2018 14:06
Her hikâye; bir duygunun, hissin ya da düşüncenin anlatılması için bina edilmiş bir metafordur. Evrensel düzeydekini yakalayan ve üstüne bina ettiği metafor ne olursa olsun temeldeki hissiyattan uzaklaşmayan hikâyelerin bizi ele geçirmemesi oldukça zordur. Fakat böyle bir hikâyeyi sanatçı nereden bulur? Evrensel olan hepimizin içinde olduğu kadar sanatçının da tam içindedir. Önemli olan, o formu yakalama kabiliyeti ve anlatma cesaretidir. Bu yüzden sanatçı biyografilerini okumak her zaman heyecan vericidir. Çünkü biyografisi, sanatçının kaynağıdır. Çünkü sanatçının kendi hikâyesini ve yarattığı hikâyeyi kıyaslamamızı sağlar. Çünkü böylece sanatçının dokunuşu ve mahareti daha çok açığa çıkar.
Bu şekilde paralel okumanın en keyifli olduğu örneklerden biri, Sylvester Stallone üzerinden Rocky’nin hikâyesini okumaktır. Biyografisiyle eserinin hikâyesi birbiriyle bu denli iç içe geçmiş ve devamlı beraber okunan çok az sanatçı vardır. Çünkü Sly, kendisinin de dediği gibi, Rocky’dir.
Sylvester Stallone, doğumda anne rahminden zorlanarak çıkarıldığı için yamuk bir ağız ve garip bir konuşma biçimiyle doğmuştur. Çocukluğundan itibaren aktör olmak istemiş ancak görüntüsü ve konuşma şekli yüzünden defalarca reddedilmiştir. Evlenmesine rağmen bir işe girmektense, ajansların kapılarını eskitmeye devam eder yine de birkaç figüranlık dışında rol bulamaz. Üç yüz kişilik bir düğün sahnesinde ekstra olmak için The Godfather’a başvurduğunda dahi reddedilmiştir. Kısacası Sly’ın hikâyesi; yalnızca çok uzaktan görüneceği, kalabalık yapmak için orada olacağı, oyunculuk yeteneği dahi gerektirmeyen bir sahnede bile oynaması istenmemiş ancak aktör olma hayalinden asla vazgeçmemiş bir adamın hikâyesidir.
Üstelik evde de işler hiç iyi gitmemektedir. Karısı bir işe girmesi için ısrar etse de o, aktör olmaya dair açlığını kaybetmemek için iş bulmayı reddeder. Esasında kadere teslim olmayı reddeder. Zira işe girdikten sonra zamanla konfora alışacağını, denemeyi bırakacağını ve kalabalıktaki bir başka figürana dönüşeceğini bilir. Üstelik figüran rolleri için bile reddedilirken denemeye devam etmektedir.
Beş parasız olmasına rağmen, işler kötüye gitmeye devam eder. Artık ısınmak için yakıt giderlerini de karşılayamayacak durumdadırlar. Bir gün ısınmak için New York Halk Kütüphanesi'ne gider ve şans eseri masanın üzerine bırakılmış bir Edgar Allan Poe kitabını karıştırmaya başlar. Poe, Sly’ın bakış açısını değiştirir. Sly, “Poe, beni kabuğumdan çıkardı. İnsanlara, görünüşümün öneminin olmadığı bir yolla da ulaşabileceğimi gösterdi" der. Böylece Sylvester, belki de yazar olabileceğini düşünmeye başlar.
Bu sefer, koltuğunun altında senaryolarıyla ajansların kapılarını çalmaya başlar. Farklı bir yolla sinema dünyasına girmeyi denemektedir fakat hikâye değişmez ve bütün kapılar yüzüne kapanmaya devam eder. Yapabildiği tek şey 100 dolara Paradise Alley’in senaryosunu satabilmektir. Artık hayatta kalabilmek için karısının mücevherlerini satmak zorunda kalır, ki bu olay evliliği için de dönüm noktası olur. Karısı da artık kendisinden nefret etmektedir. Başarısızlık üzerine başarısızlık gelir ve elinde kalan tek şey köpeğinin kendisine gösterdiği karşılıksız sevgidir. Fakat bu da uzun sürmez.
Parasızlığı öyle bir noktaya gelir ki artık köpeğini besleyemeyecek durumdadır. Sly, köpeğini satmak üzere bir içki dükkânının önünde beklemeye başlar. Köpeğini 50 dolara satmak ister ama almak isteyen adam pazarlıkla 25 dolara köpeğini satın alır. Hayatta karşılıksız sevgi gördüğü ve belki de hayalleri dışındaki tek tutunacak dalı olan köpeği için pazarlık yapmıştır. O gün için “hayatımın en dip noktasıydı” der ve evine dönüp saatlerce ağlar.
Köpeğini sattıktan iki hafta sonra, Chuck Wepner ile Muhammed Ali’nin maçını seyreder. Wepner, hiçbir şekilde Muhammed Ali’nin klasmanında olmayan ve ilk üç rauntta yıkılması beklenen bir boksördür. Herkes Wepner’la alay etmektedir. Ta ki dokuncu raunda kadar. Ne kadar kötü dayak yerse yesin kalkıp dövüşmeye devam eden Wepner, dokuzuncu rauntta Ali’yi yere serer. Ali’nin bütün kariyeri boyunca yalnızca üç kere yere düştüğünü düşünürsek, Wepner çok büyük bir zafer elde etmiştir. Wepner, 15’inci raundun son saniyelerinde devrilerek nakavt olur ancak azmi ve kararlılığıyla bütün dünyayı etkilemiştir. Etkilediği kişilerden birisi de Sylvester Stallone’dur. Wepner’ın hikâyesinin hayat için mükemmel bir metafor olduğunu düşünen Sly, hemen evine döner ve kâğıt kalemi eline alır. Tam 20 saat boyunca aralıksız yazar ve 20 saatin sonunda elindeki senaryonun adı Rocky’dir.
