ROBER HADDECİYAN
Çeviri: Anahid Hazaryan Aras Yayıncılık
Tavan, zaman ve mekân algısını yok etmek için okura türlü oyunlar oynuyor. Yaşlı adamla birlikte hastanede her zamanki günlerden birini yaşadığımızı sanarken, ilgisiz hemşireleri ve doktorları geride bırakıp aniden Satenik’in kocası ve çocuğuyla yaşadığı eve geçiyoruz. Babası, Satenik’in gün içinde ne yaptığını tavanına bakarak tahayyül ediyor. Evin oturma düzeni yine tavanda... Başlangıçta, kalbinin yerinde bir beyin olduğunu düşündüğümüz bu yatağa bağımlı adam, zamanla iç dünyasındaki tüm gerilimleri ve tüm zayıf yanlarını açıyor bize.
Tam altı bin saatten beri sırtımı yataktan kaldırmadım. Ve yine altı bin saatten beri yere basıp pencereye kadar gitmedim. Altı bin diyorum… İnsan bu kadar süre mutluluğa bile katlanamaz. İnsan bu kadar uzun süre dinlenmeye, gezmeye, eğlenmeye bile katlanamaz. Meğer insan sadece acıya bu kadar uzun süre katlanabiliyormuş.
Hayatımızda her şey normal giderken, türlü telaşların coşkusuyla ya da yoğun kaygılarla günlerimiz geçerken, başka bir sona hazırlandığımızın farkında olur muyuz? Hiçbirimiz olmayız. Ertesi gün yine aynı kaygılarla, aynı telaşlarla başka bir güne uyanacağımızı ve işte en kötü ihtimalle herhangi bir konuda, herhangi bir sorun yaşayacağımızı varsayarız. Ama yaşamımızın bundan sonrasını bir yatağa bağlı olarak geçireceğimizi düşünür müyüz? Üstelik buna neden olacak şeyin bir muz kabuğu olacağını? Hayır, sadece aklımıza geldiğinde dahi bu kötü düşünceyi hemen kovarız.
Tavan (Arasdağı) 20 yıl sonra yeniden yayımlandı. Ermenice edebiyatın yaşayan en üretken yazarlarından addedilen Rober Haddeciyan’ın, Türkçede ilk baskısı 1997’de Telos Yayınları tarafından yapılan romanının gözden geçirilmiş yeni baskısı Aras Yayıncılık etiketiyle okurla buluştu. Kitabı Türkçeye özenle çeviren ise Anahid Hazaryan.
1926 yılında Avedis-Siranuş çiftinin çocuğu olarak Bakırköy’de dünyaya gelen Rober Haddeciyan, İstanbullu bir Ermeni. Lisans eğitimi için İstanbul Üniversitesi’nde Fizik-Matematik eğitimi alsa da çok geçmeden aynı üniversitenin Felsefe-Psikoloji bölümüne geçiş yapmış. Bu detay önemli, çünkü Tavan, âdeta psikolojik gerilimlerle örülü bir günce. 1983’te yayımlanan ve yazarın en önemli eseri kabul edilen kitap, merkezi ABD’de bulunan Alek Manukyan Vakfı Edebiyat Fonu’nun birincilik ödülüne layık görülmüş. Haddeciyan’ın Ermenistan’daki bilinirliğini artıran ise edebiyat bilimci Suren Tanielyan’ın “R. Haddeciyan, Sanatsal Bir İç Dünya İncelemesi” başlıklı çalışması olmuş.
“Kimse yapabileceklerini ve dayanma gücünü kestirmeye kalkmasın.” Bu cümlelerle açılıyor, yazarın magnum opus’u olarak görülen Tavan. 4 Ocak salı sabahı, öğleye doğru kızına Noel hediyesi almak için dükkânını kapatıyor talihsiz adam. Turistik eşyalar satan arkadaşı Adnan’ın dükkânının önünden geçerken ayakkabısının altında bir yumuşaklık hissediyor ve film, ne yazık ki, bundan sonra ilerlemiyor. Yatağa mahkûm biri var artık karşımızda.
