SELAHATTİN ENİS
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 2021 224 s.
Selahattin Enis’in başyapıtı Zaniyeler, I. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’da bir zaniyenin (hayat kadınının) hayat hikâyesini konu edinir. Enis, romanda yoksulların daha da yoksullaştığı, zenginlerinse savaşı fırsata çevirip çok daha zenginleştiği o çalkantılı yılları anlatır.
Roman ve öykülerinde toplumsal hayatımızda yaşanan çirkinlikleri pervasızca anlatan, bu nedenle sonunda eserlerini yayınlayacak yayınevi bile bulamayan Selahattin Enis [Atabeyoğlu] (1892-1942) Antalya’da doğar. Jandarma subayı olan babasının görevi nedeniyle orta eğitimini değişik yerlerde tamamladıktan sonra İstanbul’a gelip Hukuk Fakültesi’nde eğitimini sürdürür. İlk eserlerini bu dönemde yayımlamaya başlayan yazar, I. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine yedek subay olarak askere alınır. İhtiyat zabiti olarak İstanbul’da kaldığı için halkın nasıl yoksullaştığını, nasıl yaşadığını, cepheden dönenlerin hallerini yakından görür. Ama şahit olduğu bir başka hayat daha vardır. Şişli, Taksim-Beyoğlu, Moda ve Adalar’da, sosyetenin, vurguncuların, üst düzey bürokratların, edebiyatçıların, gazetecilerin sefahat içindeki hayatları… Savaşın tüm şiddetiyle sürdüğü bu yıllarda soysuzlaşmış yüksek sınıfların sürdürdüğü bu hayatları yazar. İnsanları olduğu gibi yansıtır.
Savaştan sonra yarım bıraktığı eğitimini sürdürmeyen yazar edebi yaşama döner. Ancak yazdıklarıyla geçinmesi mümkün olmadığı için Seyr-i Sefain (Denizyolları) idaresinde çalışmaya başlar. Ayrıca çeşitli gazetelerde düzeltmenlik ve muharrirlik yapar. 1923 yılında en tanınmış romanı Zaniyeler kitap olarak piyasaya çıkar, roman daha önce İleri gazetesinde tefrika edilmiştir. Gerek tefrika edilirken gerekse kitap halinde yayınlandıktan sonra hayli ilgi gören eser büyük bir kitle tarafından merakla okunur ve yazarın yaşamı boyunca yeni baskıları yapılan yegâne kitabı olur.
Bununla beraber Selahattin Enis, 1925 yılından sonra tefrika edilen romanlarını bastıracak yayınevi bulamaz. Yayınevleri bu pervasız yazarın yazdıklarından dolayı başlarını belaya sokmak istemezler. Zaten kitapları gayri ahlaki bulunduğu için genel kütüphanelere bile sokulmamaktadır. Kitaplarını bastıramadığı için kaleme aldığı son dört romanı gazetelerde tefrika olarak kalır. 1968 yılından sonra kalemini eline almayacak olan yazar, vefatına kadar geçimini idame etmek için başka işlerde çalışmak zorunda kalır.
Selahattin Enis’in başyapıtı Zaniyeler, I. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’da bir zaniyenin (hayat kadınının) hayat hikâyesini konu edinir. Enis, romanda yoksulların daha da yoksullaştığı, zenginlerin ise savaşı fırsata çevirip çok daha zenginleştiği o yılları bizi İstanbul sokaklarında, sosyete salonlarında dolaşmaya çıkararak anlatır.
“Sefalet” ve “safahat”ın birlikte yaşandığı savaş yıllarını, “üstün ahlak” savunucularının, zaniyelerin katıldığı uyuşturucu partilerinde, kumarhanelerde geçen yaşamlarını sert bir dille kaleme alır.