O gün yazılan senaryonun yalnızca beşte biri filmde kendine yer bulmuştur ancak bu sefer Sly’ın elinde iyi bir senaryo vardır. Bu defa Rocky’nin senaryosunu yanına alıp ajanslara gider ancak reddedilmeye devam eder. Ta ki Robert Chartoff ve Irwin Winkler’la tanışana kadar. Chartoff ve Winkler, senaryoya inanırlar ve meteliğe kurşun atan, yarı aç ajansların kapısını arşınlayan bu adama senaryosu için tam tamına 125 bin dolar teklif etmişlerdi. Satabildiği tek senaryosu olan Paradise Alley’den yalnızca 100 dolara satan Sly, şok olmuştu. Ama şok olma sırası Chartoff ve Winkler’daydı. Sly, senaryoyu satmak için tek şartının başrolde kendisinin oynaması olduğunu söyledi. “Ama sen yazarsın” dediler. “Hayır, ben aktörüm” yanıtını aldılar. Sly’ın çocukluğundan beri, bütün aksi kanıtlara rağmen, kendi kendisine söylediği tek şey buydu belki de: “Ben aktörüm.” Prodüktörler, onu aktör değil, yazar olduğuna ikna etmeye çalıştılar ancak nafileydi. Sly: “Bu benim hikâyem. Rocky benim. Bunu ben oynamalıyım” dedi. Prodüktörler de kararlıydı. Tanınmayan birine bu parayı vermeyeceklerini, paralarını çöpe atmayacaklarını söylediler: “Ya bu parayı kabul et ya da odayı terk et.” Sly, “Eğer böyle düşünüyorsanız, senaryomu hiç anlamamışsınız.” dedi ve odayı terk etti. Cebinde beş kuruşu olmayan bir adam 125 bin dolara arkasını dönmüştü. Rocky hayranlarının, eleştirmenlerinin neden bu hikâyeyi yüz binlerce kez anlattığını ve hikâyenin filmden neden ayrılamadığını anlamak zor değil. Bu motivasyonu ve adanmışlığı anladığınız zaman, Rocky’yi 15 raunt boyunca ayakta tutan iradeyi de anlıyorsunuz. Rocky denen sokak serserisi, kendisine bir serseriden daha fazlası olduğunu kanıtlamak için ayakta kalıyordu. Sylvester Stallone için de aynısı geçerliydi. Sly, dışarıdan bakıldığında; 29 yaşında, evini geçindirmekten aciz, “en yakın arkadaşım” dediği köpeğini satan ve bütün bunları figüran olarak bile giremediği sinema sektörüne adım atmak gibi çocukça bir hayal için yapan bir serseriden başkası değildi.
Senaryosunu satmayı reddettikten birkaç hafta sonra, Chartoff ve Winkler, yeniden Sylvester’ı aradılar. Bu seferki teklifleri 250 bin dolardı. Sly, yine reddetti. Son teklif 350 bin dolardı. Ancak mesele parayla ilgili değildi. Sly, “Ben olmadan olmaz” dedi. Nihayet, prodüktörler anlaşmaya vardılar ve Sly’a hem senaryosu hem de aktör olması için 35 bin dolar ödediler. Sly, hayallerine yaklaşmıştı. Bu sefer talih yüzüne gülmüştü. Sadece senaryosuna 350 bin dolar öneren prodüktörler, hem senaristlik hem de aktörlük için 35 bin dolar ödemişlerdi ancak meselenin parayla bir ilgisi yoktu. Yine de paraya ihtiyacı olduğu bir gerçekti. Yıllardır fakirlik çeken, son zamanlarında evini doğru düzgün ısıtamayan, hatta karnını bile doyuramayan bu adamın parayı alır almaz ziyafet çekmesi, parti yapması, çılgınlar gibi eğlenmesi işten bile değildi. Ama o, koşa koşa köpeğini sattığı içki dükkânının önüne gitti. Aralıksız üç gün boyunca, köpeğini sattığı adamın buraya tekrar uğramasını umut ederek bekledi. Üç günün sonunda en yakın arkadaşını ve onun yeni sahibini karşısında gördü. Adama köpeğini geri almak istediğini söyledi ve 100 dolar teklif etti. Ancak köpeğin yeni sahibi de bu güzel yaratığı çok sevmişti. Sly 500 dolar teklif etti. Adam “Katiyen olmaz” diyordu. 1000 doları da kabul etmedi. Ama Sly, bütün hayat hikâyesinde olduğu gibi bunda da inatçıydı. Adamı, 15 bin dolar ve Rocky’de bir rol karşılığında köpeğini geri vermesi için ikna etti.
Sinema kariyerini başlatabilmek için her türlü engelle mücadele eden Sly’ın hikâyesi, aslında milyonda bir gelen bir şans için her şeyiyle mücadele eden ve ayakta kalmayı başaran Rocky’nin hikâyesiydi. Ancak Rocky’nin diğer hikâyesini de unutmamak gerek. Rocky’yi bu kadar sevmemize neden olan ve Rocky’nin diğer underdog hikâyelerinden ayrılmasını sağlayan özü; Rocky’nin altın kalpli mizacı, insanlığa ve insanlara inanan, içimizi ısıtan tavırları ve sahteliğe karşı yabancılaşmış ruhunda gizlidir. Sly’ın para kazanır kazanmaz köpeğini almak için o içki dükkânının önüne koşması ve kazandığı paranın neredeyse yarısını köpeğini geri almak için harcaması, Rocky’de tecessüm eden Sly’ın tertemiz kalbinin göstergesinden başka ne olabilir?
Sly, filmin başrolünü kapmıştı fakat prodüksiyon firması bu karardan memnun değildi. İki milyon dolar olan filmin bütçesini bir milyona indirdiler. Chartoff ve Winkler, filmin bütçesine ek yapabilmek için evlerini ipotek ettirmek zorunda kaldı. Filmin müzikleri için yalnızca 25 bin dolar ayırabiliyorlardı ve bu fiyata genç müzisyen Bill Conti’yle anlaşabildiler. Conti, sinema tarihinin en iyi soundtracklerinden birisi olan Gonna Fly Now’ı ve filmin bütün müziklerini yarattı. Elindeki para bütün bir orkestrayı kayıt stüdyosuna getirmeye yetmediği için enstrüman sayısını azaltmak durumunda kaldı.
Yönetmen koltuğuna John G. Avildsen getirildi. Avildsen, Rocky’yle birlikte Oscar kazansa da o zamana kadar kayda değer bir başarısı yoktu. Avildsen’in ön-prodüksiyon aşamasındaki en büyük başarısı, kameranın başına Garrett Brown’ı getirmesi oldu. Brown, steadicamin mucidiydi ve onun icadı filmin antrenman montajına, et fabrikasındaki gezme sahnelerine, buz pisti sahnesine ve boks sahnelerine daha önce hiçbir filmde görülmemiş bir üslup kazandırdı. Steadicamin özelliği, bir düzenek yardımıyla kamerayı, kameramanın vücuduna bağlamasıydı. Böylece bir ray sistemine gerek kalmadan hareketli sahneleri takip etmeyi kolaylaştırıyordu ve ray kurmanın imkânsız olduğu merdiven gibi yerlerde kullanılabiliyordu. Brown, steadicami icat ettiğinde, bu icadıyla test görüntüleri çekmiş ve icadını satabilmek için film şirketlerine yollamıştı. Test görüntülerinden birisinde kız arkadaşı Philadelphia Sanat Müzesi'nin merdivenlerini tırmanıyor, kamera ise onu merdivenleri çıkarak takip ediyordu. Aynı mekân ve teknik, bu sefer Rocky merdivenleri tırmanırken filmin antrenman montajında kullanılmış ve bu sahne sinema tarihinin unutulmazları arasına girmişti.
