AFANASİY NİKİTİN
çev. Serkan Acar Türk Tarih Kurumu Yayınları 2019 78 s.
Üç Deniz Ötesine Seyahat kitabının yazarı, tüccar Afanasiy Nikitin gözü pek bir kişi. 1468 yılında, Moskova’nın kuzeybatısında yer alan Tver şehrinden yola çıkıp zorlu bir yolculuktan sonra Hindistan’a varıyor ve aylarca orada kaldıktan sonra, şehrine değilse de ülkesine dönüyor. Ortaçağda seyyah olmanın zorluklarını yaşıyor, üstüne üstlük yaşadıklarını kaleme alıyor...
O zamanlar (15. yüzyıl) değil uzak bir yerlere gitmek ülke içinde bile seyahat hem zordur hem de güvenli değildir. Her türlü doğa olayından etkilenen toprak yollar, zorlu geçitler, bilmeyenlerin içinde kolayca kaybolabileceği ormanlar, yürümek istemeyenlerin tek seçeneğinin binek hayvanları olması, yine yük taşımak için sadece onlardan yararlanılabilmesi karadan yolculuğu zor, karmaşık bir hale getirmiştir. Ayrıca bir de asayiş sorunu vardır. Yollar, geçitler, ormanlar yolcuları soymayı bekleyen eşkıyalarla doludur.
Nehre veya denize kıyısına ya da yakın olan yerlere su yoluyla ulaşmak mümkünse de, karadan yolculukla ilgili söylediğimiz bazı sorunlar buralar için de vardır. Sadece yağmurlar seller, çığlar yerlerini fırtınalara, dev dalgalara bırakmış, haydutların da ismi değişerek korsan olmuştur.
Ancak bu şartlarda bile bazı kişiler çeşitli nedenlerle yollara düşer ve başlarına gelenleri halledip gidecekleri yere varırlar. Üç Deniz Ötesine Seyahat kitabının yazarı, tüccar Afanasiy Nikitin böyle bir kişi. 1468 yılında, Moskova’nın kuzeybatısında yer alan Tver şehrinden yola çıkıp zorlu bir yolculuktan sonra Hindistan’a varıyor ve aylarca orada kaldıktan sonra, şehrine değilse de ülkesine dönüyor.
Başta doğum tarihi olmak üzere, yaşamı hakkında fazla bilgiye sahip olmadığımız Nikitin, şehrinden ayrıldıktan sonra, nehir yoluyla önce Novgorod’a geliyor. Burada Moskova Knezi III. İvan’ın (1462-1505) Şirvanşahlar’a gönderdiği elçi ile karşılaşınca, yola birlikte devam etmeye karar veriyorlar. Ve Volga Nehri yoluyla güneye doğru ilerliyorlar. Yolculuk önceleri sorunsuz geçse de, Hazar Denizi’ne yaklaşırken Astrahan Hâkimi’ne bağlı Türk Tatarları’nın saldırısına uğruyorlar ve eşyalarını taşıyan ikinci tekneleri yağmalanıyor.
Rusya’da basılan eski bir kartpostalda gezgin ve kâşif Nikitin…
Ancak bu sadece bir başlangıçtır. Nikitin mallarını yitirmiş ama canını kurtarmıştır. Ve hâlâ bir gemileri vardır. Ama bu durum çok sürmez, bu sefer gemileri karaya oturur ve bir kez daha Türk Tatarların yağmasına maruz kalırlar. Bu kez Nikitin neredeyse her şeyini kaybeder. Son olarak Hazar Denizi’nde fırtınaya yakalanırlar ve sahip oldukları teknelerden biri parçalanarak kıyıya vurur. Bir Kafkas halkı olan ve Dağıstan’ın batısında yaşayan Kaytaklar mallarına el koyup Nikitin’i ve yanındakileri esir eder.