Selahattin Enis, Zaniyeler’in girişinde romanıyla ilgili olarak şu satırları yazar:
“Aşağıda kaydettiğim satırları büyük ve meşhur Fitnat Hanım’ın günlüğünden alıntıladım. (…) Fitnat bir kadından ziyade Allah’ın İstanbul’a musallat ettiği bir afettir. (…) geçtiği ve yürüdüğü yollarda ölümler ve harabeler bırakmıştır.”
Enis bu bilginin ardından Fitnat’ın nasıl bir aileden geldiğini, gençliğinin ilk yıllarını anlatır. İyi gün görmüş fakat sonradan sefalete düşmüş bir ailenin, iyi eğitim almış kızıdır. Yaşamının bir dönemi zorluklarla geçmiş olan Fitnat’ın içerisinde, gösterişli bir hayat süren, her istediklerini elde edebilen zenginlere kaşı derin bir kini vardır ve şöyle düşünür: “Para ne emeğin ne de zekânın mahsulüdür (…) Kaynağı kadar, döküldüğü deniz de meçhuldür.”
Günlerden bir gün Konya’dan İstanbul’a evlenmek ve para yemek için gelmiş olan, şehrin ileri gelenlerinden Hasan Fırat Efendi onu tramvayda görür ve çok beğenir.
Fitnat’ı ve ailesini araştırıp soruşturan Hasan Fırat Efendi, namuslu bir aile olduklarını öğrenince bu güzel kızla evlenmeye karar verir. Fitnat bu gelişme karşısında şaşırsa da, ailesinin “bu evliliğin kendilerine gelecekte faydasının da olabileceğini” düşündüğünü görünce evet der ve bir hafta içerisinde düğünleri yapılır. Ardından beraberce Konya’ya dönerler.
Hasan Fırat Efendi saf bir adamdır, karısını çok sever, bir dediğini iki etmez. Oturdukları köşkü kendi zevkine göre düzenleyen Fitnat her gün bir yere davet edilir. Günleri ya bir bağda ya bir misafirlikte geçer. Ancak o tüm bunlardan mutlu olmaz, sıkılır ve İstanbul’u özleyerek, bir süreliğine ailesini görmek için İstanbul’a döner. İstanbul çok değişmiştir. Konya’da pek hissetmedikleri “Harp, İstanbul’u adeta askerî bir şehir haline getirmiş, sokaklar askerlerle doludur. (…) Hâki kalabalıklarda yer yer Alman helmleri (kask) ve Avusturya kasketleri görünmektedir.” İnsanların endişeli oldukları her hallerinden bellidir.
İstanbul’a geldikten kısa bir süre sonra teyzesi Münevver çıkagelir. Son görüştüklerinden bu yana adeta gençleşmiş, güzelleşmiş, neşeli bir kadın olmuştur. Üzerinde şık bir kıyafet vardır, her haliyle kardeşinin tam zıddıdır. Kocası aniden zenginleşen kadın artık Şişli’de oturmaktadır.
Park Otel’de Yılbaşı Balosu, İbrahim Çallı, 1930.
Şehre geldiğinden bu yana sürekli olarak dolaşan, alışveriş yapan Fitnat bir öğleden sonra teyzesine uğrar, burası semtin en göz alıcı konaklarından biridir. Öğleden sonra olmasına rağmen henüz yeni uyanmış olan kadın onu odasında karşılar. Dün gece sabaha kadar eğlendikleri için fena olduğunu söyler. Biraz sonra evin çalışanı kahve ve konyak getirir. Fitnat gece eve dönerken içinde tuhaf bir his vardır!
Akşam evde annesi ona teyzesini görmemesini söyler, ama o tersini yapar. Bir akşam ısrar üzerine hiç bitmeyen partilerden birine katılır, o dünyada sabahlara kadar nelerin döndüğünü bizzat görür. Bu arada teyzesi onu yakın çevresine tanıştırmıştır. Aralarında kimler yoktur ki… Teyzesinin ona tanıştırdığı çevre, “onda büyülü ve esrarengiz bir âlemin tesirlerini uyandırır”. Ardından tüm bu kadınların bir özelliğini fark eder. Güzelliklerinden ziyade giydikleri kıyafetlerle, süslerle dikkat çekmektedirler. Yoksa o hepsinden daha güzeldir! Ertesi gün ilk işi Beyoğlu’ndaki güzellik salonlarından birine gidip saçlarına, yüzüne, tırnaklarına bakım yaptırmak olur.
