Ada, Her Yalnızlık Gibi

"Ada, Her Yalnızlık Gibi, bellek çekmecelerine, bellek sandıklarına tıkıştırılanların ya da birikenlerin dökümü. Ortalığa saçış değil bu döküm; bilinç akışının yordamıyla düzenlenmiş bir anlatı bu."

23 Haziran 2022 10:30

Kimse yardım edemez. Kendi kendine çözeceksin.

Selim İleri’yi ‘unutuş’ dosyası içinde anmam garipsenecektir. Modern Türk edebiyatının en önemli yazarlarından Selim İleri’nin hiçbir zaman unutulacağını sanmasam da, unutulan yazarları hep anan yazarımızın kendisinin unuttuğu/unutturduğu kitap vardır: Çağdaşlık Sorunları. Yazar, her yazdığını (kimi kez de yazmak ‘zorunda’ kaldığını) sevecek diye bir kural yok. Selim İleri de Çağdaşlık Sorunları’nı kıyıcı bir kitap olarak görüp unutmayı seçmiştir.

İleri için “unutulan yazarları hep anan yazarımız” dedim. Ayşe Sarısayın’ın “Unutulmak –ki sonradan yok ettiğin ilk romanlarından birinin adı da Unutulmak– neden bu kadar belirleyici oldu yaşamında ve edebiyatında?” sorusuna şu yanıtı veriyor Selim İleri:

“Yalnızca unutulmak değil sanırım; biraz da onca emeğin, çabanın göz ardı edilmesi. Allahaısmarladık Cumhuriyet’te olacak, ‘siz unutulmuşlar ordusu’ diyordum. Gerçekten öyle, yazarların, ressamların, şairlerin, sinemacıların, her birinin onca emeği bizde hep unutuluşla yüz yüze geliyor, devamlı bir kopuş, yeni kuşaklar dünün birikiminden habersiz; yarının yeni kuşakları da bugünün birikimden habersiz olacak.

Yıllarca ‘nostaljinin yazarı’ diye anıldım. Oysa geçmişte yaşamak sevdalısı değilim, geçmişsever hiç değilim. Ben, bugün uğruna dünü har vurup harman savurmak tutumuna karşıyım. Nostalji dedikleri, elde kalanı korumak kaygısı. Başta mimari, korunması gerekenler pek çok ve önemli bizim için.” (O Aşk Dinmedi, s. 401)

Hangi yazarın her kitabı ‘genel okur’a yönelik olabilir ki? Özel (ya da Enis Batur’un tanımlamasıyla ‘ülküsel’) okurları yazarlarının her metnini okumaya çalışsalar da, kitap tanıtımı yazanların, eleştirmenlerin gözünden kaçan yapıtlar da olabilir. Selim İleri’nin de böyle bir yapıtı var: Ada, Her Yalnızlık Gibi. (Oğlak Yayıncılık, Eylül 1999)

İleri, Ayşe Sarısayın’la ortak kitabı O Aşk Dinmedi’de (Everest Yayınları, Ocak 2017), Ada, Her Yalnızlık Gibi yapıtı için “hiç anılmayan kitabım” diyor. (s. 312) Bu anılmayışta, yayın-tanıtım-dağıtım sorunlarının da payı olabileceğini ekliyor. “Anlatı mı, roman mı, hepsi birbirine karışıyor, birbirinde eriyor, büyük bir bulanıklık içinde yazmıştım” dese de, kitabın kapağında “anlatı” yazıyor. Konumlandırmak güç gerçekten. Bakış açısına göre anlatı da denebilir bu ‘metne’, roman da. Hatta deneme bile denebilir. Bilinç akışıyla yazılan bu metni post-modern yönleri ağır basan bir roman olarak okudum ben.

