MARCEL PROUST
Çeviri: Elif Göktepe Yapı Kredi Yayınları
“Bu mektupları okumak bir zevk ve Proust’u seven her okuyucu da iki uyku arasında iştahla okuyacaktır. Ama Proust’un hayat hikâyesi ve Fransızcası yirmi bir ciltte toplanmış ‘bütün mektupları’ ekmekse, bu bir avuç mektup bir dilim pastaya benziyor.”
Meğer Marcel Proust, Haussmann Bulvarı 102 numarada oturduğu yıllarda gürültücü üst kat komşusuna bir sürü mektup yazmış! Edebiyat dünyası için küçük, o dünyanın dört bir tarafına yayılmış sabırlı ve uykusuz Proust tutkunları içinse büyük bir haber bu.
Haber büyük, çünkü bu ilki 1908, sonuncusu da 1916 tarihini taşıyan kısalı uzunlu yirmi altı mektup sayesinde, astımlı, çarpıntılı, başı ağrıyıp duran gece kuşu Proust’u kitabının ilk iki cildini yazarken hangi seslerin çileden çıkardığını öğrenmiş oluyoruz: tadilat, tamirat, oradan oraya çekilen mobilya, sandığa çakılan çivi, avluda dövülen halı... Proust’un cümlelerinin ritminde, hızlandıkları, durakladıkları, tam bitecek gibiyken bir noktalı virgül ya da bağlaçla devam etmeye karar verdikleri ya da bitmek istedikleri halde duramayıp helezonlar çizmeye başladıkları yerlerde bu kimisi sürekli, kimisi kesintili seslerin ritim ve tonlarının bir etkisi olsa gerek. “Gürültünün aralıksız olsaydı katlanılabilir olacağını düşündüm hep,” diyor 1911 tarihli bir mektubunda Proust, çaresizce. 1916 Şubat’ında yazdığı nispeten kısa bir mektuptaysa “Uşağın yerine yeni gelen gürültü yapıyor ve önemli değil,” diyor, “ama daha geç vakitte küçük küçük vuruyor. İşte o çok fena.”
Proust mektupların üçü hariç hepsini binanın üçüncü katında oturan ve hakkında çok az şey bildiğimiz Madam Williams’a yazmış. Ama gürültünün kaynağı o değil, ikinci katta, yani Proust’un hemen üst katında muayenehanesi olan dişçi kocası Charles D. Williams. Kocaya hitaben (“Değerli Beyefendi”) yazdığı üç kısa mektupta Proust elbette çok nazik ama lafı da fazla dolandırmıyor: “İşçilerin çalışma saatlerini kaydırarak çıkardığım masraflar için size olan borcumun tutarını mutlaka bildirmenizi rica ediyorum” (1908 sonu-1909 başı); “Akşam çıkmak için büyük gayret sarf etmem gerekiyor, bütün gece astım nöbetleri tuttuğundan sabahleyin tepemde çekiç sesleri olursa bütün gün istirahat mahvoldu demektir, nöbetim hiç geçmez, dışarı çıkmam mümkün olmaz” (1909).
Tanıdığımız Proust’uysa asıl mektuplarda, yani Madam Williams’a yazdıklarında buluyoruz. Bazen gürültü konusu Proust için başka şeylerden (edebiyattan, kendi yazdıklarından, savaştan) bahsetmenin vesilesiymiş, aslında o mektubu sadece içinden kafa dengi Madam’la biraz sohbet etmek geldiği için yazmış gibi hissediyoruz; bazense tek derdinin kafasını şişiren gürültüden kurtulmak olduğunu ama açıkça, doğrudan ya da sadece şikâyet etmeyi çok yakışıksız bulduğu için elinde olmadan lafı dolandırdığını, hatta neredeyse şikâyetini gizlemeye, “Hanımefendi”nin gözünde önemsizleştirmeye çalıştığını anlıyoruz.
