'Yaşam bir karşılaşmalar mesaisi'

Ya-Hiç-Karşılaşmasaydık

Ya Hiç Karşılaşmasaydık: Psikoterapi Odasından İlişkilere ve Edebiyata

TUĞÇE ISIYEL

Doğan Kitap 2020 232 s.

BATUHAN SAÇ

Ya Hiç Karşılaşmasaydık’ı kitapçılar raflara dizmeye, okurlar da heyecanına tanık olmaya çoktan başladı. Kitap “Psikoterapi odasından ilişkilere ve edebiyata” alt başlığıyla Doğan Kitap’tan çıktı. İçerisinde Tuğçe Isıyel’ın pek çok denemesinin yer aldığı kitap, etkileyici bir girişle başlıyor. Elimden geldiğince kitabın neleri konu edindiğini ve kitabın başlığındaki kuvvetli ifade “karşılaşma” bağlamında neler söylediğini aktarmaya çalışacağım – ama öncelikle bir Heidegger ve Levinas paranteziyle. Levinas karşılaşmanın nasıl mümkün olacağını düşünen yegâne düşünürlerden birisi. Kitabın adını ve başlangıcını özellikle ciddiye alıyorum. Çünkü şöyle diyor Isıyel: “Yaşam, bir karşılaşmalar mesaisi.”

Bir Parantez

Heidegger Sanat Eserinin Kökeni kitabında (De Ki, 2007), sanat eserinin kökeninin ne olduğunu sorar. Sorunun onu götürdüğü unsur ise sanat eserinden başkası değildir. Bizleri sanat eseriyle karşılaşmaya götüren hassasiyeti şu sözlerle anlatır:

“Bizimle nesne arasındaki nesneye ilişkin düşünce ve bildirimler konusunda ortaya çıkacaklar yok edilmelidir. Ancak bu şekilde nesnelerle aracısız karşılaşırız." (Heidegger, 2007, s. 19)

Heidegger burada bir sanat eserine dair karşılaşmanın ön bilgisiz, aracısız diğer deyişle muammalığını koruduğunda mümkün olduğunu söylemeye yaklaşır. Bizimle nesne arasındaki o nesneye ilişkin ön düşünce ve bildirimlerin yok edilmesi gerektiğinden bahseder. Bu pasaj çok net gözükmemekle birlikle, Levinas’ın bu düşünceyi nereye taşıdığını görünce daha net bağlantılar kurulabilir. Levinas, Heidegger’in sanat eserine uygulamaya çalıştığı özenin aynısını kişilerarası (etik) ilişkinin temelini anlatmak için kullanır.

Levinas’a göre Öteki/Başka mutlak ötekidir. Yani karşımızdaki kişi tamamen meçhuldür. Heidegger’in sanat eserine verdiği değeri, kişilerarası ilişkide dener Levinas, büyük bir ufuktur onun felsefesi. Levinas şöyle der:

“Başkasıyla karşılaşmanın en iyi yolu onun gözlerinin rengini dahi fark etmemektir! "(Levinas, Sonsuza Tanıklık, Metis, 2016, s. 326)

Bu eşsiz söz, ilişkinin ve karşılaşmanın bir muammaya ihtiyaç duyduğunu anlatır. Yani başkasıyla ilişki bir gizemle ilişki olarak kendini ortaya koyar. Çünkü Levinas’a göre başkası, onu algıladığımızdan çok daha fazlasıdır, hatta sonsuzdur, bilinerek tüketilemezdir.

Ya Hiç Karşılaşmasaydık

Heidegger’in sanat eserine özgü olan, Levinas’ın da her ilişkiye dair kurmaya çalıştığı bu özen kitabın Başlarken adlı kısmında doğrudan gözüküyor. Tam da şöyle diyor kitap:

“Karşılaşmalara izin vermek, meraka, deneyime, maceraya da izin vermek demek.”

Karşılaşma dediğimiz böylesine coşkulu bir şey. Öncesinde de bir oyundan bahsediliyor, bu oyun, sürekli bir bilinmez, muamma doğuruyor gibi:

“Zaman zaman kendi kendime oynadığım bir oyun var; bu değil de o kararı alsaydım, hayatımda neler değişirdi? Bu şehirde değil de diğerinde yaşasaydım, benden nasıl bir ben çıkardı? Hayatımın şu evresinde onunla karşılaşsaydım, yolum nereye evrilirdi? Tam o yaşta bu kitabı okusaydım… O gün vapura değil de taksiye binseydim…"

Tuğçe Isıyel karşılaşmaların hep sürebildiğinden bahsediyor. Bir şeyle karşılaşmamızın onun varlığında ve yokluğunda da sürdüğünün altını çiziyor. Şairle imgenin karşılaşmasından, metinle okurun karşılaşmasından, bir filmle ve şehirle karşılaşmaktan, psikoterapi sürecindeki karşılaşmalardan ve tabii ki de kişinin kendisiyle olan karşılaşmasından bahsediyor.

Bir yandan da “karşılaşmalara izin vermek” diyor kitap. Evet, karşılaşmanın coşkulu, heyecanlı ve mümkün olması için yalnızca bir merak yetiyor gibi gözüküyor. Ama karşılaşmanın mümkün olması için de ön koşulumuz var. İnsanın ötekiyle karşılaşması ve ondan beslenebilmesi için güvenle kurabileceği bağa ihtiyacı olduğundan bahsediyor yazar. Ancak bu karşılaşmalar eşliğinde gelen hayatı ve kendimizi konumlandırabilme imkânımızdan bahsediyor.