İlerleyen günlerde Fitnat gecelerin beğenilen, aranan bir ismi olacaktır. Fitnat teyzesinin evinde tanıştığı ve arkadaş olduğu İclal’e, bir gün gecelerin müdavimlerinin nasıl insanlar olduğunu sorar; yalnızca yüzleriyle, elbiseleriyle tanıdığı bu kişileri tanımak istiyordur. İclal söze teyzesinden başlar. Münevver Hanımefendi “Yalnız kendi keyfini düşünen, kahkahalarının kesilmemesinden başka uzak ve yakın hiçbir endişe beslemeyen bir kadındır.” Canan, meclislerde yeni yeni görünmeye başlayan, büyük tüccar Sabit Bey’in nişanlım diyerek sosyeteye takdim ettiği bir kızdır. Ancak bu nişanlılık müstakbel kocasının onu yatağında başka bir adamla yakalamasıyla son bulmuş, o da bundan sonra bu kişiyle nişanlanmıştır! Ama bu da uzun sürmediği için şu sıralar yalnızdır ve yeni maceralar için fırsat kollamaktadır. Azize, “yüksek bir devlet kurumunda, yüksek bir şube müdürü olan bir zatın kızıdır”, her ne kadar yüksek rütbeli kişilerle maceradan maceraya koşsa da, kendisinin bakire olduğunu söylemektedir. Rivayete göre babasının basamakları atlayarak yükselmesinde önemli bir rol oynamıştır!
O gecelerin bir başka siması, Nazlı Hanımefendi ise bir un tüccarının karısıdır. Kendisini hâlâ on sekiz yaşında genç bir kız zanneden, onlar gibi giyinip süslenen Nazlı Hanımefendi, aynı zamanda en az kendisi kadar meşhur bir erkek ve bir de kız çocuğunun annesidir. Oğlan büyük bir milliyetçi ve vatansever olarak “Gök Bayrağa Doğru” cemiyetini kurmuştur, ancak nedense İstanbul yerine eşinin şehri Pire’de veya Berlin’de oturmayı tercih eder. Arada bir geldiği İstanbul’da da annesinin yolunda yürür. Kız da erkek kardeşi gibi sosyal faaliyetlere meraklıdır. “Türk Kadını İçin Aydınlık Cemiyeti”nin seçkin ve aktif bir üyesi olarak hiçbir toplantıyı kaçırmaz. Alman kurmay subaylarından biri olan erkek arkadaşı sayesinde pek çok Alman’la tanışmıştır. Onlarla beraber meclislere giden kızın Almanlar arasındaki ismi “Asri Türk kızı”dır.
Fitnat’ın yeni tanıştığı bazı kadınlar için bunları anlatan İclal, erkeklerin de kadınlardan faklı olmadığını söyler ve bu kişiler hakkında konuşmaya devam eder: “Memleketin en yüksek ve en nüfuzlu sınıfına mensup zatlardır. (…) Boy boydurlar, içlerinde bakanlar ve üst düzey memurlar vardır, şairler vardır, düşünürler vardır, doktorlar vardır ve hepsi de memleketin en ünlü ve en meşhur adamlarıdır.”
Sırada o ünlü erkeklerden biri olan Mucip Paşa vardır:
“Hürriyet’in ilanında küçücük rütbeli bir subay olan Mucip Bey birden yükselmiş ve Mucip Paşa Hazretleri oluvermiştir. Hürriyet’in bekçisi olarak ortaya çıkan bu adam, Hürriyet namına suçlu suçsuz pek çok insanı ipe yollamış, muhaliflerini sürgüne göndermiştir.”