Elçi Şirvanşah beyine haber gönderip durumu bildirir, olaya müdahale eden Bey tutsakları kurtarır. Tüm bunlara rağmen Nikitin Rusya’ya dönmez ama elinde satacak malı kalmamıştır. Bakü’ye gider, muhtemelen burada da aradığını bulamayınca Hazar Denizi kıyıları ile İran coğrafyasında bulunan pek çok şehre uğrayarak bir yılını buralarda geçirir. Ardından Hürmüz’e geçer ve deniz yoluyla Hindistan’a gider. Nikitin Hürmüz hakkında şu bilgiyi veriyor:
“Farsların Hindistan Deryası adı ile andıkları Hint Denizi buradadır. (…) Geçtiğim bütün yerler arasında Hürmüz’den büyük şehir görmedim. Hürmüz’ün güneşi oldukça kavurucudur. Burada bir ay kaldım. Ardından atlarım ile birlikte Hint Denizi’nden geçerek Tava’ya gittim.”
Anlaşılan seyyahımız İran’da boş durmamış, para kazanıp atlar almış ve Hindistan’a geçmiştir. Hindistan’a ulaşan Nikitin burada büyük bir şaşkınlığa düşer. Bir kere halkın tamamı çıplaktır ve başlarında örtü yoktur. Göğüsleri açık ve saçları tek örgü olup kadınlar her yıl doğum yapar. Çok çocukları vardır. Beyaz insanları görünce şaşkınlığa düşerler ve herkes Nikitin’i izler. Bu nedenle bir yere gidemez. Kitapta onların yaşam tarzları ve âdetleriyle ilgili bilgiler de yer alıyor ve tabii Nikitin inançlarını eleştiriyor. Örneğin Hinduların et tüketmediğini, günde iki öğün yemek yediklerini, geceleri ise bir şey yemediklerini, şarap ve likör içmediklerini yazar. Ayrıca yemekleri kötüdür, “birbirleriyle, hatta eşleriyle dahi aynı sofraya oturmuyorlar”dır. Yemeği sağ elleriyle yiyen Hindular bıçak ve kaşık kullanmayı bilmiyorlar. Yemeklerini ve kaplarını Müslümanlara göstermeyip, yemek yerlerken onları bir Müslüman görürse o yemeği yemiyorlar.
Bu yıllarda Hindistan’ın Dekken bölgesinde Müslüman bir sülale tarafından kurulan Behmen Sultanlığı (1347-1527) hüküm sürmektedir. Yönetici sınıfını Horasan, Türkmen ve Çağatay diyarlarından gelenlerin oluşturduğu bu sultanlıkla ilgili olumlu bilgiler alan Nikitin buraya yönelir ve sultanlığa ait Junnar şehrine gelir:
“Kışı iki ay kaldığım Junnar’da geçirdik. Dört ay boyunca gece gündüz yağmur yağmış ve her yer çamur olmuştu. Onlar buğday, pirinç, nohut ve daha başka şeyler ekip yetiştirirler. Hindistancevizinden ve diğer bitkilerden şarap imal ederler. (…) At bulunmayan Hindistan’da daha ziyade öküz ve manda beslenir. Onları binek hayvanı olarak da kullanırlar.”
Nikitin Hindistan’da seyahat edenlerin hanlarda konakladıklarını, buralarda kadınların çalıştığını, bu kadınların istendiği takdirde geceleri erkek müşterilerine eşlik ettiklerini ifade eder.
1955’de yapılan Tver'deki Afanasiy Nikitin Anıtı…
Junnar’a geldikten bir süre sonra Han eğer İslamiyet’i kabul etmezse atını elinden alacağını söyler. Nikitin bu teklifi reddedince de atına el konur. Bunun üzerine oranın ünlü bir din adamına başvuran seyyah sonunda atına kavuşur. Bu olayı anlattıktan sonra Ortodoks kardeşlerini şöyle uyarır: “Hindistan’a seyahat etmek isterseniz, Rusya’daki inancınızı terk edip Muhammed dinini kabul ettiğinizi söyleyerek oraya gitmelisiniz.”