Film tamamlanana kadar ekip pek çok zorlukla karşılaştı ve her birinin üstesinden yeni bir yaratıcılıkla geldi. Buz pistindeki sahne kalabalık bir kafede geçiyordu ancak filmin bütçesi figüranları karşılamak için yeterli değildi. Sahneyi; boş bir buz pistinde, tek figüranlı olarak uyarladılar ve filmin bütününe bakıldığında, temaya çok daha uygun bir sahne elde ettiler. Rocky’nin antrenman sahnesi için çarşıdan geçmesi gerekiyordu ancak sokağı kapatıp figüran tutmak için yeterli para yoktu. Gerilla çekim yaptılar ve -bir esnafın koşan Rocky’ye portakal fırlatması dâhil- pek çok paha biçilmez tepki yakaladılar. Stallone, boks sahnelerinin koreografıyla anlaşamadığı için koreograf seti terk etti. Sly, koreograftan şikâyet ediyordu çünkü koreografın önerdiği sahneler “film kokuyordu.” Koreografın ayrılmasıyla Sly, boks sahnelerindeki her bir yumruğu ve hareketi senaryo olarak yazdı. Bunun sonucu olarak da daha önce hiç olmadığı kadar gerçekçi boks sahneleri ilk defa beyazperdeye geldi.
Fakat, o sahneler beyazperdede hiç gösterilmeyebilirdi. Prodüksiyon firması, son hâlini gördükten sonra, filmi televizyona satmaya karar vermişti. Başroldeki boksörün sonunda galip gelmediği bir filmi kimsenin sinemada izlemek istemeyeceğini düşünüyorlardı. Bu sorun da çözüldü ancak Rocky, çok az sayıda sinemada gösterime girebildi. Film hakkındaki ilk yazı The New York Times’da yayımlandı. Yazı; filmi, prodüksiyonu ve Stallone’u yerin dibine sokuyordu. Ama belirleyici tepki seyircilerden geldi. Az sayıdaki gösterimlerde filmi izleyenler ağlıyor, tezahürat ediyor ve ayağa kalkıp Rocky’yi alkışlıyorlardı. Film bir anda o kadar büyüdü ki ABD’deki bütün salonlarda Rocky gösteriliyordu. Daha sonra şöhreti dünyaya yayıldı ve 225 milyon dolarla film, 1976’nın en çok hasılat yapan filmi oldu.
İkinci başarı Oscar adaylıkları açıklandığında geldi. Film, dokuz dalda 10 adaylık elde etti. Stallone’un performansı o kadar beğenildi ki aralarında Roger Ebert’in de olduğu bazı sinema eleştirmenleri tarafından “yeni Marlon Brando” olarak gösterildi. Bu başarıya bir de hem En İyi Senaryo hem de En İyi Oyuncu dalındaki Oscar adaylıkları eklendi. Bu iki kategoriye birden aynı yıl aday olan sadece iki isim vardı: Charlie Chaplin ve Orson Welles. Bir sene öncesine kadar bütün kapılar yüzüne kapanan Sly, artık devler ligindeydi ve adı en iyilerle anılıyordu. 1977 yılının Oscar töreninde film, En İyi Kurgu ve En İyi Yönetmen ödüllerini kazandı. Gecenin finalinde ise All the President's Men, Bound for Glory, Network ve Taxi Driver’ı geride bırakarak En İyi Film Ödülü'nü göğüsledi.
Rocky, her biri Sly’ın hayat hikâyesiyle paralellikler taşıyan beş devam filmi daha yaptı. Rocky V dışındaki bütün yapımlar büyük başarılar elde etti ve seri 2006 yılında Rocky Balboa ile sona erdi. Fakat 2015 yılında, Rocky yeniden beyazperdeye döndü. İlk defa Sylvester Stallone’un senaryosunu yazmadığı ve yardımcı erkek oyuncu rolünü üstlendiği Creed, Rocky hayranları tarafından çok sevildi. Film, Stallone’un 39 yıl sonra aynı karakteri oynayarak Oscar’a aday olmasını sağladı. Stallone, aynı karakteri oynayarak Oscar’a iki defa aday olan altıncı isim oldu. En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında ise Altın Küre'yi kazandı. Adı açıklandığında, Tarantino’dan Will Smith’e, Kurt Russell’dan Brad Pitt’e kadar salondaki herkesin yüzünde inanılmaz bir mutluluk vardı. Yetmiş yaşındaki Sly, ödül konuşmasını şöyle sonlandırdı:
“Hayalî arkadaşım Rocky Balboa’ya, sahip olduğum en iyi arkadaş olduğu için teşekkür ederim.”
Salondaki çığlıklar, Rocky Balboa’nın herkesin kalbinde hâlâ ilk günkü gibi kocaman bir yeri olduğunu görmek için yeter ve artardı.
Rocky (1976): İlk filmin başarısı
Kırk yıl boyunca ekranda kalmayı başaran ve takıntılı hayranları olan serinin, en başarılı yapımı kuşkusuz ilk filmdi. Oscar adaylıkları, düşük bütçeyle film yapımının en iyi örneklerinden biri olması ve gişe başarısı bir yana, Rocky, karakterini o kadar başarılı bir şekilde kuruyordu ki serinin bazı devam filmlerinde karakteri yeniden anlatmasına gerek kalmadan hızlıca aksiyon sahneleri başlıyor ancak seyirci filmleri garipsemiyordu. İlk filmin hikâye anlatıcılığındaki üst düzey başarısı sayesinde seyircinin karaktere yaptığı bilişsel yatırım asla etkisini kaybetmiyordu.
Rocky; her şeyden önce bir karakter filmi. Filmin içerisindeki bütün ögeler, karakterin analizi için filmde kendilerine yer buluyorlar. Filmin; spor, aşk, başarı ve başarısızlık, kenar mahalle, serserilik, adanmışlık, kibir, alçakgönüllülük gibi tüm temaları Rocky’nin varlığı altında eziliyor ve Rocky’de vücut bulduğu oranda yükselerek yepyeni bir forma kavuşuyor.
Rocky, basitçe amatör bir boksörün hayat hikâyesini konu alıyor. Bokstan kazandığı parayla hayatını idame ettiremediği için aynı zamanda bir tefecinin yanında çalışıyor ve boksör olmasının avantajını kullanarak borçluların gözlerini korkutup tefecinin parasını tahsil ediyor. Rocky, en iyi arkadaşları evcil hayvanları kaplumbağaları ve balığı olan yalnız bir adam. Tek insan arkadaşı ise alkolik ve huysuz Paulie. Rocky, Paulie’nin son derece utangaç kız kardeşi Adrian’a âşık ve gününün bir kısmını muhakkak Adrian’ın çalıştığı evcil hayvan dükkânına uğrayıp ona birbirinden kötü şakalar yaparak geçiriyor fakat bir karşılık alamıyor. Öte yandan Rocky, çalıştığı spor salonunda istenmeyen adam hâline geliyor. Antrenörü Mickey, Rocky’den ümidini kestiğini söyleyerek kahramanın spor salonundaki eşya dolabını boşalttırıyor.
Biz Rocky’nin farklı mekânlarla ve insanlarla iletişimine tanık olurken, deyim yerindeyse kader, ağlarını örmeye başlıyor. Dünya ağır sıklet boks şampiyonu Apollo Creed’in, ülkenin 200. kuruluş yılında çıkacağı unvan maçı, rakibinin sakatlığından ötürü iptal olur. Maç iptal olmuştur ancak Apollo, hem yapılan yatırımlardan hem de uzun süredir bu maça hazırlanıyor olmasından dolayı organizasyonu iptal etmek istemez. Maça kısa süre kaldığı için başka rakip bulamayan Apollo, yerel bir boksöre unvan için şans vermeye karar verir. Böylece Amerika’nın bir fırsatlar ülkesi olduğu hikâyesi üzerinden organizasyona gerekli ilgiyi çekebileceğini düşünür. Kendisine en ilginç gelen ismi, Italion Stallion’ı (İtalyan Aygırı) yani Rocky Balboa’yı seçer.