O gün bugündür ki Paşa, Bakanlar Kurulu’nun korkulu, belalı bir üyesi, içki ve eğlence meclislerinin ise güler yüzlü, zevk düşkünü bir müdavimidir; “bu âlemlerin, mihrak ve merkezi sayılır.”
Bakanlar Kurulu üyesi Kerami Bey, bakan olana kadar kimsenin tanımadığı bir kişidir, kariyerine milletvekili olarak başlamış ve kabinede görev alınca herkes ismini duymuştur. Bakan Bey siyasi işlerle çok uğraşmaz, onun ilgi alanı ticarettir, müstesna bir girişimci olarak bol bol ticaret yapar. “O ticarete giriştikten sonradır ki, halk şekeri 350 kuruşa yiyebilmiş, etin okkasına 200 kuruş verebilmiştir.”
Yazar Rıfat Melih ve şair Yahya Cemal’e gelince, ilki her anlamıyla derbeder, ikincisi ise hakiki bir sosyete çengisidir. Yahya Cemal’in evi yoktur, her ev onundur, bir yerde sıkıldığı zaman başka bir yere yerleşir. Cemşit Bey kibar salonların muhabbet tellalıdır. Evi tanıdık tanımadık herkesin buluşma yeridir. Ve tüm bunları zevk için yapar, kendine çıkar sağlamaz.
İclal, Fitnat’a henüz tanışmadığı erkeklerden de söz eder. Karısının zenginliği sayesinde cemiyet hayatına katılan, tanınmış, aranan bir kişi olan Maksut Bey’i anlatır. Küçük bir komisyoncu iken iş adamı olan bu beyefendinin iki özelliği vardır, gerektiği zaman karısının yaptıklarını görmezden gelmek ve çok sayıda kodamanla dayanışma içinde olmak! Yine altı ay önce kimsenin tanımadığı, ama son günlerde İstanbul’u eşi benzeri olamayan otomobiliyle fetheden Hicri Sıtkı Bey de bu âlemde sıkça görülen bir zattır. Önemli bir bakanlığın müteahhidi olan Hicri Sıtkı Bey, her ne kadar başından sarığı, ayağından da şalvarı çıkarmadıysa da, kumarda bakarayı pek sever, Tokatlıyan’da ise su yerine şampanya içer.
Bu kişilerin bir başka özelliği de kumarhanelerin tanınmış müdavimleri olmalarıdır. Bir gecede binlerce lira kaybettikten sonra “şansım yaver gitmedi” diyerek masadan kalkabilmektedirler. Ayrıca aralarında çeşitli uyuşturucuların kullanımı hayli yaygındır ve bu o çevrede yadırganmamaktadır!
Fitnat merak ettiği, kendisine çekici gelen zaman zaman yadırgadığı, bazen nefret ettiği bu insanlarla beraber olmayı sürdürür. İclal’in anlattığı kişilerden başka kişiler de tanır. Onların tiksinti veren davranışlarına şahit olur. Mesela Müşir Paşa, yanındaki bakanıyla beraber, sofrada resmî bir kararı imzalamakta bir beis görmez; düğün hediyesi olarak on vagon hediye eder; böylece damat savaş nedeniyle sıkıntısı çekilen vagonları başka kişilere satabilecek, servetine servet katabilecektir! Bu dünyada çürümüş bürokratlar, iş adamı denen karaborsacılar, onların servetlerinin peşinde olan süslü, bakımlı, çıkarcı ve kurnaz kadınlar ve tümünün soytarısı gazeteciler, edebiyatçılar el eledir.
Pera, 1900'ler.
