AHMET TULGAR
Can Yayınları
Her biçimde ve türlü ağızla yazılmış metinlerin edebiyatı tartışmaya açıktır, lakin her “an” bir biçimde edebiyata dönüştürülebilir. Ahmet Tulgar’ın Trajik Nüans’a aldığı on dokuz öykünün handiyse tamamıyla okura kavratabileceği en sağlam fikir budur...
Sıklıkla zihnimi kurcalayan, okumak ya da yazmak olmasa bile o an meşgul olduğum şeyden beni bir anda alıkoyan; gelgelelim hiçbir defasında kendisini ele vermeyen bir sorudan bahsederek açalım yazıyı: Edebiyat okura ne öğretebilir? Soruyu daha da genişletip problemi büyütürsek kapı şuraya açılıyor: Bir öykü ya da roman okurunu eğitebilir mi? Elbette edebî metinleri böyle beklentilerle okumak hazzı zedeleyecek, çoğu defa beklentiyi de askıya alacaktır. İşin aslı, bunca düşüncenin beni getirdiği yer, her defasında, içinde sürpriz kelimesinin geçtiği bir cümleye çıkıyor.
Niyetim, bütün bunları Ahmet Tulgar’ın yayımlanan son öykü kitabı üzerinden düşünmeye çalışmak. Zira Trajik Nüans, edebiyatın bir okur olarak bize neler öğretebileceğinin, bir yazar olarak bizi nasıl eğitebileceğinin tescilli bir örneği gibi.
Öykülerde öne çıkan temalar arasında sayabileceğimiz intihar, eşcinsellik, geçmişe duyulan özlem, yılbaşı ve siyasilik gibi uzaktan bakıldığında birbirlerinden apayrı görünen durum ve olguların, bir biçimde nasıl aynı havuza düştüklerini hayretle seyrediyoruz okurken. Peki, bu biçim, yani öykülere konu edilen olayların pozitif anlamda tek tipleştiği o “şey” ne ola ki? Bir de onun yanıtını aramaya koyulalım…
Yazarın son dönemde yazdığı öykülerini bir araya topladığı metin, kalemine alışık olan okur için özlenen bir dostla rastgele karşılaşmanın rahatsız edici huzurunu taşıyor. İyisiyle kötüsüyle bir plazada içinden geçtiğimiz alelade bir günü, büyük bir heyecanla ya da bir görevmişçesine karanlık bir iç sıkıntısıyla yaptığımız yolculukları, haftalık olağan bir süpermarket alışverişini böylesine bir derinlikle anlamlandırmaya üşendiğimiz hâliyle okuyoruz. Ahmet Tulgar, anlatım biçimiyle, üzerinde durmadığımız anların aslına bakıldığında ustaca kurgulanmış bir öyküye ne kadar benzediğini gösteriyor okura. Her zaman yaptığını yapıyor, yaşamak eyleminin yarının düşüncesiyle değil, ancak bugünün anlamlanmasıyla kıymetli olduğunu hatırlatıyor.
Önceki paragrafı “sıradanlığı edebî hâli” olarak özetlersek, tanışık okur için hoş bir rastlaşmayı anımsattığını vurguladığım bu yeni on dokuz Ahmet Tulgar öyküsü, yazarla yeni tanışacak okur için de söyleyecek birkaç söze sahip. Sıradanlığın edebî hâli, daha evvel böylesi iddiasız anlatılarla rast gelmemiş okuru temelde şu hissiyatın içine sürükleyebilir: Her şeyin edebiyat olabileceği tahayyülündeki “şey”in, “yazı”ya değil “an”a tekabül ettiğinin anlaşılması. Her biçimde ve türlü ağızla yazılmış metinlerin edebiyatı tartışmaya açıktır, lakin her “an” bir biçimde edebiyata dönüştürülebilir. Ahmet Tulgar’ın Trajik Nüans’a aldığı on dokuz öykünün handiyse tamamıyla okura kavratabileceği en sağlam fikir budur, diye düşünüyorum. Yazının başında bahsettiğim, edebiyatın bir okur olarak bize neler öğretebileceğinin ve bir yazar olarak bizi nasıl eğitebileceğinin “Tulgarca” yanıtını bir çırpıda böylece vermiş oluyor yazar. Bununla birlikte, tek tipleşen o “şey”, şüphesiz “an” demek oluyor.
“En kârlı sektörler ilaç ve silah endüstrisi, dedi genel müdür ve onun dışında herkes onayladığını belli etti masada. O ise ayakkabılarını çıkardı masanın altında. Sonra eğilip çoraplarını çıkardı ve ayakkabılarının içine koydu topak yapıp. Masanın üstüne çıktı tek hareketle. Ayağını tekiyle tabak çanakları, çatal bıçakları itip kendisine yer açtı masanın tam ortasında.”