Böylece Rocky, milyonda bir gelecek bir şans elde eder. Eğer kazanırsa, dünya ağır sıklet boks şampiyonu unvanını elde edecektir. Fakat Rocky’nin esas motivasyonu bu değildir. Herkes Rocky’ye, bir sokak serserisinden başka bir şey olmadığını söyleyip durmuştur. Rocky, Apollo karşısında son raunda kadar ayakta kalırsa, kendisine bir serseriden daha fazlası olduğunu kanıtlayacaktır. Rocky için kazanmak ya da kaybetmek önemli değildir. Tek istediği, özgüvenini tamir etmek ve kendisini kendisine kanıtlamaktır. Dövüş günü gelip çattığında, aldığı tüm yumruklara rağmen her seferinde ayağa kalkmasının sebebi de budur.
Rocky’nin açılış sahnesi nedir? Pek çok Rocky hayranı filmin amatör bir boks maçıyla açıldığını hatırlayacaktır. Daha sıkı hayranlar ise filmin, Rocky ile Spider Rico’nun maçıyla açıldığını söylecektir. Fakat filmin ilk karesi nedir? Bu soruda filmin en büyük hayranları bile tökezleyebilir.
Rocky; sinema tarihinin en iyi spor filmlerinden, en iyi aşk filmlerinden, en iyi karakter çalışması filmlerinden biridir ve 40 yıllık serüveni boyunca daima büyük bir hayran kitlesi olmuştur. Fakat hayranlarına (belki de eleştirmenlere) açılış sahnesini sorduğunuzda, bocaladıklarını görürsünüz. Neden?
Rocky’nin en büyük talihsizliği, özellikle ilk filmin ardından gelen filmlerin seriyi bambaşka bir hikâyeye dönüştürmesidir. İlk film, pek çok hayranın en sevdiği film olarak kalsa da filmin ne kadar başarılı bir drama olduğu ve sinematik incelikleri çoğu zaman göz ardı edilmiş/unutulmuştur. Bunda Stallone’un kariyerindeki düşüşün de etkisi olabilir. İlk filmdeki başarısının ardından “yeni Marlon Brando” olarak gösterilen aktör, hızlıca aksiyon filmlerinin kas yığını aktörüne dönüşmüştür. Adı, Orson Welles ve Charlie Chaplin’le anılırken, bir anda kendisini Arnold Schwarzenegger, Bruce Willis, Jean-Claude Van Damme gibi isimlerle anılırken bulmuştur. En sonunda ise Rocky’deki başarısı bir dehanın değil, güçlü sezgilerin sonucu olarak görülmeye başlanmıştır. Fakat burada “kas yığını aptal” yanılgısına düşmekten kaçınmak gerekir. Talia Shire’ın da dediği gibi, elimizde “entelektüel bir mağara adamı” var. Schwarzenegger, “Cennette gibiyim. Her tarafımda kadınlar var. Gerçekten cennetteyim” diye söyleşiler verirken, Stallone, Edgar Allan Poe okuyordu. Stallone’un yazarlıkta Rocky’yle yakaladığı başarıda pek çok yeni, dengeli ve gösterişsiz formülasyonun birlikte çalıştığını görürüz. Tek yapmamız gereken, bu altın kalpli underdog hikâyesine bir de analitik çerçeveden bakmaktır.
Pek çok sinemaseverin Rocky’nin açılış sahnesini hatırlayamamasının sebebi, filmde zekice bir altyapıyı aramıyor olmasından kaynaklanır. Pek çok sinemasever; The Godfather’ın, 2001: A Space Odyssey’in ya da Touch of Evil’ın açılış sahnesini hemen söyleyecektir. Fakat Rocky’nin karakteriyle ilgili fazlasıyla bilgi veren açılış sahnesini hatırlamakta zorlanacaktır. Rocky’de ilk gördüğümüz şey, bir İsa portresidir. Kamera yavaşça aşağı inerken, Rocky’nin yüzünde bir sol kroşe patlar. Kamera geri çekilmeye devam ettikçe izlediği maçtan oldukça mutsuz, yuhalayan ve sahaya bir şeyler fırlatan kalabalığı görürüz. Dikkatli gözler, arkadaki “Resurrection A.C.” yazısını göreceklerdir. Resurrection, diriliş anlamına gelir ve İsa’nın öldükten sonra yeniden dirilişini anlatır. İsa portresinin ve tam yukarıdan gelen neredeyse ilahî bir ışığın altında dövüşen Rocky’nin hikâyesinin aslında bir diriliş hikâyesi olduğu daha ilk sahnede seyirciye gösterilir.
Ancak, İsa motifi bu kadarla sınırlı değildir. Filmin genelinde çok daha büyük bir yer kaplar. Rocky inançlı bir karakter olmasının yanı sıra, aslında bir İsa figürüdür. Rocky, son derece sevimli ve iyi niyetlidir. Ancak daha da önemlisi Rocky, insanlara inanır. Film, uzunca bir süre yapayalnız Rocky’nin, çevresindeki insanların desteğini alması ve onların inancını kazanması sürecini işler. Başka bir deyişle Rocky, havarilerini toplamaktadır.
Maçın ardından evine giden Rocky, evcil hayvanlarını besleyip onlarla konuşmaya başlar. Kendisiyle konuşmaya çalışan antrenörüyle, maç sonunda sohbet etmeye çalışan Rico’yla ve organizatörle konuşmak konusunda oldukça isteksiz görünen Rocky, (sokak müzisyenlerine laf atmasını saymazsak) ilk uzun sohbetini balığı ve iki kaplumbağasıyla yapar. Yalnızlığının, bir anlamda tercih edilmiş bir yalnızlık olduğunu görürüz. Film boyunca da basit, sosyal durumlarda oldukça az konuşan Rocky’nin kendisini güvende hissettiği zamanlarda çenesi düşer. Karakteri sevmemize sebep olan (ve yine filmde gösterişsizce ortaya konulan) sebeplerden birisi de sosyal fobisidir. Rocky, son derece sevilesi ve iyi niyetli bir adamdır ancak kendisini ortaya koymaktan çekindiği için, hatta özsaygısı düşük olduğu için çevresi, onun karakterini tam anlamıyla takdir edemez.
