Nur Horsanalı, Ulya Soley ve Eylül Şenses’den oluşan Bienal’in Genç Küratörler Grubu ile 5. İstanbul Tasarım Bienali ve 'Empatiye Dönüş: Birden fazlası için' tasarım teması üzerine konuştuk; tabii ki tasarıma bakış açılarını da...
05 Kasım 2020 14:51
5. İstanbul Tasarım Bienali geçtiğimiz haftalarda yavaştan yaşamımıza sızdı. Yavaştan diyorum çünkü pandemi nedeniyle önce ertelenen sonra da yapısını biraz dönüştüren Tasarım Bienali, Pera Müzesi ve Ark Kültür’de ziyarete açılan ve 15 Kasım’a dek görülebilecek işlerin yanı sıra kamusal alanda ve dijital platformlarda üretimler sergiliyor ve bu üretimler Mayıs ayına dek şehrin hareketine katılmaya devam edecek.
Tasarım Bienali’nin küratörlüğünü Londra ve Porto’da çalışmalarını sürdüren mimar ve küratör Mariana Pestana üstlendi; sanat, tasarım ve teknolojinin kesiştiği alanlarda çalışan küratör Sumitra Upham ve yazar, editör, eğitmen Billie Muraben ile birlikte... Görsel kimlik tasarımı Studio Maria João Macedo, sergi tasarımı Future Anecdotes, ses tasarımı ise Maxwell Sterling tarafından yapıldı. Bienal, bu yıl tasarıma empati üzerine temellenen yeni bir rol biçme arayışındaki fikirleri ve projeleri bir araya getiriyor. Basın bülteninden doğrudan alıntılarsam; tasarım, burada duygulanımların ve izlenimlerin aracısı olarak, esas amacı özen göstermek olan bir pratik şeklinde sunuluyor. Tasarımcılar, bizi hem birbirimizle hem de etrafımızdaki dünyayla, diğer türlerle, mikroorganizmalarla, toprakla, suyla, hatta kâinatla bir araya getirmek üzere duyusal, diplomatik, bazen de tedavi amacı güden işlevleri benimseyerek Empatiye Dönüş: Birden fazlası için tasarım diyor.
“Birden fazlası için tasarım” fikri haliyle disiplinlerarasılığa, işbirliklerine, yeni bakış açılarına; Yeni Yurttaşlık Ritüelleri’ne kucak açıyor: Lübnan’da devrimi desteklemek ve devrimci değerleri yansıtmak amacıyla üretilen Devrimin Sobası’na… Yurttaşları kaliteli tohumların çimlendirilmesi ve yetiştirilmesi süreci hakkında bilgilenmeye ve bu sürece katılmaya davet eden Çimlendirici’ye… Bluetooth hoparlörlerle donatılmış bir Dans Platformu’na… Ziyaretçileri yakın ve uzak cisimler ve mitlerle tekrar ilişkiye sokmanın aracı Körlerin Güneş Saati’ne… Gıda kurutma ve saklama işini kolektif bir yurttaşlık pratiğine dönüştüren Özenle Kurutun’a… Bedensel yakınlığa tekrar güven duymamıza yardım etmeyi hedefleyen Kamusal Terapi Araçları’na; bizi çevreyle tekrar ilişki kurmaya, beklenmedik olanla başa çıkmaya ve nihayetinde doğaya tabi olmaya zorlayan tamamen hava durumuna bağlı Güneş Mutfağı’na… Zamanımızın ekolojik ve toplumsal-siyasal gerçeklikleriyle ilişkili bahçecilik mirasını deneyimleme, onunla empati kurma ve onun hakkında bilgi edinme olanağı sunan İstanbul’un Mikrobiyal Meyveleri’ne… Dünyanın makinelerin gözünden nasıl göründüğünü düşünmeye, tasarımların insan müdahalesi olmadan yaratıldığı otomatikleştirilmiş bir geleceği düşlemeye davet eden Nokta Bulutu’na... Bitkilere, toprağa, böceklere ve kuşlara ev sahipliği yapan bir tasarım projesi, bir yolculuk, bir yüzer bahçe; Büyükada Şarkı Hatları’na… Ağaç Okulu’na, Güven Ağları’na, Empatik Toplum Haritası’na...