Ancak Hindistan’da Rus tüccarları bekleyen yegâne sorun Müslüman olmamaları değildir; bir de Rusya için uygun mal yoktur. Nikitin buralara kadar geldiğine pişman gibidir. Hindistan’a gelmeden ona burada her çeşit ve ucuz eşyayı bulabileceğini söylemişlerdir ama bu doğru değildir:
“Beni atlattılar. Onlar burada her türlü malı bulmamın mümkün olduğunu söylemişlerdi, fakat memleketimize uygun hiçbir şey bulamadım. Eşyaların tamamı Müslüman memleketler için üretilmiş. Biber ve boya oldukça ucuz. Deniz yolu ile nakledilen malların bir kısmı gümrük vergisinden muaftır. Ancak biz bunları dahi gümrük resmi ödemeden götüremedik. Gümrük resmi oldukça yüksek ve denizde çok sayıda korsan var. Korsanların hepsi Hıristiyan ya da Müslüman değil, kâfirdir. Taştan yontukları putlara taparlar. İsa’yı da bilmezler.”
Nikitin Junnar’dan Hindistan’ın iç bölgelerine doğru gider ve “Müslüman Hindistan’ın Payitahtı” Bidar’a ulaşır. Burada yönetici sınıf ve askerler Horasanlıdır. Kalabalık bir ordusu vardır. Sultan seferlere 300 bin askerle çıkmaktadır. Ayrıca 200 fil de onlara eşlik etmektedir. Sultan muhteşem bir sarayda oturmakta, memleketin asilzadeleri çok zenginken, köylüler yoksulluk içerisinde yaşamaktadır. Burada atını satan Nikitin bu parayla bir yıl yaşar.
Nikitin’in Üç Denizde Yolculuk kitabının el yazması kopyası…
Bu arada Parvat’taki Hindu tapınağı “Buthana”yı da gören seyyah burasının Kudüs veya Mekke gibi kutsal bir yer olduğunu belirtir. Ancak pek çok Hindu ile tanışan, günlük yaşamlarını paylaşan, hatta onlarla dini konularda tartışan Nikitin’in Hindularla ilgili düşünceleri hiç olumlu değildir. Vahşi olduklarını, kadınların fahişelik yaptıklarını, üfürükçülükte, hırsızlıkta, yalan söylemede ve adam zehirlemede becerikli olduklarını yazar.
Hindistan’a kadar gitmişken Seylan’a da uğramayı ihmal etmeyen seyyah burasının ihmal edilmeyecek bir yer olduğunu, adada değerli taşlar, yakutlar, akikler, gökzümrütler, kehribarlar, kristaller ve zımparataşı bulunduğunu belirtir:
“Bunun dışında Seylan’da ipek, inci ve her türlü eşya üretiliyor ve çok ucuz. Ormanları tehlikeli, vahşi kediler ve maymunlar yoldan geçen insanlara saldırıyorlar. Bundan dolayı hiç kimse geceleri yolculuk yapmaya cesaret edemiyor.”
Çin’den söz etse de oraya gidemeyen Nikitin sonunda memleketine dönmeye karar verir. Ancak bu kolay olmayacaktır. Pek çok yere uğradıktan sonra sonunda Kırım’a geçmek için Trabzon’a ulaşmayı başarır:
“Trabzon’da beş gün kaldım. Beni Kefe’ye getirmesi için bir gemici ile bir altına anlaştım. Bir altın da harç ödedim, bunu Kefe’de verdim. Trabzon’da subaşı ve paşa bana çok kötü davrandı. Kırık dökük eşyalarımın tamamını yukarı hisara götürüp her şeyimi inceden inceye aradılar.”
Yaptığı uzun yolculukta büyük tehlikelere maruz kalan Rus tacir ne yüksek kazanç sağlayan mallar bulmuş ne de vergi, baskı ve yaptırımlardan kurtulabilmiştir. Yolculuğu ticari olarak başarısız geçmiştir, ama bu arada Farsların İstanbul Denizi dedikleri Karadeniz’i, Hazar Denizi’ni ve yine Farsların Hindistan Deryası adını verdikleri Hint Okyanusu’nu aşmış, pek çok yer görmüştür. Ayrıca Üç Deniz Ötesine Seyahat adlı kitabında yer alan Türkçe ve Farsça kelime ve cümlelerde anlıyoruz ki, bu dilleri de öğrenmiş. Doğrusu az şey değil, her faniye nasip olmaz.
•