Böylece film tarihinin en büyük kahraman figürlerinden birisi olarak gösterilen Rocky’nin dolayımlanmış kahramanlığına dair bir fikir ediniriz. Rocky, Sylvester Stallone’un formüle ettiği şekliyle bir “anti-anti-hero”dur. Klasik bir kahraman genellikle etik değerleriyle ya da içinde bulunduğu toplumu koruma güdüsüyle sorumluluk alan ve kendisini riske atan karakterdir. Anti-kahraman, kendisini merkeze koyar. Onu güdüleyen, büyük etik ilkelerden çok intikam, hırs, bencillik gibi kişisel meselelerdir. Tefeci için para toplayan, yumruklarıyla para kazanan, kendisini izole eden ve kendisini kendisine kanıtlamak için dövüşen bir karakter olarak Rocky, kahraman olmaktan çok uzaktır. Bütün bu özellikler onu, anti-kahraman yapar. Pek çok anti-kahraman bir noktada kendisine odaklanmayı bırakıp bir kahramana evrilir. Fakat tanıdığımız büyük anti-kahramanların aksine Rocky, daha en başından son derece iyi niyetli ve insancıldır. Kendisine dönük motivasyonları da diğer anti-kahramanlardan farklı olarak oldukça naiftir. Rocky’yi izlerken, onun ince düşünceliliği ve naifliği çoğu zaman içinizi ısıtır, bazen gözleriniz dolar bazen de yüzünüzde istemsiz bir gülümseme belirir. Kaplumbağa yemlerinde pervaneler çok olduğu için kaplumbağaların boğazına kaçmasından şikâyet eden kaç karakter tanıyorsunuz? Belki bu tip karakterlere iyi birer örnek Forest Gump’taki Forest Gump, The Green Mile’daki John Coffey’dir. Ancak Rocky’ye en yakın karakter Il postino’daki Mario Ruoppolo’dur diyebiliriz. Mario Ruoppolo’nun karakterini Scarface’teki Tony Montana’nın bedenine koyduğunuzu düşünün. İşte Rocky’de Sylvester Stallone, tam da bu imkânsız formülasyonu mümkün hâle getirir.
Bir matematik probleminde iki anti birbirini götürürdü. Fakat hayatta ya da kurguda olumsuzun olumsuzlanması bir pozitife eşit değildir. Kat edilen mesafe kurguya dâhildir. Rocky’nin kahraman ya da anti-kahraman değil de anti-anti-kahraman oluşu, bu yüzden filmi bildiğimiz pek çok filmden farklı kılar. Böylece seyirci karakterle benzersiz bir iletişim kurar. Karakter, seyircide iz bırakır. Bu yüzden Rocky 40 yıl sonra beyazperdeye döndüğünde, seyircisini yine karşısında bulur.
Filmin ilk yarısı boyunca Rocky’yi farklı mekânlarda görmeye devam ederiz. Boks maçının ve evdeki sahnenin ardından ertesi gün Rocky’nin ilk uğradığı yer, Adrian’ın çalıştığı evcil hayvan dükkânı olur. Adrian’a bir gün önceden hazırladığı kötü şakasını yapar, istediği tepkiyi alamaz ve kısa süre sonra dükkân sahibi tarafından neredeyse kovulur.
Hemen ardından sözde sert Rocky’yi görürüz. Köşeye kıstırdığı bir adamı tefeciye olan borcunu ödemesi için sıkıştıran Rocky, “Gazzo, 200 doları vermezsen parmağını kırmamı söyledi” diye tehdit eder. Adamın parası çıkışmadığı için sinirlenen Rocky, tabii ki adamın elini kırmadan çekip gider.
Bir sonraki sahnede Gazzo’yla buluşup adamdan aldığı eksik parayı verir. Bu sahnede filmin tek gerçek kötüsünü görürüz: Gazzo’nun şoförü. Devamlı Rocky’ye zorbalık yapan bu adam, filmin “gri” olmayan tek karakteridir. Gazzo, Rocky’yle birlikte arabadan inip adamın parmağını kırmadığı için Rocky’yi azarlar/Rocky’ye sitem eder. Fakat, daha sonradan anlayacağımız gibi Gazzo, tam da Rocky’ye değer verdiği için bu konuşmayı arabanın dışında yalnızken yapar. Başkasının yanında Rocky’nin özgüvenini zedelemekten kaçınır. Yine de şimdilik elimizde Rocky’ye patronluk taslayan bir tefeci vardır.
Bir sonraki sahnede Rocky’yi altı yıldır gittiği spor salonunda görürüz. Rocky, dolabının boşaltıldığını ve daha çok umut vadeden bir sporcuya verildiğini öğrenir. Sinirlenen Rocky, antrenörü Mick’in yanına gider ve Mick’ten ardı arkası kesilmeyen aşağılamalar duyar. Mick, Rocky’nin devamlı onaylama beklediği ve bir türlü bulamadığı bir baba figürü gibidir. Mickey, “Senin tek özel yanın, burnunun hiç kırılmamış olması. Bırak da o şekilde kalsın” der ve Rocky’ye emekli olmasını önerir. Bu sayede ilk sahnede Spider Rico, Rocky’ye kafa attıktan sonra Rocky’nin sinirlenip rakibini acımasızca dövmesinin sebebini anlarız. Rocky’yi iyi bir boksör olduğuna inandıran tek şey bir maçta burnunun asla kırılmamış olmasıdır. Bu, iyi bir boksör olduğunun zayıf da olsa tek kanıtıdır. Rocky, bu kanıta sıkıca tutunur.
Rocky, son olarak bir kez daha Adrian’ın yanına uğrayıp yine yüz bulamaz. Ancak bu sahnede Adrian’ı bir kuş kafesinin arkasında görürüz. Bu, Adrian’ın kabuğundan çıkamadığının, onu engelleyen bir şeyler olduğunun görsel bir metaforudur. Adrian, Paulie’yle kavga ettiği gece Rocky’ye “Ev arkadaşı ister misin” diye sorduğunda, yanında bir kafes durur. Çok sonra gelecek bu sahneyle Avildsen, kuşun kafesten uçtuğunu anlatır. Ancak şimdilik kafesin içerisindedir. Rocky, daha sonra Paulie’nin yanına uğrar. Fakat küçük detayları atlamayalım. Soğuk bir gecede sokakta yatan bir adamı bara taşıyan Rocky, Paulie’nin bitmiş bardağını ona fark ettirmeden kendi birasıyla doldurur. Avildsen’in başarısı, bütün bu sahneler boyunca yakın plan çekime geçmeyerek dikkatimizi bu küçük iyiliklere çekmeye direnmesidir. Böylece karakterin ve çevresinin ruhunu kusursuzca yakalar. Rocky; altın kalplidir, sevimlidir, hatta tapılası bir adamdır ancak yalnızca iyice baktığınızda bunu görebilirsiniz. Ne Rocky ne de Avildsen bunları gözünüze sokar. Bu sırada huysuz ve alkolik Paulie’yle tanışırız ancak Rocky, onun da arkasını kollamaktadır. Paulie birasının parasını ödemez, Rocky hesabı hâlleder. Rocky, Paulie’ye Adrian’la ilgili dert yakınmak için gelmiştir. Paulie, kardeşini aşağıladıktan sonra Rocky’nin ısrarı üzerine onu Şükran Günü için evine davet eder. Böylece Paulie, Rocky’yle Adrian’ın arasını yapmaya çalışmaktadır.