Muz kabuğuna basmasıyla değişen hayatı bir hastane odasına sıkışıp kalıyor şimdi adamın ve dünyayla tek bağlantısı, odasındaki diğer yatağa gelen-giden hastalar, hastane çalışanları ve biricik kızı Satenik hâline geliyor. Bir de sürekli baktığı tavanı... Satenik, her gün babasını ziyaret etmeye özen gösteriyor. Heyecanlı bir şekilde geliyor, babasını temizliyor, hatta neredeyse onu süslüyor. Geceliğini değiştiriyor, babasını pudralıyor ve kirli çamaşırlarını alıyor. Bazen onun sevdiği veya istediği yemeklerle geliyor Satenik, babasının hastane yemeklerine burun kıvırdığını bilmeden. Muazzam bir bağ var çünkü baba ve kızı arasında. Bu bağa rağmen, baba kendi isteğiyle hastanede kalıyor, çünkü onun deyimiyle kızına asla “yük” olmak istemiyor.
Kitapta genel kurgu böyle ilerlerken ve yaşlı adamın yanındaki yataktaki hastalar sürekli değişirken, bir gün bir şey oluyor. Yanındaki yatağa 10-11 yaşlarında bir çocuk geliyor. Çocuğun refakatçisi ve annesi olan Alis Hanım, yaşlı adamın kazayla birlikte yitirdiğini sandığı bir duyguyu tetikliyor: Karısının ölümünden sonra başka birini arzulamak. Geçirdiği kazadan sonra aynaya hiç bakmayan adam, şimdi tıraş olmak istiyor. Sıkıcı hastane odasında çiçekler açıyor. Kadına asla dokunamayacağını düşünüyor; ancak durumun son derece farkında: “İnsanlar sadece tenleri değince haz almaz birbirinden. Sevginin verdiği haz beyinde başlayıp bedene geçer ve beden onu tekrar beyne yollayana kadar orada kalır. Sevgi de bir düşünceydi, eninde sonunda tekrar bir düşünce olacak.”
Tavan, zaman ve mekân algısını yok etmek için okura türlü oyunlar oynuyor. Yaşlı adamla birlikte hastanede her zamanki günlerden birini yaşadığımızı sanarken, ilgisiz hemşireleri ve doktorları geride bırakıp aniden Satenik’in kocası ve çocuğuyla yaşadığı eve geçiyoruz. Babası, Satenik’in gün içinde ne yaptığını tavanına bakarak tahayyül ediyor. Evin oturma düzeni yine tavanda... Satenik’in mutfaktan çıkıp büyük oturma odasına geçişini, yemek masasını hazırlayışını canlandırıyor tavana bakıp. Veya torunu Rupik’le nasıl oynadığını düşünüyor. Başlangıçta, kalbinin yerinde bir beyin olduğunu düşündüğümüz bu yatağa bağımlı adam, zamanla iç dünyasındaki tüm gerilimleri ve tüm zayıf yanlarını açıyor bize.
Bir günceden farkı olmayan bu kitap, eski bir vakıf hastanesinin yüksek tavanlı boğucu odasına davet ediyor sizi. Hemşireden azar işitmemek için gece zile basmayı en az on kez erteleyen hastaları düşünürken tatsız tuzsuz hastane yemeklerinin tadı geliyor damağınıza. Bazen de Satenik’in yaptığı topiğin kokusu. Gözünüzün önünde ise Haddeciyan’ın evinizin tavanına çizdirdiği bir uçak. “Tavanımdan bir uçak havalanıyor şimdi… Her gün gördüğüm sineklerden biri, uçakla karıştırmışım. Sinekler intihar eder mi? Sinekler intihar etmez. Yaşamaya mahkûmum ben.”