Ama çoğunlukla ikincisi, yani nezaket. İnsan bu mektupları okurken Kayıp Zamanın İzinde’nin niye o kadar uzun bir kitap olduğunu da anladığını hissediyor (mektuplardan birinde şöyle bir dipnot var: “Proust o sırada tamamı üç cilt olacak bir yapıt tasarlıyordu; ikinci cilt, daha kısa birer metin olan günümüzdeki Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde ile Guermantes Tarafı’nı biraraya getirecekti.”) Tıpkı başlarda annesiyle bir konuşmayı anlattığı kısa bir kitap olarak hayal ettiği romanının Proust hatırladıkça büyüyerek sonunda yedi ciltlik bir destana dönüşmesi gibi, gürültüye dayanamayıp yazmaya koyulduğu her şikâyet pusulası da yazarının nezaketiyle şiştikçe şişip birer mektuba dönüşüyor. Her mektubu da, yine tıpkı romanının pek çok uzun pasajında olduğu gibi, başka bir şey olarak okumak mümkün: “Lütfen” kelimesi üzerine lirik bir deneme ya da mesela “Gürültünün Fenomenolojisi” gibi bir başlığın yakışacağı kılı kırk yaran bir makale.
Madam Williams hakkında bildiğimiz azıcık şey de, Proust’tan aldığı mektupların büyük kısmının “gürültü” hakkında olduğunu bilince, iyice hüzünlü hale geliyor: “Madam Williams hazin bir kadere doğru yol alır...” diyor kitabı yayına hazırlayan büyük Proust uzmanı Jean-Yves Tadié, “[Dişçi kocasından] boşandıktan sonra büyük piyanist Alexandre Braïlowski’yle evlenir, dişçinin muhtemelen gırgır sesiyle karşıladığı müzik aşkını böylece tatmin eder. Sonra, beklenmedik ve trajik son bir gelişme olur: Madam Williams 1931’de intihar eder. Onu güldürmek ya da teselli etmek için Proust uzun zamandır yoktur yanında.”
Yakın zamana kadar Proust’un emektar hizmetçisi Céleste Albaret’nin hatıratı dışında hiçbir yerde bahsi geçmeyen Madam Williams, bu mektuplarla beraber büyük yazarın yeni ayrıntılarla zenginleşmeye devam eden hayat hikâyesine eklenmiş oluyor ve kimbilir hangi sahaf dükkânının kuytu bir köşesindeki bir kitabın arasında ya da günlerden bir gün Proust uzmanlarından birinin posta kutusunda bulacağı kabarık, esrarengiz ve (filmlerde olduğu gibi) kimin gönderdiği meçhul bir dosyanın içinde Madam’ın mektup ve fotoğraflarının beklediğini hayal etmek zor değil. (Üst Kat Komşusuna Mektuplar’ı Lorenza Foschini’nin takıntılı Proust koleksiyoncusu Jacques Guérin’in hikâyesini anlattığı sevimli kitabı Proust’un Paltosu’yla beraber okumak lazım.)
Bir küçük “bibliyografik” serzenişle bitireyim: Bu mektupları okumak bir zevk ve Proust’u seven her okuyucu da iki uyku arasında iştahla okuyacaktır. Ama Proust’un hayat hikâyesi ve Fransızcası yirmi bir ciltte toplanmış “bütün mektupları” ekmekse, bu bir avuç mektup bir dilim pastaya benziyor. Bütün mektuplarını ve Jean-Yves Tadié’nin ya da William C. Carter’ın biner sayfalık biyografilerini olmasa da, en azından hacimli bir “seçme mektuplar” cildini ve az sayfaya çok bilgi sığdırma ustası Edmund White’ın çok güzel Proust’u ya da Benjamin Taylor’ın yakınlarda yayımlanan Proust: Arayış’ı gibi “muhtasar” ama dört başı mamur biyografilerden birini Türkçesinden okumak çoktandır hakkımız.