Son olarak Rocky, evine dönerken on iki yaşındaki Marie’yle karşılaşır. Marie, gece geç saatte sokak köşesinde arkadaşlarıyla takılmakta, küfürlü konuşmakta ve sigara içmektedir. Rocky, Marie’yi arkadaş grubunun içerisinden çıkarır ve onu evine bırakırken hayatını böyle çürütmemesi için tavsiyeler verir. Fakat Marie de Rocky’yi takmamaktadır. Bütün tavsiyelerin üzerine “Siktir, aşağılık herif” diyerek hareket çeker. Rocky, “serseri, aşağılık, işe yaramaz” vb. hakaretlerle ne zaman karşılaşsa yüzü düşer. Çünkü bu sözler Rocky’nin kendisiyle ilgili kuşkularının yüzüne vurulmasıdır. Neşesini canlı tutmaya çalıştıkça yalnız başına bir sokakta ya da evinde aynanın karşısında kendisini sorgularken bulur.
Bütün bu olaylar filmin ilk yarım saatini oluşturur. İlk yarım saat boyunca hem Rocky’nin çevresindeki karakterler ve mekânlarla tanışırız hem de Rocky’nin kendisiyle. Kimseye zarar verme niyeti olmayan ve küçük hareketleriyle gönlümüzü daha en baştan fetheden bu adam, yarım saat boyunca aşağılanır veya umursanmaz ama her sahnenin sonunda yalnız başına kalır. İşte, insanların 40 yıldır sevmekten yorulmadığı Rocky’nin özü bu yarım saatte kurulmuştur.
Rocky’nin karakterini ve genel mantığını öğrendikten sonra hikâyenin antagonisti olan Apollo Creed’le tanışırız. Aslında Apollu’yu bardaki televizyonda bir kereliğine görmüştük ancak bu sefer onu özel hayatında görürüz. Apollo, kibirli ama zeki tavırlarıyla bir Muhammed Ali uyarlamasından başka bir şey değildir. Amerika’nın 200. kuruluş yılı için bir unvan savunma maçına çıkacak Apollo’nun rakibi sakatlığı yüzünden meydan okumasını geri çeker. Müsabakaya beş hafta kalmıştır ve uygun bir rakip bulunmaz. Apollo, ülkenin 200’üncü yaşına özel bir hikâyeyle gelerek bu maç için yaptığı yatırımı kurtarmak ister. “Fırsatlar ülkesi Amerika” başlığını satmak için, Philadelphia’lı tanınmamış bir boksöre unvan için şans vermeye karar verir. Seçilecek isim yeni yılın ilk gününde Apollo’yla maça çıkacak ve kazanırsa, dünya ağır sıklet boks şampiyonu unvanının sahibi olacaktır. Böylece Philadelphia’lı İsa, Amerikan rüyası hikâyesinin içine atılır. Rocky’nin esas formülünü böylece bulmuş oluyoruz. Rocky, Amerikan stili bir İsa hikâyesidir.
Ancak Rocky henüz kendisini bekleyen unvan maçından habersizdir. Şükran Günü’nde Adrian’ı -Paulie’nin zorlamasıyla- ilk kez dışarı çıkarır. Unutulmaz buz pateni sahnesiyle birlikte artık Adrian, Rocky’ye ısınmaya başlar. Ardından eve giden çift, ilk defa öpüşürler. Rocky, Adrian’a ne olursa olsun inanmayı sürdürmüş ve bu utangaç ve ezik kadını kendisine getirmiştir. Beyazperdede binlerce kez gördüğümüz -gözlüğünü çıkarınca özgüveni yerine gelen kadın- klişesiyle birlikte Adrian, Rocky’nin bir numaralı destekçisine dönüşür. Bütün kapılar suratına kapanan İsa, en büyük havarisini kazanmıştır. Artık, Adrian ve Rocky, unutulmaz bir aşk hikâyesinin kahramanlarıdır.
Fakat Rocky, ilk desteğini aynı günün sabahında Gazzo’dan almıştır. Tefeci Gazzo, Rocky’nin Adrian'la buluşması olduğunu öğrenince, cebine 50 dolar sıkıştırmıştır. Karşılık beklemeden para veren tefeci, Rocky’nin kişiliğiyle kazandığı ilk havarisidir. Gazzo, dövüşün duyurulmasının ardında da Rocky’nin cebine 500 dolar sıkıştırır. Yine, hiçbir karşılık beklemeden.
Sırada Mickey vardır. Büyük dövüşün öğrenilmesinden önce Rocky ve Mickey yeniden kapışırlar. Mickey, Rocky’yi iyi bir dövüşçü olma potansiyeli olduğu fakat bunu harcadığı için azarlar. Mickey eski tip bir antrenördür. Bağırır, azarlar fakat temelde iyi niyetlidir. Rocky’ye, kendisini heba ettiği için öfkelidir. Rocky’nin unvan maçına çıkacağını öğrendiğinde kapısını çalar. Mick, Rocky’nin boşa harcanmasını istemez. Onu maça hazırlamaya hazırdır. Ancak Mick’in pozisyonu biraz problemlidir. Zira piyango vurduktan sonra arayan akrabadan farksızdır. Rocky, Mickey’i evinde istemediğini hareketleriyle belli eder. Fakat Mick evi terk ettiğinde dayanamayıp bağırmaya başlar. İhtiyacı olduğunda yanında olmadığı için Mickey’ye kızgındır. Ancak esas olarak iki şeyi dışa vurur. Unvan için şansı yokken, bir serseriyken kabul edilmek, sevilmek ve destek görmek istemiştir. Zamanında gelmeyen destek için öfkelidir. İkinci olarak da maçı kaybedeceğine inanmaktadır. Rocky, şampiyonun klasında değildir. Şampiyondan dayak yiyeceğini bilmektedir. Rocky, korkmaktadır. Ancak bu iyilik meleği insanlara ikinci bir şans vermeyecekse kim verebilir? Daha konuşması biter bitmez pişman olan Rocky koşa koşa Mickey’nin yanına gider ve onun gönlünü alır.
Lineer havari toplama hikâyesine uymayan tek karakter Paulie’dir. Paulie’nin en başından beri Rocky’nin tek arkadaşı olduğunu görürüz. Fakat bu arkadaşlığı tetikleyen şeyin ne olduğu belli değildir. Paulie, kız kardeşini devamlı aşağılayan ve onu ezik olduğuna inandıran kişidir. Alkolik ve huysuzdur. Durduk yere kavgalar çıkarır. Rocky’yi içinde bulunmak istemediği durumlara sokar. Fakat Rocky, Paulie’den uzaklaşmaya çalışmaz. Çiğ etleri yumruklamayı keşfettiği sahnede aslında Paulie’den sinirini çıkarmaktadır. Evde Adrian onun yaralarını sararken Rocky, Adrian’a Paulie’nin aslında iyi bir insan olduğunu ama zorlu bir karakteri olduğunu söyleyerek yine de Paulie’yi savunur. Filmde, Paulie’nin geçmişiyle ya da Paulie ve Rocky’nin arkadaşlıklarının geçmişiyle ilgili bilgi verilmez. Elimizdeki tek bilgi, Şükran Günü Rocky kapının arkasından Adrian’la konuşmaya çalışırken yönetmenin yakaladığı harika bir görüntüdür. Paulie’nin bahriyeli kostümüyle bir pozu çerçeve içinde dururken hemen arkasındaki aynada yansıyan şimdiki hâlini görürüz. Bu sahne bize Paulie’nin alkolik ve problemli bir adama “dönüştüğünü” söyler. Paulie; -muhtemelen- kaybetmiş, yenilmiş, ayağa kalkamamış ve eskiden var olan saygınlığını kaybetmiş bir adamdır. Israrla Gazzo’nun yanında işe girmek istemesinin sebebi de bir şekilde saygı görmektir. Hayatından, işinden ve kız kardeşine bakıcılık yapmaktan nefret ettiğini devamlı vurgular. Böylece filmin incelikli ve gösterişsiz tavrı Paulie’nin hikâyesine yaklaşımında bir kez daha ortaya çıkar. Rocky’nin Paulie’ye bağlı kalmak için sebepleri vardır ancak bu sebepler gözümüze sokulmaz. Çok kısa bir an için Paulie’yi Paulie yapan muhtemel sebep gösterilir fakat bu Paulie için bir bahane olarak bize sunulmaz. Rocky’nin etrafı onun içini görmeyenlerle doludur ancak o aynı hatayı çevresindekilere yapmaz. Paulie’de dışarıdan görülen her defoya rağmen Rocky, Paulie’ye inanmaya devam eder.