Ürün tasarımcısı Nur Horsanalı, küratör Ulya Soley ve mimar Eylül Şenses’den oluşan Bienal’in Genç Küratörler Grubu da tam bu noktada karşımıza çıkıyor. Empatiye dönüşe, yeni yurttaşlık ritüellerine bu ekibin anlatımıyla bakacağız şimdi...
Genç Küratörler Grubu, Tasarım Bienali’nin küratörleriyle bir arada: Soldan sağa Sumitra Upham, Ulaya Soley, Eylül Şenses, Nur Horsanalı, Mariana Pestana.
2020 tuhaf değişimlerle geldi ve bu değişimlerin etkileri yavaş yavaş hissedilmeye başlandı. En başta ve en önemlisi gündelik yaşam pratiklerimiz –iş ya da ev, farketmiyor– değişti. Ve elbette sanatı üretme ve paylaşma/sergileme pratikleri de... Bu yıl, Empatiye Dönüş: Birden fazlası için tasarım temasını seçen Tasarım Bienali’nin de tüm süreçlerinin bu değişimlerden etkilendiği açık. Önce seçilen bazı kavramları, bu seçimlerin nasıl belirleyici olduğunu konuşmak istiyorum. Birden fazlası için tasarım’la başlayalım mı?
Bu kavramlar elbette küratöryel ekibin (Mariana Pestana, Sumitra Upham, Billie Muraben) seçimleri, olsa olsa bize ne ifade ettiklerinden bahsedebiliriz. ‘Birden fazlası için tasarım’, tasarımın tek bir tür için olmadığına dair bir ipucu. Tasarım aracılığıyla hem insanlar olarak birbirimizle hem de diğer türlerle, kuşlarla, tohumlarla, toprakla ve hatta mikro organizmalarla nasıl ilişki kurabileceğimizi keşfetmeye çalışan bir bienal olduğunu gösteren bir ipucu.
Yeni türden karşılaşmaların provasının yapılacağı müdahaleler?...
Kente yerleştirilen müdahaleler, yani Yeni Yurttaşlık Ritüelleri’nin hepsi birer prova diyebiliriz. Her biri aslında kamusal alanın farklı şekillerde kullanımına dair birer deneme; içinde bulunduğumuz dönemle ilişkide yeni türden ritüeller üzerine düşünen projeler ve müdahaleler…
Kentle ve kentin çeşit çeşit sakiniyle bir arada olma, yeniden bağ kurma ve ilgilenme deneyimi?...
Bu bienalin çok çeşitli arka planlardan gelen kişi ve grupların bir aradalığından ortaya çıktığından bahsedebiliriz; dansçılar, biyolojistler, şefler, akademisyenler, çeşitli gayelerle çalışan dernekler ve kooperatifler...
Yeni Yurttaşlık Ritüelleri kapsamında Karaköy sahile yerleştirilen Devrimin Sobası, farklı birçok kent sakinini bir araya getirme potansiyelini taşıyan projelerden biri. Bu soba geçtiğimiz sene Lübnan’daki eylemler sırasında protestocuların ısınması ve yiyecek/içeceklerini ısıtabilmesi için mimarlık ofisi Bits to Atoms tarafından tasarlanmış, açık kaynak olarak paylaşılmış ve kentin çeşitli yerlerine yerleştirilmişti. Bienal kapsamında İstanbul’a yerleştirilen Devrimin Sobası ise kentin çeşitli sakinlerini etrafında bir araya getiriyor; bienal ziyaretçileri, sahildeki seyyar satıcılar, Karaköy sahilde zaman geçirenler, o alanda uyuyan evsiz kent sakinleri...