Yine O Aşk Dinmedi’ye dönüyorum. “Elli yaşıma doğru ‘ada’ bende bir tutkuya ya da saplantıya dönüştü. Hayatımdan eksilen sevgili insanlarla bir adada yeniden bir araya gelmek, sevgili anılarımla da... Kitabın ilk cümlesi, gerisin akıp gitmesine imkân sağladı. Belirttiğin gibi, otobiyografik yönü ağır basan bir metindir; sevgili insanlarımla yaşadıklarım, onlardan gönlümde kalanlar kılavuzumdu” (s. 312-13) dedikten sonra, otobiyografik kurgularda ister istemez merak edilen ‘kim kimdir’ sorununa değiniyor:

“Fakat bu insanları birebir anmak, yazmak konusunda hayli kararsızdım. Peride Celal’e Peride Celal demek, Necatigil’e Necatigil, Edip Cansever’e Edip Cansever... Bu kararsızlık bende hep sürdü, bugün de. Daha önce de konuştuk: Roman kişisine, anlatı kişisine dönüştürürken gerçek kişilerin sorumluluğunu taşımak zorundasınız, gerçek kişileri yazmak sorumluluğunu. Metnin akışında ikide birde kurmacaya başvurmak zorundayken, onların adına bir şeyler yazmanız hemen hemen olanaksız. Bu sebeple adlardan uzak durdum ve Şair, Ölü Şair, Yaşlı Çevirmen gibi simge adlandırışları yeğlemiştim.” (s. 313)

Kurmaca (roman, öykü, şiir, anlatı ve hatta kimi deneme biçimleri) açısından nicedir geçersiz bir soru, boşa kürek çekmedir ‘kim kimdir’ arayışları. İleri bundan da yılmış olacak, bu romanının yankısız kalışına şu gerekçeyle sevinir görünüyor (bu gerekçede ironi de var elbet):

“Şunu da eklemeliyim: Ada, Her Yalnızlık Gibi’nin yankısız kalışına handiyse sevindim. Çünkü yine ‘o kimdi, bu kimdi’ bilgiçliklerinden kurtuluyordum...”

Ayşe Sarısayın’ın şu saptaması bu kitap için yazma düşüncesini getirdi usuma:

“Günlerdir Ada, Her Yalnızlık Gibi’ye ilişkin bir yorum, eleştiri yazısı arıyorum, ama bulamadım. Tüm kaynaklara bakmama imkân yok, gözümden de kaçmış olabilir tabii.”

Ben de bu çok sevdiğim, 2014 yılında, o sıkıntılı günlerimde açıp açıp okuduğum –özellikle de o sıkıntılarıma bir çözüm gibi görüp ikide bir “Kimse yardım edemez. Kendi kendine çözeceksin” cümlelerinde duraladığım– bu kitap için bir yazı gördüğümü anımsamıyorum. Bir tek, Ada, Her Yalnızlık Gibi’den bir yıl sonra, 2015 baharında okuduğum, Enis Batur’un Plati/Bir Ada Denemesi (Sel Yayıncılık, 2006) kitabının başında bir gerdanlık (epigraf) biçiminde gördüm. Batur, benim ikide bir döndüğüm cümlelerin de olduğu paragrafı buyur etmişti Plati/Bir Ada Denemesi’nin başına:

“Seni Ada’ya çeken bir kitap olmalı. Günlerdir çözümlemeye uğraşıyorsun. Ada. Ada’yı sana seçtiren, sana Ada’yı çağrıştıran bir kitap, bir gravür, bir resim, şiir, harita...

Kimse yardım edemez. Kendi kendine çözeceksin.”

***

Selim İleri’nin Ada, Her Yalnızlık Gibi kitabı 1999 Eylülü’nde yayımlanır. Aynı yılın eylül ayında (belki de aynı günlerde) bir kitabı daha çıkar: Ay Hâlâ Güzel (Kaf Yayıncılık). Öyle sanıyorum ki gazete yazılarının bir seçmesidir bu kitap (Selim İleri’nin tüm yapıtlarının kendi ağzından anlatılması ve yorumlanmasının, yazınsal yolculuğunun ‘belgesi’ olan ve Ayşe Sarısayın’ın titiz kazı çalışmasıyla oluşan –dünya edebiyatında da örneğinin az olduğunu sandığım– o çok önemli yapıt O Aşk Dinmedi’de Ay Hâlâ Güzel’in sözü edilmemiş; o nedenle “öyle sanıyorum ki” dedim). Bu demektir ki birkaç ya da en az bir yılın toplamıdır. Oradaki yazılardan biri, çocukluktaki ve edebiyattaki adalardan söz eden “Ada” yazısıdır. Akşit Göktürk’ten Ada, August Strinberg’den Açık Deniz Kıyısında, Stevenson’dan Define Adası, Virginia Woolf’tan Deniz Feneri, Joseph Conrad’dan Zafer, Sait Faik’ten “Haritada Bir Nokta”, Cahit Sıtkı’dan “Robenson”, Bilge Karasu’dan “Ada”, Selim İleri’den “Son Yaz Akşamı” romanlarıyla öykülerini anar İleri. “Ada” yazısının son cümlesi, henüz adı konmamış ama türü kesinleşmiş (“robinsonad”) Ada, Her Yalnızlık Gibi yapıtını haber verir:

“Bir şey oldu, ada düşü sarıp sarmaladı beni, robinsonad yazmaya çalışıyorum, ağıraksak, bazan soluk soluğa, bir ada anlatısı, yine ada!”

Ada, Her Yalnızlık Gibi, bu düşün yazılışıdır. Bellek dökümüdür. “Sen onları bir adaya toplamaya çalışıyorsun” cümlesiyle açılan, roman boyunca adı birkaç kez değişen, ancak romanın sonunda, her şey dökülmüş, belleğin çekmecesinde ne var ne yoksa serilmişken gelir ad(a): “Sen burdasın, yazamadığın anlatıda: Ada, Her Yalnızlık Gibi.”

İlk cümledeki adaya toplanmaya çalışılan “onlar” kimlerdir, nelerdir? Anılar, yaşanmışlıklar, kişiler, yüzler... Bunların yanı sıra (bunlarla gelen) Türkiye kesiti. Darbeler, ölümler, öldürmeler... Ada bellek olup çıkar. Yere (topos) değil, belleğe sığınılır. Hikâyet eden, ayrılıklardan şikâyet eden neyin inlemesi, adasına dönme istediğidir bu roman: Her yalnızlık gibi... Onları, anları diriltebilmek, kimi kez de boğabilmek için adamıza çekiliriz anlatıcıyla; “geriye kalanı yaşamak için”. (s. 12)

Çekip gitme isteği yazıya dökülmeye başlanınca bedensel devinim başlamadan duracak, ada, bir bellek uzaklığı ve yakınlığıyla bulanıklaşıp parıldayacaktır. Tek başına çıkılır bu yolculuğa:

“Kimse sizin yerinize düşünemez, söze dökemez, dile getiremez. Yazmak tek kişilik eylem, acı, tek başına hayat...” (s. 77)

Bu ‘yolculukta’ onlarca baş, ad, yüz üşüşecektir tek başınıza sarıldığınız kaleminize.

Bir ‘yazarın’ içe dönüşü – iç döküşü bu roman. “Asıl hayat yanından geçip gidiyordu. Asıl hayata, çoğu kez, şaşırarak bakakaldın. Sözcüklerin yetmedi. Asıl hayatın sahnelerini kuramadın.” (s. 17) Acının önce yaşanmış, sonra kurgulanmış biçimi: Yaşarken yazılmamış da yazılırken yeniden-yeniden yaşanmış biçimi. “Bellek sandıkları”nın (s. 145), “bellek çekmeceleri”nin (s. 158) dökümü.

1999’da yayımlanan Ada, Her Yalnızlık Gibi, Selim İleri’nin son dönem yapıtlarına; Bu Yalan Tango’ya, Mel’un/Bir Us Yarılması’na, Sona Ermek’e, Kumkuma’ya, Beklenen Sevgili’ye, Bir Gölge Gibi Silineceksin’e, Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun’a benziyor. Tümünün de tadı ayrı ama biçemler benzeş.

Ada, Her Yalnızlık Gibi, bellek çekmecelerine, bellek sandıklarına tıkıştırılanların ya da birikenlerin dökümü. Ortalığa saçış değil bu döküm; bilinç akışının yordamıyla düzenlenmiş bir anlatı bu.

Roman tanımının bu anlatı için sorunlu olduğundan söz açmayacağım; Proust’tan bu yana ‘sorunlu’ değil mi roman tanımı? İlle yerleştirmek, konumlandırmak gerekliyse, post-modern roman ya da post-modern anlatı derim Ada, Her Yalnızlık Gibi’ye (ben romanı yeğliyorum); ama bu konumlandırmayı, romandaki Şair, Ölü Şair, Yaşlı Çevirmen, Romancı Kadın, Armağan, Vedat Hoca gibi kişilerin ‘gerçek karşılıklarını’ aramaya kalkışmak kadar yersiz görüyorum. Onların ‘gerçek’ kimlikleri, anlatıcının romanın sonunda kendisi için –yazamadığını söylese de– yazdığı gibi, bu anlatıdadır.