Kimsesi olmayan St. Rocky artık ringe çıktığında arkasında Adrian, Mickey, Paulie, Gazzo ve Mike’ı (hatta Butkus, Moby Dick, Cuff ve Link’i de) bulacaktır. Böylece havarilerini toplama aşaması sona ermiştir. İsa şimdi Amerikan rüyasındaki milyonda bir gelen şansını değerlendirecektir. Anti-anti-kahraman yaratan, Amerikan rüyası ile Hristiyan kahramanını birleştirerek mükemmel dengeyi ve inanılmaz formülleri birlikte çalıştıran film, son darbeyi ahlakî bir mesajdan uzak durmasıyla vurur. Bir buçuk saat boyunca peygamberini yaratan Rocky, peygamberlikle unvan kazanılmayacağını bilir. Rocky, ringe çıktığında ne kadar iyi bir insan olduğunun, duygusal yapısının, sevimli bir romantik olmasının hiçbir faydası olmayacaktır. Aslında bir karaktere bu kadar uzun süre yatırım yaptığınızda hâlihazırda sevdirdiğiniz kişinin, sırf seyircisi onunla bir bağ kurdu diye olmayacak başarılar kazanması klasik kahraman formülasyonunda sırıtmaz. Fakat Rocky; tembel, idealist ve açıkçası ucuz bir hikâyeyi reddederek realist bakış açısını korur. Şampiyonla ringe çıkmak istiyorsan, çok çalışman gerekir. Film, bu basit mantıktan uzaklaşmaz.
Ancak Rocky, bir karakter çalışması olması sebebiyle filmin ilk yarım saatine kadar seyircinin dahi bilmediği bir maça hazırlanmasıyla filmi domine etmek imkânsızdır. Böylece artık spor filmleri için vazgeçilmez bir gelenek hâline gelen antrenman montajı gelir. İki dakika ve 42 saniyelik montaj Bill Conti’nin epik bestesi Gonna Fly Now eşliğinde Rocky’nin antrenman yaptığı maça hazırlık sürecinin konsantre ve dâhiyane bir anlatımıdır. Bu montajda film yapımı adına kayda değer önemli anlar bulunur. Montaj, Rocky’nin arkasında ve uzakta görünen ufacık bir güneş görüntüsüyle başlar. Uzaktaki küçük güneş, Rocky’nin maçı kazanma şansını temsil eder. Kesme yapmadan devam eden sahnede bir fabrika ve onun saçtığı dumanı görürüz. Rocky, rayların üzerinden bu dumanlı görüntüye doğru koşar. Bu ise kazanma şansını yakalamak için Rocky’nin geçmesi gereken acılı çalışma dönemini temsil etmektedir. Bir başka önemli sahne Rocky’nin hız topunu dövdüğü sahnedir. Rocky’yle kameranın arasında duran hız topu karakteri görmemizi engeller. Rocky topu daha hızlı dövdükçe karakterimizi daha rahat görmeye başlarız. Bu kamera açısıyla, Rocky’nin başarıyla arasındaki engellerle ne kadar iyi mücadele ederse, o kadar başarılı olacağı gösterilir. Sahneler hızla değişirken, Rocky’nin acı çeken yüzünü görmeye başlarız. Başarıya giden yolda çekilen acılara şahit olmamız sağlanır. Hızlı kesmelerden oluşan bu sahnelerin ardından Rocky’yi demir atmış bir geminin yanında hızla koşarken görürüz. Rocky deyim yerindeyse gemiyi alt eder. Montajdaki diğer sahnelere oranla oldukça uzun olan bu sahne yardımıyla Rocky’nin antrenman sürecinin sonunda gösterdiği gelişmeyi görmemiz sağlanır. En sonunda ise nihayet Philadelphia Sanat Müzesi'nin merdivenlerini tırmanan Rocky ekrana gelir. Yetmiş iki basamağı hızlıca kat ettikten sonra şehre doğru yumruklarını havaya kaldıran Rocky, yüzüne bütün kapıları kapatan bu şehre karşı özgüvenini ve bedenini tamir ederek ilk zaferini kazanmış olur. Yumruklarını şehrin semalarına doğru kaldırır. Filmin, hikâyesine oldukça güzel şekilde yedirdiği Philadelphia teması bu sahneyle en üst seviyeye çıkar. Bugün bile o merdivenler, “Rocky merdivenleri” olarak anılmaktadır. Avildsen, antrenman montajıyla üç dakikanın altında bir sürede adanmışlığı, başarıya giden yolda çekilen çileyi, kararlılığı, inancı ve çalışmadan başarı gelmeyeceğini anlatarak hem esas hikâyesinden süre çalmamış hem de ucuz bir aziz/kahraman formülüne pabuç bırakmamış olur.
Böylece filmin en önemli sahnesi başlar. Maçtan bir gece önce uyku tutmadığı için yürüyüşe çıkan Rocky, maçın yapılacağı salona uğrar. Organizatör Jergens’la karşılaşır. Salona asılmış posterde şortunun yanlış olduğunu söyler. Jergens, “Çok da önemli değil, değil mi? Bize harika bir şov sunacağından eminim” diye yanıtlar. Bir önceki sahnede merdivenleri tırmandıktan sonra şehre karşı ellerini kaldırıp zaferini kutlamış Rocky’ye aslında kazanma şansı olmadığını hatırlatır. Rocky evine döner. Adrian’ın yanına oturur ve Adrian’a içini dökmeye, korkularını açığa vurmaya ve ne istediğini söylemeye başlar:
“-Yapamam.
-Ne?
-Onu yenemem.
-Apollo’yu mu?
-Evet. Dışardaydım, yürüyüp düşündüm. Kimi kandırıyorum ki? Adamın klasmanında bile değilim.
-Ne yapacağız?
-Bilmiyorum.
-Çok sıkı çalıştın.
-Bir önemi yok. Çünkü öncesinde bir hiçtim.
-Öyle deme.