Kentin ‘çeşit çeşit’ sakini deyince yine farklı türlerle kurulan ilişkileri de düşünebiliriz. Hayvanların da İstanbul’un sakinleri olduğunu unutmamak gerek... Örneğin, Yeni Yurttaşlık Ritüelleri işlerinin yanına yerleştirilen ve proje açıklamalarının yer aldığı ünitelerin tasarımına kuşlar için suluklar dahil edildi. Studio Ossidiana’nın kuşlara, böceklere, bitkilere ev sahipliği yapacak yüzer bahçe projesi Büyükada Şarkı Hatları da bu bağlamda öne çıkıyor. Orkan Telhan ve elii’nin önümüzdeki Nisan ayında Kuzguncuk Bostanı’nda yer alacak İstanbul’un Mikrobiyal Meyveleri projesi de İstanbul’a ve bostanlarına mikroorganizmaların perspektifinden bakıyor ve kentle daha önce hiç düşünmediğimiz bir şekilde bağ kuruyor.
Tasarımın sağaltıcı işlevi?...
Tasarım Bienali bu yıl empati kavramını türler arası ilişkilere, ilişkilenmelere odaklanan bir perspektiften ele alırken aslında bir arada yaşama ve birbirine iyi gelme, iyileştirme pratiklerine de bakıyor. Bu kavramların özellikle öne çıktığı projelerden biri The Rodina’nın Pera Müzesi’nde yer alan Empatik Toplum Haritası adlı yerleştirmesi. Bu yerleştirmede yer alan harita, ziyaretçileri üzerinde dolaşıp haritanın farklı bölgelerini keşfetmeye ve belki de harita üzerinde yer alan kavramları bedenselleştirmeye davet ediyor. Örneğin “dost canlısı hayalet ormanları”nda bir gezintiye çıkabilir, “şefkat sisi” veya “dayanışma tabakaları”nı deneyimleyebilirsiniz. Etrafımızda değişenlere, gelişenlere daha duyarlı olabilmek, etrafımızla bağ kurabilmek, empatik bir toplum inşa ederken önem kazanan kavramlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Tasarım da bu iyileştirici kavramlara odaklanan ve onları öne çıkaran biçimde şekilleniyor. Soraia Teixeira’nın pandemi sonrasında bedensel yakınlığa tekrar güven duymamıza yardım etmeyi hedefleyen ve Beşiktaş İskelesi’ne yerleştirilen Kamusal Terapi Araçları da bu kavramlarla ilişkilenen bir diğer proje.
Burada sormadan edemeyeceğim, tasarım deyip duruyoruz ama tasarımın da dinamikleri çok değişti. Sizin tasarıma nasıl baktığınıza da değinelim mi?
Nur Horsanalı: Tasarım, sosyal ve ekolojik konularla daha sıkı ilişkide bir hale doğru evrilirken, tasarımcılar da ürün, mekân, servis tasarlayan kişiler olmaktan çıkıp ‘aracı/arabulucu’ konumuna gelmeye başladılar. Genç Küratörler Grubu’ndaki rolümüz de tam olarak böyleydi. Ürün Tasarımı arka planından gelmeme rağmen en son ne zaman işlevsel bir nesne tasarladığımı hatırlamıyorum açıkçası. Uzun zamandır keşfetmek, öğrenmek ve eleştirmek için bir yöntem olarak tanımlıyorum tasarımı.
Eylül Şenses: Genç Küratörler Grubu olarak bienal kapsamında yerleştirilen tasarım işlerinin ilgili kişiler ve komüniteler ile ilişkilerini ve etkileşimlerini kurguladık. Tasarım bienali kapsamında üstlendiğimiz bu rol sürecin başından beri beni çok heyecanlandırıyor, çünkü tasarıma bakış açım da aslında bu pratiğe son derece paralel. Tasarımı etkileşimler, sosyal bir aradalıklar, farklı ve eleştirel yaklaşımlar için bir araç olarak görüyorum. Tasarım süreci de son tasarım nesnesinin ortaya çıkmasıyla bitmeyen; nesnenin ya da mekânın çevresiyle, kullanıcılarıyla kurduğu çok çeşitli ilişkilerle devam eden bir süreç.
