JACK KEROUAC
Çev.: Begüm Gür Erdost Siren Yayınları
Jack Kerouac, yol-hayat-kitap bağlantısı üzerine düşünmeye koyulup eski dostlarını görme isteğiyle batıya yönelmişti. İşte Tristessa, bu seyahatin bir ürünü; Allen Ginsberg’ü görmek için çıktığı ve otostopla başlayan yolculuk, Kerouac’ı Meksika’ya götürürken, William S. Burroughs’un Mexico City’de bir süre yaşadığı odada romanın büyük bölümünü yazmıştı.
1955’e gelindiğinde Jack Kerouac, ABD’de iyiden iyiye tanınmış ve şöhreti yeryüzüne yayılmaya başlamıştı. Gemi işçiliği başta olmak üzere pek çok başka meşgale sayesinde epey bir yer gezdikten sonra, deyim yerindeyse Kuzey Carolina-Rocy Mount’ta bir mola vermişti.
Ancak yolun kendisini bir kez daha çağırdığını söyleyerek 1955’te oradan ayrılıp San Francisco’ya doğru hareketlenen Kerouac, yol-hayat-kitap bağlantısı üzerine düşünmeye koyulup eski dostlarını görme isteğiyle batıya yönelmişti. İşte Tristessa, bu seyahatin bir ürünü; Allen Ginsberg’ü görmek için çıktığı ve otostopla başlayan yolculuk, Kerouac’ı Meksika’ya götürürken William S. Burroughs’un Mexico City’de bir süre yaşadığı odada romanın büyük bölümünü yazmıştı.
Tristessa, Kerouac’ın yaşam-kurmaca bağlantısı ya da etkileşimi fikriyle paralel biçimde, karşılaştığı kişileri birer roman karakteri hâline getirip başına gelen olayları metne dökmesiyle doğuyor. Öyle ki romanda anlatılanların çoğu hakikatlere dayanıyor.
Kitabın hemen başındaki Yayıncının Notu’nda belirtildiği gibi romana ismini veren Tristessa, Kerouac’ın Meksika’da karşılaşıp hayran kaldığı Esperanza Villanueva adlı kadın. Hatta metnin derinine indikçe bu hayranlığın aşka evrildiğini de görebiliyoruz.
Romanın ana karakterlerinden Jack, yolun kendisini özgürleştirdiğini, farklı yaşamların ve deneyimlerin ise bunu pekiştirdiğini düşünüyor. Tristessa ise farklı hayat ile deneyimlerin (ve Kerouac’ın Meksika macerasının) simgesi âdeta.
Diğerlerine benzer biçimde sarsak ve hızlı bir Kerouac kitabı Tristessa; farklı uyuşturucuların denendiği, köşe bucak gezilen, insanın sokakta görse yolunu değiştireceği kişilerin sahne aldığı ve Jack’in sevgi arsızlığına tutulmuşçasına Esperanza’ya (Tristessa’ya) kendisini kaptırdığı, Mexico City’nin “gariban muhiti” Roma’da geçen bir roman.
Jack, Roma’yı arşınlayıp muhiti tanımaya uğraşırken durmaksızın Tristessa’yı betimliyor: Yürüyen, yatağın ucuna oturan, kafası güzel, hikâye anlatan, gözlerinin içine bakan, gözlerini kaçıran, kaybolan, geri dönen, öfke nöbetleri geçiren ve acı çeken bir “azize” hâline getiriyor onu.
Simsiyah Kızılderili saçlarını bir toplayıp bir açan, para yerine aşkı diline dolayan ve kolu iğne izleriyle dolu Tristessa, bir noktaya kadar Jack için ideal bir kadın.
“Etrafı ölülerin fotoğraflarıyla çevrili” Tristessa’nın Jack için yeni bir yaşam kaynağı olduğunun tartışma götürmediği anlarda onun hikâyesini de hızla öğreniyoruz: On altı yaşındayken onu sokaklardan toplayan ihtiyar Dave, Tristessa’nın gözünde bir ilaha dönüşüyor. Tristessa, kendinden her geçtiğinde onu yâd ediyor. Bir tür junky bağı bu.
Kızılderili bilge Tristessa ile yaşama âşığı Jack arasındaki bağ ise yeni keşiflere, havayı berraklaştıran ve bulanıklaştıran deneyimlere dayanıyor: “…Keşke ona Nirvana’ya ulaştığında, kendisine her türlü bahşedilecek olan nimetlerin sonsuzluğunu ve sınırsızlığını İspanyolca anlatabilsem diye düşünüyorum. Her şeye rağmen onu seviyorum ben, âşık oluyorum. O incecik parmaklarıyla kolumu okşayışı var ya, bayılıyorum. Sonsuzluğun içindeki yerimi ve konumumu hatırlamaya çalışıyorum.”
“Çirkin olamayacak kadar güzel, ölüp gidemeyecek kadar hızlı, kederlenmeyecek kadar şanslı, sahiplenilemeyecek kadar kızgın” Tristessa karşısında, hayatı kavrayıp benliğindeki gedikleri fark eden Jack, Meksika’da yaşadıklarından hareketle dünyayı ve hayatı sorgulayıp insanın, “ayağına geçirdiği ölümlülük botları içinde titrediğini ve ölmek için doğduğunu” söylüyor.
Bunu derken Meksika’da, ABD’dekinden farklı insanlara temas ediyor, tüm yas ve acılara rağmen yaşamak için bahaneler üretip Tristessa’ya baktıkça hüzünlü bir heyecan duyuyor. Öte yandan Jack, uyuşturucudan bitap düşmüş, ölümün ve güzelliğin bileşimi olan Tristessa’nın gözlerine, hissedeceklerinden korktuğu için bakmaktan çekiniyor bazen.
Romanın ilk bölümünde farklı deneyimlerle ve hızlı hayat hikâyeleriyle bezeli bir aşk öyküsü var. İkinci bölüm ise bir yıllık boşluktan sonra başlıyor (Kerouac, bu bölümü, ilkinden iki yıl sonra yazmaya başlıyor ve araya yolculuklar ile başka metinler giriyor).
Bir yıllık süre, Tristessa’yı biraz daha çökertiyor; kullandığı sakinleştiriciler ve uyuşturucular onu yıprattıkça bulantı yaşayan Jack’in hâli, zaman zaman kararan, gelgitli bir zihne benziyor.
Jack’in sinirini bozan bir başka durum, Tristessa’ya âşık olduğunu söyleyen, pragmatik adamların art arda belirmesi. Jack’in ve Tristessa’nın birbirine söylemediği bir gerçek var: İçlerinde birbirlerine karşı büyüttükleri nefret! Kısacası şiddetli ve bağımlılık kokan bir aşk bu.
Kerouac; bu fırtınalı, çelişkili, tutkulu ve ayrıksı aşkı kaleme alırken yaşam ile kurmaca arasındaki güçlü bağın, metinlere yansıması gerektiği fikrinden hareket etmişti. Bu, Tristessa adlı romanı, varoluşçuluk ve yeraltı edebiyatı zemininde buluşturdu.
Meksika’da hakikati arayan ve yaşama aşkını tüm benliğinde hisseden Kerouac, dünyalı bir “azize” hâline getirdiği Tristessa’yı, aşkın ve ölümün cisimleştiği bir kadın olarak tasvir ediyor. Böylece yazarın yaşama aşkı ile Tristessa’ya duyduğu aşk birleşiyor.