-Yapma, Adrian, doğrusu bu. Bir hiçtim. Ama bunun da bir önemi yok, biliyor musun? Çünkü düşündüm de bu dövüşü kaybetmemin gerçekten bir önemi yok. Bu adam kafamı yarsa da bir önemi yok. Çünkü tek istediğim sonuna kadar gitmek. Daha önce kimse Creed’e karşı sonuna kadar gidemedi ve ben gidersem, o zil çaldığında hâlâ ayakta olursam, hayatımda ilk kez bileceğim ki, anlıyor musun, yalnızca mahalledeki diğer bir serseri değilim.”
Bu konuşmanın önemini prodüktörlerin dahi yeterince anlayamadığı açıktır. Zira bu sahneyi filmden çıkarmak istemişler ancak Sylvester Stallone bu sahnede ısrar etmiştir. Çünkü bu sahneden sonra, filmin sonunda Rocky’nin kazanıp kaybetmesinin bir önemi kalmaz. Rocky, 15 raunt boyunca ayakta kaldığında, başarmış olacaktır. Filmin evrenindeki herkes saygı duyulası ancak yine de kaybetmiş bir adama bakarken, filmin seyircisi hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kazanmış bir adama bakmaktadır. Sahnenin yalnızca basit bir zoom-inle kesme yapmadan çekilmesi dramatik tonu mükemmel ayarlar. Çoğunlukla yakın plana direnen kamera (kesmeleri saymazsak) ilk defa bu kadar korkusuzca karakterine yakınlaşır. Onu çevresinden izole eder. Filmin başlarında çevresinin onu yalnız bıraktığını görüyorduk. Şimdi Rocky, havarilerini toplamış olsa da onların varlığından fayda göremeyeceği ringe çıkacaktır. O yüzden kamera, çevresini denklemden çıkarıp Rocky’ye yakınlaşmak zorunda kalır. Rocky’nin sevimliliğinin ya da kutsal karakterinin ringde bir faydası olmayacaktır. Jergens’la karşılaştığı sahnenin ardından, arkasında kocaman bir Apollo Creed posteriyle yalnız başına ringde durduğu harika çekimde, aslında ertesi gün neyle karşılaşacağının nefis bir görsel anlatımı vardır. Arka planda Bill Conti’nin Alone in the Ring'ini duymamız da tesadüf değildir.
En nihayetinde maç gecesi gelip çatar. Bu sahneleri ne kadar övsek azdır. Dövüşün mükemmel koreografisi, o koreografiyi ringin içinden ve dışından steadicamle yakalayan Garrett Brown’ın başarısı ve (diğer Rocky filmlerinin ve çoğu spor filminin aksine) slow-motiondan uzak durmanın getirdiği realist üslupla film; üstüne çıkılması oldukça zor bir anlatım yakalayarak sinema tarihinin en iyi spor sahnelerinden birini elde etmeyi başarmıştır. Rocky, sonuna kadar ayakta kalır. Ne kadar darbe alırsa alsın savaşmaya devam eder. Spiker “Onu ayakta tutan ne” diye sordukça, seyirciye Rocky’yi ayakta tutanın ne olduğunu bildiği hatırlatılır. Filmin, büyük jesti Rocky’nin sırrını bizimle paylaşmasıdır. Kendimizi özel hissetmemizi sağlar. Bu adamla hemhâl olabilmek bile kendimizi özel hissettirir. Rocky’ye olan inancımız ve sevgimiz sonsuzdur çünkü gerçekten Rocky’nin içindeki güzel insana inanırız. Rocky, ekran başında da pek çok havari toplamıştır. İnsanlara olan inancı över. Dışarıdaki pek çok Rocky’yi görmemizi, onlara dikkat etmemizi ve bu adamları kaderlerine teslim etmememizi salık verir. Sly, Oscar gecesi En İyi Film Ödülü'nü kazandıklarında, boşuna “Dünyadaki bütün Rocky’ler, sizi çok seviyorum.” demiyordu. Bu film, dünyanın her yerindeki Rocky’lere yazılmış bir aşk mektubudur. İdealizme kaymaya açık hikâyesini devamlı realist çizgide tutarak da başarıya ulaşır.
Zil çaldığında Rocky, maçı kaybetmiştir ancak istediğini almıştır. Rocky, bir kenar mahalle serserisinden çok daha fazlasıdır. Maç biter bitmez, sonuçların açıklanmasını bile dinlemeden “Adrian” diye bağırmaya başlar. Adrian da “Rocky” diye bağırarak ringe koşmaktadır. Adrian ringe çıktığında Rocky’nin ilk sorusu “Şapkan nerede” olur. Dünya ağır sıklet boks şampiyonundan 15 raunt boyunca dayak yedikten sonra hâlâ tek düşünebildiği Adrian’dır. Bir gözü yediği dayaktan kapanmışken bile Adrian’daki en ufak değişikliği, şapkasının olmamasını fark eder ve önemser. İlk kez birbirlerine “Seni seviyorum” derler. Birbirlerine sarıldıklarında ise görüntü donar ve film sona erer.
Film; yürekli, çalışkan Amerikan kahramanını naif, altın kalpli Hristiyan kahramanıyla buluşturur ancak bu iki hikâye asla çakışmayarak paralel ilerler. Burada ahlakî bir mesaj yoktur. İyi bir insan olmanın başarıyı getirmeyeceği açıktır. Filmde, Machiavelli’nin “Silahsız peygamberlerin hepsi kaybetmiştir” ilkesine riayet edilmiştir. Film, bu gerçeğe ihanet etmeyerek ama iki hikâyeyi mükemmel bir dengeyle bir arada tutarak başarıya ulaşır. Serseri görüntüsü yüzünden dışlanan ama altın kalpli olan bir adam ve milyonda bir gelecek bir fırsat yakaladığında bu fırsatı değerlendirerek saygı kazanmış bir underdog.
Rocky; karakter yaratımındaki ustalığı, hikâyesini kurarken ve anlatırken yakaladığı harika tonu ve hikâyesini en iyi şekilde anlatarak kendisini unutturmayı göze alan mükemmel yönetmenlik başarısıyla sinemada eşine az rastlanır bir film olarak tarihe geçmiştir. Bugün Rocky, yeni jenerasyon için televizyonda binlerce kez gördüğü ancak asla zaman ayırıp izlemediği basit bir boks filmidir. Eski hayranları içinse mükemmel bir motivasyon kaynağı ve sevilen bir filmdir ancak onda cisimleşen dâhiyane anlatımın değeri bilinmez. Bir sinema filmi ve hikâye anlatıcılığı örneği olarak Rocky, mükemmelin çok üzerindedir. Rocky, sinematik inceliklerini tam da gözümüze sokmadığı ve hikâyesine hizmet etmek dışında bir amacı olmadığı için bu kadar iyi bir film örneğidir. Maalesef, tam da bu sebeple sinematik başarısı göz ardı edilir. Daha kötüsü Rocky’nin başına gelen Rocky’nin başına gelenin aynısı değil midir? Rocky’yi düşük bütçesiyle kazandığı başarı için saygı duyulan bir underdog hikâyesine dönüştürmek Rocky’yi sadece 15 raunt ayakta kaldı diye sevmekle aynı şey değil midir?