Ulya Soley: Değişen dinamiklerin tasarım ve sanat arasındaki sınırları da muğlaklaştırdığını, hatta bir nevi işlevsiz kıldığını gözlemliyoruz. Disiplinlerarası düşünmek elbette yeni bir bakış açısı değil fakat son dönemde farklı disiplinlerden gelen yaratıcı ve üreticilerin beraber düşünerek gerçek anlamda dinamik işbirlikleri gerçekleştirdiklerine şahit oluyoruz ve roller birbirine evrildikçe kimlikler de akışkanlaşıyor. Bu anlamda biz de farklı disiplinleri ortak bir zeminde buluşturan bir grup olarak birbirimizden beslendiğimiz bir araştırma yürüttük.
Biraz da kamusal alana odaklanmak istiyorum; tıpkı sizin gibi. Ben ülkemizde kamusal alanın kullanım pratiklerinin çok dar olduğunu düşünenlerdenim. Dinlenme, çimlere ya da banklara yayılma, yeme içme, biraz spor ve yeni yeni popüler müzik ağırlıklı açık hava etkinlikleriyle sınırlı. Sanatsal üretimlerin, topluluk odaklı kullanım alanlarının daha yaygınlaşabilmesine uygun, ama ne arz ne de talep var. Buna rağmen Bienal kamusal alanları seçti bazı tasarımların sergilenmesi için. Üretimlerin çoğunun kullanım/paylaşıma dönük olduğunu düşünürsek sergileme tanımı da tartışmaya açık bir kullanım ama... Neydi sizleri bu seçime iten?
Pandeminin getirdiği mekânsal kısıtlamalar doğal olarak kamusal alanı iyi bir seçenek haline getirdi. Tasarım bienali ekibi pandemi ile birlikte bu yıl bienali kamusal alana yaymak konusunda her zamankinden daha cesaretli olabildi. Yeni Yurttaşlık Ritüelleri projelerinin kamusal alanın kullanımı için alıştığımız, oturmak, yemek-içmek, spor yapmak dışında bir takım yeni ritüeller önerdiğini söyleyebiliriz; dans etmek ya da tohum yetiştirmek gibi yeni toplumsal kullanımlar… Bu işlerin kamusal alana yerleştirilirken, bienal bittiğinde kaldırılacak geçici üretimler olmasını hiçbirimiz istemedik. Bu bienal edisyonu için yeni ve bahsedilmeye değer olan şey, projelerin spesifik yerel topluluklar, organizasyonlar ile işbirlikleri kurmasına odaklanmaktı. Projeleri bu şekilde sahiplendirerek, bienal sona erdiğinde bile kentte yaşamaya, evrilmeye devam edeceklerini umuyoruz. Ayrıca kamusal alana yayılması, bienalin süresini de bir hayli uzattı. Nisan 2021’e kadar yeni projeler kente yerleşmeye devam edecek. Dolayısıyla geleneksel sergi tanımının dışına çıkıyor diyebiliriz kesinlikle. Bienalin birkaç sergi mekânına sıkışmadan, açık kamusal alanlara yayılması hem kentin daha fazla sakiniyle hem de sokak hayvanları ve bitkiler gibi insan dışı türlerle ilişki kurmasını da kolaylaştırıyor.
Tasarımların uygulama ve yerleştirilmeleri tamamen burada yapıldı. Yurt dışındaki tasarımcılar gelemedi. Bu nasıl bir etki/etkileşim oldu süreçte?
