Altı kadın, altı ses

Yokuş Aşağı Portakallar

Yokuş Aşağı Portakallar

ZEYNEP UZUNBAY

Evrensel Basım Yayın

Kadınları yazmış Zeynep Uzunbay, Yokuş Aşağı Portakallar’da. Arzu, Handan, Kezzi, Gülendam, İpek ve Narin... Altı kadın, altı farklı ses...

ŞİRVAN ERCİYES

Zeynep Uzunbay’ın ikinci romanı Yokuş Aşağı Portakallar’ın kapağında, göğüslerini açıkta bırakan uzun giysisi portakalları andıran desen ve renklerle bezeli bir kadın, eteğindeki diğer kadınlarla birlikte uyuyor. Rüya görüyor olmalılar. Neredeyse tanıdığım tüm kadınlar, birbirlerine rüyalarını anlatmıyor mu zaten? Rüyalardan bir anlam çıkarmaya çalışmıyor mu? Özledikleriyle rüyalarda hasret gideriyor, rüyalarda göremedikleri yerleri geziyor, rüyalarda sesleri bazen olduğundan gür çıkıyor, kimi zaman da sesini kaybediyor kadınlar. Rüyalar kadınların özel ve özgür alanı.

Zeynep Uzunbay’ın ilk romanı Acı Bir Kuş’u okuyalı neredeyse beş yıl oldu. Hâlâ, zaman zaman o romanın kadın kahramanı Turna’yı düşünürken ve özlerken yakalarım kendimi. Her iki romandan aynı cesur ve duyarlı ses işitilse bile Yokuş Aşağı Portakallar’ın kurgu ve teknik açısından Acı Bir Kuş’a göre daha ustaca  yazılmış olduğu söylenebilir.

Yokuş Aşağı Portakallar, kadın kahramanlarının adlarını taşıyan pek çok bölümden oluşuyor. Çoğul anlatıcıların yer aldığı romanların en büyük handikapı, kahramanların birbirlerine benzer biçimde konuşmasıdır. İsimler değişse bile söyleyiş pek değişmez. Farklı ağızlardan dökülen hep yazarın sesidir, bu durum okurun, romanın kurgusal evrenine mesafeli durmasına yol açabilir. Yokuş Aşağı Portakallar altı kadının ağzından anlatılır, altı farklı sesle. Okuru ikna eden ve gerçeklik algısını güçlendiren bu özellik Zeynep Uzunbay romancılığında önemsenmesi gereken yanlardan yalnızca biridir.

Arzu, Handan, Kezzi, Gülendam, İpek ve Narin’in adlarını taşıyan bölümleri görünce tuhaf bir kalabalık ve karmaşa hissettim Yokuş Aşağı Portakallar’ı okumaya başladığımda. Romanın beni içine almasını bekledim, birkaç kez kapısını çaldım ancak beni hemen kabul etmedi iç dünyasına. Uygun an değil demek ki dedim ve kapısını açmasını bekledim. Ardına kadar açtı sonra kapısını, buyur etti. Nasıl kaynaşıverdik o kadınlarla, hepsi birden nasıl da tanıdık oldu. Arkadaşım bildim her birini. Kendimden ve çevremden izler araya araya ve aradığımdan fazlasını bula bula okudum sayfaları.

Yokuş Aşağı Portakallar’ı yazmamış Zeynep Uzunbay, doğurmuş. Yıllarca kanıyla canıyla, aklıyla büyütmüş içinde, nereye giderse gitsin yüreğinde taşımış ve sonra salıvermiş dünyaya. Kadınları yazmış Zeynep Uzunbay biz okuyalım diye. Biz kim miyiz? Bizler, hani en çok kadınlığı yüzünden başı dertte olanlar. Her sekiz martta “ayaklarınız öpülesi” denilen ve en yakınları tarafından öldürülenler. Bedeni, yaşamı ve geleceği kendisinden çok etrafındakilere ve devlete ait olanlar. Kutsal annelik ile avunması, yetinmesi beklenenler. Beğenmezsen kutsal anneliği, “ekmek ve gül” ile idare et denilenler... Bizler; aşktan ve hayattan ağzı yanmış olanlar. Kendi kaderine sahip çıkmaya çalışan, özgürlüğünü yaşamı pahasına korumaya kararlı olanlar…

