Bir savaş ne zaman biter?

Ocean-Vuong

Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz

OCEAN VUONG

çev. Deniz Koç Harfa Yayınları 2020 256 s.

"Annesinin zaman kapsülüne dönmüş Vietnamcası bedeninde yaşarken, içini tıka basa İngilizceyle dolduruyor Küçük Köpek. Ucube, nonoş, ibne laflarıyla canavar arasında bağlantı kurarak güç kazanıyor. Midesini bulandıran İngilizceden canavar olmayı isteyerek intikam alıyor belki de... Bir savaş ne zaman biter? Silahlar sustuğunda mı, yoksa o savaşı hatırlayacak kimse kalmadığında mı?"

YILDIZ TAR

“Cesedin ortadan yok olması gerekir, sonsuza kadar asılı kalması değil.”

Ocean Vuong’un Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz romanının daha ilk sayfasında bizleri karşılayan bu cümle, neyin ya da kimin ardından tutulduğu belirsiz bir yasın mektuba dönüşmüş hali olan kitabın hülasası. İçinde yeşermeye çalıştığımız mekânların tam ortasında asılı kalan cesetler yığınıyla ne tomurcuklanabildiğimiz ne de kuruyup yok olduğumuz bir arafın ortasından yazıyor Vuong arzuhalini. Vuong’un satırlarını okurken istemsizce “Ben ölüyü yıkadım; cennete mi, cehenneme mi gideceğine karışmam” İran atasözü geliyor aklıma. Söz konusu yas tutmak olduğunda madalyonun iki yüzü gibi Vietnam’dan ABD’ye göçmüş bir kadının doldurulmuş geyik kafasına bakarak kurduğu cümleyle; İran’dan süzülüp gelen atasözü. Sonsuza kadar asılı kalmış bir ceset, yasın yaratacağı boşluğa izin vermeyen bir yas. İçini kaplayan, ürperten, içinde yastan başka hiçbir şeye yer bırakmayacak kadar kudretli bir hal. Öte yandan cesedi yıkayıp gömmek ne kadar rahatlatıcı gelir insana! Ama gerçekten de öyle midir? Bu sefer içinde devasa bir boşluk oluşmaz mı? Kim ve ne doldurabilir yitip gidenin boşluğunu?

Kendi adını kendi koyan, yedinci çocuk, Vietnam’da ABD’li askerlere seks sattığı için ülkesinin haini, evlenip boşanmış ve yedinci çocuk olduğu için eve dönmesi engellenmiş, Vietnam’daki Zambak anneanne Lan’in yası tam da İran atasözündeki gibi bir yas. İçi boşalmış, hikâyeleri kalmış. Kendi hayatının yasını tutan bir kadın Lan. Torununu kötü ruhlar alıp gitmesin diye Küçük Köpek adıyla çağıran, zaman ve mekânın işleyemediği, hafızasının gelgitlerine ve kendi içine sarmal ilerleyen hezeyanlarına kendini bırakmış bir kadın. Savaş onun için hafızasının sarmal seyahatinin tam ortasında. Bir yandan korkularının en derini, diğer yandan kazandığı bilgeliğin sebebi. Asker botlarının yere düşen bir ceset gibi çıkardığı sesler Lan’in sarmallaşan hafızasının fon müziği. Bir de bombalar… Silah seslerinden korkmuyor ama Lan. Bombaları duyduktan sonra silah sesleri ona çocuk oyuncağı gibi geliyor.

Kızı ise aksine, Vietnam’ı içinde taşıyor kitap boyunca. Savaş, annesi Zambak, kendisi Gül kadının bedeninde sürüyor. Zaman ve mekân Gül’ün bedeninde o kadar keskin ki, neyin yasını tutuyor Gül, bilmiyoruz. Kaçtığı ülkesinin mi, geldiği kıyılardaki yoksulluğun mu, manikür pedikürden nasırlaşan ellerinin mi, içten içe zayıflığına ibneliği yakıştırdığı ama konduramadığı oğlunun mu, alışveriş merkezinde gezip gezip sadece çikolata almasının mı, yoksa öğrenmediği bir dilin mi? Bilmiyoruz. Gül biliyor mu, onu da bilmiyoruz. Ama daimî bir yas Gül’ünki. Sonsuza kadar asılı kalmış.

Bir savaş ne zaman biter? Silahlar sustuğunda mı, yoksa o savaşı hatırlayacak kimse kalmadığında mı?