Tasarımcıların gelememesi bienal ekibinin sahadaki rolünü daha da kritik kıldı. Belki de her şeyin yerel olarak üretilmesi içinde bulunduğumuz döneme daha uygun düştü. Pandemi, seyahat yasakları, seyahat etmenin ekolojik krize etkisi… İlerleyen dönemlerde ‘yerel’e daha çok odaklanacağız gibi görünüyor. Küratöryel ekibin Genç Küratörler Grubu fikri de aslında en başından beri yerelliğe önem verdiklerine işaret ediyordu. İstanbul’da yaşayan-çalışan, yerel bağlamı iyi tanıyan daha genç bir grubun, bu bağlamın bienalin teması ile nasıl bir ilişki kurabileceği ile ilgili onlara destek olmasını dilemişlerdi. Hem tasarımcıların hem de küratörlerin İstanbul’a seyahat edemediği bir dönemde bu daha da önemli hale geldi.
Oldukça fazla işbirliği var Yeni Yurttaşlık Ritüelleri’nde. Sadece mekânlarla ilgili değil, tasarım ve üretim süreçleriyle de ilgili. Daha kolektif bir çaba izlenimi yaratıyor, ki bence çok kıymetli. Öyle mi oldu gerçekten?
Kesinlikle. Yeni Yurttaşlık Ritüelleri projelerinde kolektif bir üretim hali mevcut. Örneğin sizin de gönüllüsü olduğunuz Fenerbahçe Topluluk Bahçesi’ne yerleştirilen SKREI, Francisca Sottomayor ve Sofia Magalhães’in Çimlendirici projesinin nasıl çalışacağını birlikte gözlemleyeceğiz ve tasarımını/kullanımını birlikte geliştireceğiz.
Evet. Biz bahçe gönüllüleri için de hayli heyecan verici bir süreç Çimlendirici’nin yolculuğu...
Bienal ekibi olarak bizim tohumlara ve filizlendirmeye dair bilgimiz son derece kısıtlı. Hem sizinle hem de Ek Biç Ye İç ile olan işbirliğimiz bu yüzden çok değerli. Aynı şekilde, Orkan Telhan ile İspanyol mimarlık ofisi elii’nin İstanbul’un Mikrobiyal Meyveleri isimli projelerinin üretim süreci farklı disiplinlerden birçok kişinin ve kurumun kolektif çalışması ile ilerliyor. Süreç, İstanbul Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Departmanı, Kokopelli Şehirde ve Nadas İstanbul işbirliğiyle yürütülüyor.
İşbirlikleri üzerinden etkinleştireceğimiz projelerden bir diğeri, mimar kolektifi Dansbana!’nın Kalamış Parkı’na yerleştirilecek kamusal dans alanı projesi. Bu projeye paralel olarak dans sanatçısı ve koreograf Melih Kıraç bir hareket doğaçlama önerisi üzerinde çalıştı. Katılımcıları beden ve onu çevreleyen koşullar arasında oyunbaz bir ilişki kurmaya davet eden işitsel yönergeler, kulaklık aracılığıyla deneyimlenebilecek. Nisan ayından itibaren ise bu dans alanında farklı dansçı ve koreograflarla işbirliği içinde çeşitli atölyeler ve performanslar yapılacak.
Yeni Yurttaşlık Ritüelleri’nin ‘provalar’ olduğundan bahsetmiştik. Dolayısıyla her bir proje süreçlerle ve mekânları nasıl dönüştürecekleri ile de ilgili. Genç Küratörler Grubu olarak bienaldeki rolümüzün önemli bir bölümü belki de şimdi başlıyor. Kente yerleştirilen projelerin kolektif olarak nasıl kullanıldıklarını, sahiplenildiklerini ya da tersine sahiplenilmediklerini aylar geçtikçe daha net görmeye başlayacağız. Rollerimizden biri de Yeni Yurttaşlık Ritüelleri projelerini “etkinleştirmek”, yani bahsettiğimiz süreçleri teşvik edecek bir kamusal etkinlik programı tasarlamaktı. Bu programı şimdilik çevrimiçi ortamlarda başlattık, ancak Nisan ayında yerinde etkinliklerde bir araya geleceğimizi umuyoruz.
•
GİRİŞ RESMİ: