Sürgün-Avı

Sürgün Avı

MELİH GÜNAYDIN

Dipnot Yayınları 2020 312 s.

"Melih Günaydın, bu kitaptaki en şaşırtıcı hamlesini olaylara karışmaları hiç beklenmeyecek iki anti-kahramanı hikâyenin içine alarak yapmaktadır. İki üniversite öğrencisi; yoksul, işsiz, okul harçları için biraz paraya ihtiyaç duyan, ülkedeki yüz binlerce genç öğrenciden ikisi. Çoğu öğrenci gibi iki flanör. Aylak ve iyi kalpliler..."

MERİH CEMAL TAYMAZ

Melih Günaydın’ın Sürgün Avı adlı ilk polisiye romanı birçok açıdan ilgi çekici bir kitap. Çoğu cinayet romanında okumaya alışkın oluğumuz gibi, bir cesedin bulunmasıyla başlatılan soruşturma, cinayet masası polislerini elde ettikleri deliller nedeniyle kırk yıl öncesine dayanan bir polis hesaplaşmasına yöneltir. Ama bu arada başka bulgular ve bilgiler, soruşturmayı farklı yönlerde sürdürmeyi de gerekli kılmaktadır. Hikayesini bu şekilde kurmuş olması nedeniyle Melih Günaydın, bir polisiye roman için çok avantajlı bir anlatım zenginliğini ele geçirmiş oluyor. Olaya karışan kişilerin geçmişleri nedeniyle, geriye doğru zamanı; olay mahalli incelemesinin beklenen sonuçları vermemesi nedeniyle de soruşturma alanını genişletme imkanı demektir bu. Kırk yıllık bir zaman dilimine ve Ortadoğu’dan, İstanbul’a, oradan da Fransa’ya uzanan bir politik coğrafyaya. Bir siyasi polisiye romandan beklenebilecek en ideal çerçeve. Avantajlı ama yanlış kullanılması halinde kurgu için bir o kadar da tehlikeli olabilecek bir çerçeve. Sizi suçun güncelliğinden, olay yerinden ve fail(ler)den uzaklaştırma riski de vardır bunun. Melih Günaydın bu risklerin yanı sıra ayrıca, olayla ilgisi olmayan detayların içinde kaybolmak, karşılıklı diyaloglara çok fazla yüklenerek anlatıyı monotonlaştırmak gibi başka risklerden de başarıyla sakınarak, iyi polisiye romanların çoğunun ayırt edici özelliklerinden biri olan tutumlu bir üslubu da yakalıyor.  

Sürgün Avı, politik gelişmelerin uzun yıllardan beri en sert biçimleriyle, ölümler pahasına gerçekleştiği; her cinayetin, her katliamın bir yenisini çağırdığı; bölgedeki devletlerin, orduların, polislerin ve paramiliter örgütlerin gerek birbirlerine gerekse bölgedeki bütün halklara karşı kanlı saldırı ve operasyonlarının ardı arkasının kesilmediği ülkemizde ve çevreleyen coğrafyada Suriye Savaşı zemininde organize edilen bir komplonun izini sürmektedir. 15 Temmuz Darbesi bastırılmış ve başka birçok kurum gibi polis teşkilatı da altüst edilmiştir. Cinayet masası polisleri, soruşturmalarını manipülasyonlardan ve politik etkilerden uzak durarak sürdürmek isterler. Bu arada farkında olmadıkları ve çözmeye çalıştıkları cinayetle doğrudan ilişkili başka gelişmeler de yaşanmaktadır.

Melih Günaydın, bu kitaptaki en şaşırtıcı hamlesini olaylara karışmaları hiç beklenmeyecek iki anti-kahramanı hikâyenin içine alarak yapmaktadır. İki üniversite öğrencisi; yoksul, işsiz, okul harçları için biraz paraya ihtiyaç duyan, ülkedeki yüz binlerce genç öğrenciden ikisi. Çoğu öğrenci gibi iki flanör. Aylak ve iyi kalpliler. Her şeyle yeterince ilgili ama mesafeliler de, ama hızlı ve atikler aynı zamanda. Beklenmedik bir maddi sıkıntıyı karşılayabilmek için kabul ettikleri bir taşıma işinde, olaylarla ve kişilerle mesafelerini kaybederler. Bir tek vicdanlarını korumayı başarırlar. Zaten olay biraz da onların vicdanı sayesinde aydınlanır. Roman boyunca olup bitenleri kritik bir mesafeden izlediğiniz hissi bırakmıyor peşinizi. Aklınıza bir Dron mesafesi geliyor.       

Cinayet Büro Şefi ile sokağa çıkar çıkmaz kendinizi sık sık karşılaştığınız bir korsan mitingin içinde buluyorsunuz. Peşine takılan polisten kaçmaya çalışan yeniyetme oğlanı saklayınca, onun emniyetteki polislerden farklı bir kumaştan olduğunu anlıyorsunuz.

Eski, soluk bir fotoğrafın izini süren polis bu kez de, eski ülkücü Pol-Bir polisleriyle İslamcı öğrenciler çemberinde işlenen bir çifte cinayeti aydınlatır. Soruşturmanın bir ucu da eski bir ülkücü polise dayanır.

Cinayetlerden Suriye’de savaş muhabirliği yaptığı sırada haberdar olan gazeteci ise daha önceki mesleği, avukatlığı sırasında şahit olduğu bir adaletsizlik nedeniyle kariyer değiştirmiş başarılı ve kararlı bir kadındır. Olayı aydınlatabilmek için Belçika’ya, Fransa’ya gidiyor, Türkiye’de Suriye’li mülteci ailelerle görüşüyor ve polislerle buluşuyor.

Melih Günaydın, romanındaki kişileri adlandırırken de düşünmüş belli ki. Daha çok karakterlerine ve bireysel özelliklerine bağlı olarak adlandırılmışlar gibi. Ya da nötr adlar kullanmış.

Bir şeyden emin olabiliriz. Melih Günaydın’ın bundan sonraki romanını da ilgiyle okuyacağız.