Yaşantılar, anılar var Tuğçe Isıyel’in yazdıklarında. Kavramlar hakkında çalışarak, onları eğip bükerek düşünmüyor. Etimolojilerden değil, yaşantılardan başlıyor anlatmaya. Bir ayağı hep yerde, somut örnekler veriyor. Somut örnekler vermesinin yanında, şiirler de dahil oluyor anlatılara. Behçet Necatigil sokak diyor, Özdemir Asaf anne diyor, Edip Cansever adımızı sorarız birine, o bize adını söyler diyor. Yani kitabın “psikoterapi odasından ilişkilere ve edebiyata” alt başlığının ağırlığını metinlerin içerisinde görebiliyorsunuz.

Karşılaşmaya izin vermek demiştik. Kitap Gölgenin Gör Dediği adlı bölümle başlıyor. Bu ilk bölümü okuduğunuzda, karşılaşmaya izin vermenin ne demek olduğunu hissedebiliyorsunuz. Galiba yazan kişi de kendini etkilenebilmeye ne kadar açarsa, okura da öylesine geniş bir mekân bırakıyor. Mimariyi kurup okura düşünmek ve kendi hali hazırda düşündüklerini yerleştirebilmek için bir oda açabiliyor. Kitabın ilk metninin yazar için önemli ve muazzam bir deneyim olduğunun kokusu buram buram hissediliyor. Bir sürü fotoğraf geçiriyor gözümüzün önünden.

Dostluklardan bahsediyor kitap. Yanına alıyor okuru, konuşuyor, düşündürüyor, şimdi yeniden bak diyor. Diğer yandan başka bölümlerde de ev üzerine düşünüyor; evlere giriyor, evlerden taşınıyor, evin canlılığını vurguluyor. Metnin sonunda da bir soru ekliyor okura. Derken, balkonlar hakkında ilginç şeyler söylüyor. Balkonları daha çok seviyorsunuz, “ötekine açılan” ve ne içeriye ne de dışarıya ait bu mekâna hayranlığınız artıyor. Tuğçe Işıyel hem somut hem de soyut anlamda savunuyor balkonları.

Eğer takip edebildiysem, son zamanlarda, “güncelin psikanalizi” adında bir kavram kullanılmaya başlandı. İthaki Yayınları’ndan 2018’de çıkan Psikanaliz ve Göç kitabından sonra, Bella Habip’in 2019’da YKY’den çıkan Kültür ve Psikanaliz - Sinema, Edebiyat ve Güncelin Psikanalizi kavramının kullanıldığını görüyoruz. Daha geriye gittiğimizde, Uluslararası Psikanaliz Yıllığı’nın 2017 senesindeki yayınında “Psikanalizin Güncel Mülteci Krizine Katkısı Ne Olabilir?” adlı bir makale mevcuttu. Bir yıl daha geri gidersek Gezi’yi Psikanalizle Düşünmek (2016) adlı çalışmayı hatırlıyoruz. Peki, tüm bu çalışmalar bize neler söylüyor?

Bu soru, kitabın güncelle ilişkisi için de önemli. Çünkü kitapta okuduklarımız, aynı zamanda şu anda tanık olabileceğimiz olayları konu ediniyor. Cep telefonundan ilişki yaşamayı, mesajların görünmüş olup olmadığını, konserlerdeki kamera çılgınlığını ve sosyal medyadaki davranışlarımızı, Kaybedenler Kulübü ikâmelerini, stalklama davranışlarımızı ve elbette travmaları… Kısacası, yukarıdaki paragrafta farklı çalışmalarla önemine örnek verdiğim gibi, günceli tartışmanın ve güncel hakkında düşünmenin önemsendiği bir metinler bütünü bu kitap. Psikanalitik referansların bulunduğunu göz önünde tutarsak, Ya Hiç Karşılaşmasaydık’ı da güncelin psikanalizi kitaplığına yerleştirebileceğimizi düşünüyorum.

Metnin başında hem Heidegger’i hem de Levinas’ı andım. Kitabın adındaki ve içeriğindeki hassasiyeti başka bir dille ifade eden düşünürlere örnek olması açısından. Levinas’ın sözünün çarpıcılığına ve şehvetine her okuduğumda kapılıyorum. Karşılaşmaya aday olmak, karşılaşmalardan etkilenmek böyle bir hikâye içerisine alıyor kişiyi. Tuğçe Işıyel de güncelin karşılaşmalarını yazıyor bir yanıyla. Onun işaret ettiği çoğu mesele hâlâ askıda, hâlâ çözülmeyi bekliyor. Kitap bu nedenle ayrıca önemli.

Kitabın, yazarı dışında bir başka kahramanı olduğunu da söylemek mümkün. Adı Berduş, bolca tüylü bir arkadaş olduğunu tahmin ediyorum. Saatlerce tüylerini yaladığı söyleniyor. Kitabı okuyanlar kendisiyle iki bölümde tanışacaklar. Ayrıca onun sayesinde, kişinin kendini karşılaşmaya açmasının yalnızca insanlara yönelik olmadığını hatırlamış oluyoruz.

Son olarak, Tuğçe Isıyel’in bu ilk kitabında, kendi dilini çok iyi kurduğunu görebiliyoruz. Şahsen, yazarın sesi, koyduğu noktalamalarda ve cümle kuruşlarında işitiliyor. Kitapta hiç görsel kullanılmamasının üzücülüğü, yazarın diliyle ve okura bıraktığı boşlukla kurtarıyor kendini. Ve kitap karşılaşmayla açılıyor, karşılaşmayla sona eriyor. Son sayfada şöyle diyor yazar: “Karşılaşmalar sürdükçe başlangıçlar da hep kaçınılmaz olacaktır.”

T.S Eliot’ın East Coker şiirinin ilk ve son cümlesi: In my beginning is my end… In my end is my beginning (No. 2 of Four Quartets).