Bu yazım, Ada, Her Yalnızlık Gibi romanı için yazılan ilk yazı olabilir. Olsa da olmasa da bu beni roman açısından sevindirmiyor. Yirmi üç yıl önce yayımlanan ve neredeyse yayımlanır yayımlanmaz unutulan, Selim İleri’nin –daha önce yazdıklarında da izi olmakla birlikte– sonradan yazacağı romanlarındaki biçem tutumunu da başlatan; bana göre kurgunun –hem yazılması hem de okunması– en zor biçimiyle, ikinci tekil kişili (şahıs) anlatımla kaleme alınan ve söylemek bana düşmez ama çok iyi, öyle ki bu anlatım biçimine örnek gösterilecek kadar iyi yazılan bu romanın yayın-dağıtım sorunlarının olası payına karşın (öyle ya, ben bir biçimde alabilmişim; demek ki bulunabilirmiş) görülmemesi, edebiyatın yarattığı (ya da yarattığını sandığım) umuduma gölge düşürüyor.

Gölge düşürse de karartmıyor. Yeniden yayımlanması, yayın-dağıtım sorunlarının da giderilmesi durumunda, ‘hiç değilse’ Selim İleri okurlarına ulaşacaktır bu roman. Bir kurguyu anlatımı, dili için okurum; yine de böyle okumayanların çokluğunu görüyorum. Ada, Her Yalnızlık Gibi de bence anlatımı, dili için (özellikle bunun için) okunulası romanlardan; ama elbette salt anlatımdan, dilden oluşmuyor: 6/7 Eylül’e, 27 Mayıs’a, 12 Eylül’e de yer veriliyor. Belleğin çekmecelerinden bu acılar da bir bir çıkıyor. Ülkücü gence de, komünist gençlere de gözyaşı dökülüyor. İdeolojiler, ülküler değil ölümler – öldürümler kargışlanıyor; gök ekini biçenlere yanılıyor.

***

Her romandan bir iki özel yer kalır bende; bu romanda bir ikiden de çok yer... Kimsenin yardım edemeyeceği, bir tek benim çözebileceğim durumları; babamı çok sonra affedeceğim, ona çok sonra acıyacağım gerçeği; yalazlı alazlı bedenlere savruluşu bu yerler içinde sayabilirim. Bu yazıda onu değil, ada’mı, masalımı anacağım; onunla sürdüreceğim ada’mdaki yaşamımı.

Ben masalı hep bir adada düşledim. Bir tek Büyükada’yı adamakıllı bilsem de, düşlemimdeki ada benimada’mdı. Nelerden yarattığımı bilmediğim, belki de annemin anlattığı masallarla biçimlenen; masalı dinlemeye başlarken günlük güneşlik olan, uykuya kapılırken puslanan yok-ülkemdi bu ada... Adaları hiç sevmezdim. Düşlemimde güzeldi adalar; bir de edebiyatta. Artık –bir adada yaşamak olanağım hepten yitmişken– özlüyorum adayı. Yine düşlemimde, yazında gidiyorum ada’ma. Belki ben de bir gün Selim İleri gibi anılarımı taşıyacağım oraya. Bir gün, İleri’nin benim için hep özel kitabı Ada, Her Yalnızlık Gibi, bu romanın kılavuzluğunda yeniden-yeniden kuracağım adamı. Yanıma alacağım ‘anılarımdan’ biri, bu kitaptaki masala değin ‘anım’ olacak:

“Cihangir’deki evdesin, divana uzanmış, güzel, mutlu, iyi masallar okuyorsun. Bu masalları eskiden, öğle uykuları öncesinde, annen okurdu sana. Her gün bir masal, her güne bir masal. Hep aynı bir iki kitap, birinin masalları bitince ötekisi, sırayla, günden güne. ‘Haydi şimdi uyu...’ Gözlerini kapar, uyumazdın. Bittiği yerden –o günkü– masalı sürdürmeye koyulurdun. Böylece birçok masalın, birçok hayat hikâyen oluşuyordu. Ayışığı perileri gelirdi, devanaları, ateşkuşları gelirdi. ...” (s. 95)