Uyanalım diye yazmış Zeynep Uzunbay Yokuş Aşağı Portakalları? Safdillikten kurtulalım diye? Onun omuzlarına basarak yükselelim ve omuzlarımız kız kardeşlerimizi taşıyacak kadar güçlensin diye. Duygularımızı ve bedenlerimizi dilediklerince talan edebileceklerini sananlara dur diyelim diye. Sonra değersizlik ve suçluluk duygusu ile güçsüz düşürülen benliğimizin ellerinden tutacak Arzu, Handan, İpek. Temizlensin diye birilerinin sürdüğü lekeler, tas tas sıcak su ve sabunla yıkanan onca kadına, yıkama artık ellerini, bedenini diyeceğiz birlikte. Sen kirli değilsin! “Kezzi kirli değil” diyeceğiz Gülendam’a. “Kezzi’nin suçu günahı yok!”

Karanlık ve ısısız sokaklarda peşimizi bırakmayan, sürekli kılık değiştiren, çirkin ve kara gölgeleri tanıyalım diye, dostumuzu düşmanımızdan ayıralım diye, yok edicilerimizi öğrenelim diye yazmış Zeynep Uzunbay bu romanı. Katilimize âşık olmak isteyen karanlık ve aciz yanımızla yüzleşelim ve bunun aşk olmadığını anlayalım diye yazmış.

Abarttığımı düşünenler olacaktır Yokuş Aşağı Portakallar’ ı henüz okumamış olanlar arasından. Ancak romanı okumuş olanlar ve en çok da kadınlar abartmadığıma tanıklık edecektir. Bilge bir kadının psişesi parçalara ayrılmış ve her bir parçası bir kadın olarak çıkmış karşımıza. Doğduğu köye yıllar sonra öğretmen olarak gelen Arzu, hemşire arkadaşı İpek, Arzu’nun annesi Handan okumuş kadınlar olarak sözlerini söylüyorlar. Arzu, gençliği direngenliği ve coşkusu ile yüzü yarına dönük ama geçmişi ile yüzleşmekten korkmuyor. Handan, geçmiş ve bugün arasına gerdiği ipte düşmeden yürümeyi öğrenmiş bir kadın artık. Elbette ki düşe kalka öğrenmiş, kabuk bağlayan ve hiç bağlamayacak olan yaraları ile yaşayan, öğrenmeye devam eden, yaraları ile yaşamaya alışmış bir kadın Handan. İpek, aşkının karşılık bulamayacağını düşündüğü için inatçı bir suskunlukla dur diyor arzusuna, içinden konuşuyor, içinden seviyor.

Kezzi ve Narin, Gülendam’ın kızları. Ortak bir acının etrafında ve büyük bir sırla birbirine bağlı bu üç kadın romanın can yakıcı halkasını oluşturuyor. Aslında tanıdık bir öykü onlarınki. Tanıdık ama bir o kadar da  uzak durulan ve yok sayılan bir öykü. Benzerine Anadolu’nun hemen hemen her köyünde rastlanan, ancak kolektif bir amnezi ile yok sayılan, zincirleme bir tecavüzün ve deliliğin tarafı olan bu kadınlar karşısında takınılan suskunluğu yırtıyor Zeynep Uzunbay sözcüklerle. Maskeyi sıyırıp alıyor suratlardan.

Erkeksiz bir roman mı Yokuş Aşağı Portakallar? Değil elbette, ölen, yaşayan birkaç erkeği var romanın. Kadınların hayatlarını berbat eden acının kaynağı bencil erkekler kadar, yardımsever ve iyi niyetli erkekler de var romanda. Düzenin ve toplumun dayatmaları ile benlikleri ve zihinleri bulanmış, tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi, toplumsal cinsiyetlerinin dayattığı roller altında bocalayan erkekler.

Yokuş Aşağı Portakallar’ı şiir gibi yazmış Zeynep Uzunbay. Her ne kadar şiir yazmayı bıraktığını söylese bile şiir onu bırakmamış anlaşılan. Birbirinden ilginç rüyalar dile gelmiş şiir gibi cümlelerle. Sevgi, dayanışma, iyilik, doğa, Anadolu’nun kadim kültürleri, kötülük, delilik, tecavüz, aşk, cinsellik, yalnızlık, ölüm, şiir gibi pek çok konuya değiniyor yazar. Roman ilerledikçe umulmadık bir biçimde, sırlar çözülüyor parçalar birleşiyor. Çoğul anlatı ustalıkla kaynaşıyor. Romanın kurgusu öylesine şaşırtıcı bir hal alıyor ki Zeynep Uzunbay’ın gelecekte polisiye romanlar yazdığını hayal ediyorum ister istemez.