Geçerken bir not… Selahattin Enis, romanında bazı edebiyatçıların adını açık seçik yazmasa da bu kişilerin kimler olduğu kolayca anlaşılıyor. Örneğin: Yahya Cemal (Yahya Kemal), Cemal Tahir (Cemal Sahir), Rıfat Melih (İzzet Melih) vb…
Teyzesi bir gün Fitnat’a doktor Mükerrem’den söz eder. Bu meşhur doktor onu yolda görmüş ve çok beğenmiştir. Tanıdıklarından Münevver Hanım’ın da yeğeni olduğunu öğrenince kendisini tanıştırmasını istemiştir. Münevver Hanım da bu tanışma için yarın akşam beraberce yemek yemelerini teklif eder, üçü beraberce akşam yemeği yerler ve teyze onları baş başa bırakır. O gece tanışmayla başlayan macera evlenmeleriyle noktalanır. Doktor Mükerrem işine düşkün, çok çalışkan, yoksul veya zengin her hastayla ilgilenen, meşhur bir doktordur. Ancak Fitnat’la evlendikten sonra kendisini gece hayatının içinde bulur, her istediğini yapmasına karşın karısının isteklerinin sonu gelmemektedir.
Bu arada Fitnat artık ailesiyle tüm ilişkilerini kesmiştir. Yaşadıklarına tahammül edemeyen babası da “aklını oynatıp” hastaneye kapatıldıktan sonra annesi yapayalnız kalmıştır. Ancak bütün bunlar kızlarını pek etkilemeyecek, o bildiği yolda yürümeye devam edecektir.
Sonunda karısına yetiştirmek zorunda olduğu para için her şeyi yapan doktorun başı belaya girer. Büyük bir para karşılığında bir asker kaçağına çürük raporu verir, suçu açığa çıkınca da tutuklanır. Bunun üzerine Fitnat doktordan boşanarak İclal’in evine yerleşir. Hayat devam etmektedir. Bir akşam evlerine İclal’in o günlerdeki arkadaşı Hamit Nejat Bey ve onun “genç dostum” dediği Muhlis Bey gelirler. Bir süre sonra İclal ve Hamit onları baş başa bırakırlar. Muhlis çok zengin bir mirasyedidir, onu uzaktan görmüş, takip etmiş ve her gördüğünde biraz daha fazla sevmiştir. Fitnat kendisini ağırdan satmaya başlar. Bu arada odasından çıkan İclal onu yanına çağırıp, “Tam yolunacak kaz yakaladın, yolabildiğin kadar yol” diyerek tavsiyede bulunur.
Olaylar hızla gelişecek, Muhlis, Fitnat’ın yanına yerleşecektir. Bundan böyle yemek ve içecekleri Tokatlıyan’dan gelmekte, otomobil gezintileri yapılmakta, akşamları operetlere gidilmektedir. Muhlis müsrifçe para harcamasının sonucunda birkaç dükkânını satmak zorunda kalır. Yaşadıkları hayattan vazgeçmek şöyle dursun, üstüne uyuşturucu kullanmaya, daha da ötesi kumar oynamaya başlar. Bu arada Müşir Paşa’nın yardımıyla boya işinden para kazanır. Hem de çok… Paşa ona bütün dükkânların camekânlarının kırmızı beyaz renge boyanmasını mecbur tutacaklarını önceden söylemiş, o da boyaları stoklamıştır! Ancak bu kadar hızlı ve çabalamadan gelen çok para Muhlis’in biraz daha yoldan çıkmasına neden olacaktır. Borsada da oynamaya başlar, bir iki kazanç onu tamamen borsacılığa bağlar ama işleri bir süre sonra bozulur ve iflas eder. Bu olayın ardından da ortadan kaybolur!
Fitnat tüm bu yaşananlardan sonra sürdürdüğü yaşamı sorgulamaya başlar. Artık yorgun bir insandır, bazı insanlara kötülük yapmış, ardında harabeler bırakmıştır. Bir karar alır:
“Dış görünüşü renk ve ışıkla, içi pislik ve çirkinlikle dolu olan bu hayattan çekilecek, (…) günahlarını temizledikten sonra annesinin affına mazhar olursa onun yanına dönecektir.”
Bundan böyle Fitnat Hanımefendi olarak değil, sadece Fitnat olarak yaşayacaktır.
•