Gül’ün savaşı bitmemiş. Bitmiyor. Vietnam’dan gelirken heybesinde taşıdığı savaşı önce kendi bedeninde, kendi bedeni dayanamaz hale geldiğinde oğlunun bedeninde yaşatıyor Gül.

Küçük Köpek’se ne anneannesi gibi gömdüğü şeylerin yasını tutabiliyor ne de annesi gibi yası bir meydan muharebesi olarak bedeninde taşıyabiliyor.

Küçük Köpek annesiyle anneannesinin bir madalyonun iki yüzü halindeki yasının tam orta yerinde duruyor yıllarca. Vietnam’a dair hafızası anneannesinin hikâyeleriyle ve annesinin tokatlarıyla bedenine işliyor. Okul servisinde yanına kimsenin oturmadığı, annesine ölesiye bağlı, anneannesiyle suç ortağı Küçük Köpek o ilk aşkın ve seksin kaybını yaşadığında kendi yasına kavuşuyor. Kendi yasına kavuşmasıyla da kendi sesine belki de… Yası olmayanın sesinin de olmaması ne ilginç, değil mi?

Ocean Vuong

Okuma yazma bilmeyen annesine mektup yazan Küçük Köpek, Trev’le tanışana kadar kendi sesine sahip değil. Annesini, anneannesini dinliyoruz da, mektubu yazanı bir türlü dinleyemiyoruz. Ta ki Trevor’u görene kadar… Trev’le düzüştükçe Küçük Köpek’in kendi sesi ortaya çıkmaya başlıyor. Annesi ve anneannesi, Vietnam ve ABD arasında boşlukta salınan Küçük Köpek’in hikâyesi herkesin bedenine taşıdığı savaş alanı olmanın hikâyesi. Ta ki kendi savaşını vermeye, lubunyalığın yalnızlığından sıyrılmaya başlayana dek. Güvende olmak için görünmez olmayı hem Vietnam’dan bedenine taşınan savaştan öğreniyor hem de lubunyalığından. Ta ki Trev’le düzüşürken teslimiyetini iktidara dönüştürene kadar. Trev içine girdiğinde nihayet kendi seçimiyle mahvoluyor Küçük Köpek. Trev’in elinde parçalanmak istiyor. Genel okur denen kitlenin asla anlayamayacağı bir his bu. Biraz lubunya olmak gerekiyor bunu anlayabilmek için. Parçalanmanın verdiği hazzı, nasıl parçalanacağın konusunda söz hakkı kazanmakla kendi sesini bulmanın serüveni. Bu yanıyla Küçük Köpek’in hikâyesi zamanı ve mekânı aşan bir lubunyalık hikâyesine dönüşüyor.

Annesinin zaman kapsülüne dönmüş Vietnamcası bedeninde yaşarken, içini tıka basa İngilizceyle dolduruyor Küçük Köpek. Ucube, nonoş, ibne laflarıyla canavar arasında bağlantı kurarak güç kazanıyor. Midesini bulandıran İngilizceden canavar olmayı isteyerek intikam alıyor belki de.

Ocean Vuong’un bu ilk romanına ilk bakışta ırkçılık, cinsellik ve cinsiyete dair bir roman demek işin kolay tarafı. Ancak roman kavram dünyamızın sınırlarını aşıyor. Hissiz bir sınıflandırma aracına dönüşen bu kavramlar yerine hayatın tadını annesiyle çikolata yemede arayan bir çocuğun hislerine götürüyor bizi. Yediği dayakları birkaç satırla aralarda geçirirken, bir “Mutlu Yıllar” şarkısındaki hissizlikle bizlere başka bir hikâye anlatıyor. Lubunyalara dair dışarıdan bakılıp yazılan hikâyeler gibi değil Vuong’un romanı. Lubunyalıkla şaşırtmak, okuyucuyu şoke etmek, okuyucuya ajitasyon çekmek ya da politik bir söylevle herkesi mest etmek derdinde değil. Kendisini itip kakanların gözlerinin içine baktığı gibi annesinin gözünün içine bakmak ve yalvarmak derdinde. Çok sevdiği annesinin kendi bedenine taşımak için dur durak bilmeksizin verdiği savaşı durdurmak istiyor. Savaşarak değil, yalvararak… Bu yanıyla Küçük Köpek’in mektubu, bir savaşın ne zaman biteceğine esaslı bir yanıt da veriyor: Bir diğeri başlayana dek…