Silahsız şiddetin romanı

Varoş

Varoş

MUSTAFA YURTHAN

İletişim Yayınları

Mustafa Yurthan, Varoş’la bizlere sürekli birbirini kesen cümlelerin, içe dönük yakarışların, yetersiz kalışların ve şiddete mazhar olduğu halde silahlara bulaşmayanların bir panoramasını sunuyor

BERKAY ÜZÜM

İlk romanı Varoş’la kendi mekânının kapılarını dış dünyaya açan Mustafa Yurthan, sadece mekân-insan bağlamına yeni bir soluk getirmekle kalmıyor, aynı zamanda monoloğun gücüne dair güçlü göstergeleri de önümüze seriyor.

Mustafa Yurthan, Varoş’la bizlere sürekli birbirini kesen cümlelerin, içe dönük yakarışların, yetersiz kalışların ve şiddete mazhar olduğu halde silahlara bulaşmayanların bir panoramasını sunuyor. Romanın adına paralel olarak yoksulluğun ve maddi/manevi zenginliğe ulaşmaları imkânsız olan kişilerin öyküsünü anlatan Yurthan, maddiyat ve maneviyat arasındaki rol değişimini tersyüz ederek çarpıcı bir ilk romanı ortaya çıkarıyor.

Alt-orta tabakanın ana hatlarını çizen roman, Yeşilçam melodramlarını andıran bir havada geçiyor. Daha çok gençlik zamanlarının tasvir edildiği kitap, birbirinin devamı şeklinde nitelendirilebilecek bölümlere sahip olduğu halde kitabın başında anlatılan öykülerden bağımsız olarak farklı kişiliklere de bürünüyor. Romanın başlangıcında olayları birinci ağızdan aktaran karakterin diğer karakterleri bünyesine dahil etmesi, aslında diğer karakterlerin bir tür esir alınmasına sebep olsa da, romanın teklik-çokluk açısından daha iyi kavranmasını sağlıyor. Nitekim roman, bakkal işlettiği halde sürekli kitap okuyan Mustafa ile yazarın “kendisinin” romana eklemesinin yanı sıra, Nusret karakteriyle romanın kurgusal gerçek kişisini aynı potada eritiyor. Bu bağlamda roman, daha çok bakkal işleten Mustafa ile dağılmış bir ailenin ortasında kalan Nusret’in romanı olsa da, aynı zamanda bu ikisinin tüm hayatını kapsıyor.

Açılışı Nusret’in ağzından yapan roman, rutubetli bodrum katlarını andıran cümlelerle bizi karşılıyor. Bireyler arasındaki kopukluğun zirve yaptığı, ince bir çizginin üzerinde gidip gelen bir ailenin tasvir edildiği bu bölümde, Nusret’in kendi eksikliklerini giderme savaşına tanık oluyoruz. Gençlik, ahlak, cinsellik ve kenar mahallelerde sıkışıp kalmaya yüz tutmuş bir yaşama kültünü anlatan bölüm, diğer bölümlere nazaran hacmi daha geniş bir öykü olarak karşımıza çıkıyor. Yazarın, tüm karakterlere Nusret’in ağzıyla hayat verdiği bu bölüm, aynı zamanda romanın ortaya koyduğu dilin nasıl olacağına dair güçlü bir izlenim bırakıyor. Herkesin tek bir karakterde var olması ve bu bağlamda iç sesiyle konuşması, romanın üzerinde ilerlediği yola, yani “kaybetmek,” “yoksulluk” ve “terkedilmişlik” gibi somut/soyut kavramlara denk düşüyor. Bu denk düşme, metnin “dürüstlüğü” için elle tutulur somut bir veri olarak göze çarpıyor. Nitekim romanın saf gerçeklik barındıran adı, bir yandan bu coğrafyanın temel olumsuzluklarına yeni bir sayfa açarken, diğer yandan da romanın kendi dili üzerinde yalpalamadan ilerlemesini sağlıyor. Diğer bölümlere nazaran daha argo bir dilin tercih edildiği bu ilk bölüm, aynı zamanda gençlik-işsizlik bağlamında bir baba-oğul ilişkisinin bozukluğunu anlatması bakımından doğru ve yeni bir noktaya değiniyor.

Ardından gelen bölüm, aileye kendini biraz daha kabul ettirebilmiş olan Kadir’in hayatına ışık tutuyor. İlk bölümdeki argo dile nazaran dinsel öğelerin öne çıktığı bu bölüm, aslında dinin toplumdaki kullanım alanlarına bir tür eleştiri yöneltiyor. Dindeki maneviyatı paradaki maddiyatla harmanlayan bölüm mizahi anlatımlarla güçlenerek, bu ilk iki bölümden daha bağımsız bir çizgide hareket eden diğer öykülere olanak sağlıyor. Nitekim bu bölümden sonra çocukluk ve yaşlılık dönemlerine dair öyküleri okumaya başlıyoruz.

Varoş, esasen çocukluk-gençlik-yaşlılık dönemlerini ele alarak komple bir hayatı anlatıyor. Bu anlatı dilinin etkileyici olması, cümlelerin kesik kesik olmasından, sürekli yarım kalmasından ve karakterlerin sürekli birbirinin alanlarını işgal etmesinden kaynaklanıyor. Bu işgal etme, kapalı bir anlamda, bir karakterin başladığı cümleyi diğer bir karakterin bitirmesiyle meydana geliyor. Bu işgal ve yarım bırakılmışlık durumu, kendi çizgisini en net şekilde kitabın adında gösteriyor.

Yeni bir dil ve anlatımdan ziyade, bir ilk roman için cesur bir anlatım yolunu seçen Mustafa Yurthan, üzerine dünyanın kapatılmış olduğu karakterlere hayat veriyor.