Hayal gücünü zorlayan bir kurgu

Süperpoze

Süperpoze

DAVID WALTON

Çeviri: Kıvanç Güney April Yayıncılık

Süperpoze hem kurgusuyla, hem de okuru düşünceye sevk eden sorularıyla keyifli bir roman.

ECE KARAAĞAÇ

Kuantum denince akla atomaltı parçacıklardan evvel “evrene mesaj göndermek” olarak özetleyebileceğimiz zorlama, haplaştırılmış bir düşünce sisteminin gelmesi bilimin değil, medyanın egemenliğinde bir yüzyıl yaşadığımızın en muhtemel kanıtı. Yine de kuantum fiziğine ve felsefesine kafa yoranlar, dahası bunun üzerine kurgu inşa edenler de var.

Geçmişte Terminal Mind romanıyla Philip K. Dick Ödülü’nü kazanan David Walton’ın son romanı Süperpoze hikâyesinin özünü kuantum fiziğine dayandıran, kuantum fiziğinin her şeyi mümkün kılan doğasıyla okurunu maceraya sürükleyen bir roman. Eski bir kuantum fizikçisi olan Jacob Kelley’nin hikâyesi, bilimkurgunun yanı sıra polisiye ögeler de taşıyor. Fakat klasik polisiyelerin aksine, yazar kuantum fiziğinin oyuncaklı yapısından yoğunlukla faydalanıp hikâyeyi yerleşik düşünce kalıplarıyla tahmin edilebilir olmaktan çıkarıyor. Karakterlerin aynı anda birden çok yerde olabildiği, karar anlarında ihtimaller doğrultusunda birden çok boyutun yaratıldığı bir kurguda her şeyden öte, bildiği ve alıştığı dünyanın dışına çıkmanın dehşeti sarıyor okuru evvela.

Her şeyin her an, verilen kararlar doğrultusunda değişir hâlde olması bildik kader kavramını da sarsan bir düşünce. Bunu bir anlamda özgür iradenin iktidarı olarak da yorumlamak mümkün. Gerçek ama hangi gerçek? Gerçek diye bir şeyden bahsetmek mümkün müdür? Yoksa gerçek durduğun yere göre değişen bir açı meselesi midir? Gerçek bir sabit değil de yumuşak, akışkan ve değişken bir şeyse adaleti neye dayanarak tesis edeceğiz? Tüm bunlar yazarın romanına gömdüğü gizli sorular bana kalırsa ve yazar bu soruları küçük birer tohum gibi okurunun zihnine ekerken yüzeyde adeta yüksek bütçeli bir Hollywood filmini andıran kurgusunu sürdürüyor. İki farklı zaman diliminde akan hikâyeler gittikçe birbirine yaklaşıyor ve bir noktada zamansal olarak da kesişip tek bir öyküye evriliyor. Yazarın sade ve akıcı anlatımı zaten heyecanlı bir kurgusu olan romanı daha da rahat okunur hâle getiriyor. Süperpoze için bir çırpıda okunan bir roman demek yalan olmaz.

Hikâyenin bana göre tek sıkıcı yanı mutlu bir sona bağlanma kaygısı. Argümanları bakımından şaşırtıcı ve özgün bir hikâye fakat kullanılan kurgu teknikleri de oldukça bildik, tanıdık. Böyle bir kurgu içinde finalde patlayacak büyük bir süprizle hikâyenin tepetaklak dönmesini beklemiyorsunuz, nitekim dönmüyor da. Burada okuru final konusunda heyecanlandıran tek soru çözümün nereden ve ne şekilde geleceği. Fakat yazarın ne yardan ne serden geçişi, kimselere kıyamayışı damakta zoraki bir tat yaratıyor. Tam da yerinde ortaya çıkan ve tamamına eren bir fedakârlık okuyucunun katharsisini bir üst boyuta taşıyabilirmiş doğrusu. Bu noktada yazarın Süperpoze’un devamı niteliğinde, Süpersimetri adında bir roman daha yazdığını duymak beni şaşırttı ve kendi mutlu sonunu yaratan bu hikâye içinden ne tür yeni bir hikâye doğurulabileceğini düşündürmedi değil doğrusu.

Uzun lafın kısası; Süperpoze hem kurgusuyla, hem de okuru düşünceye sevk eden sorularıyla keyifli bir roman. Bir de elektronundan insanına, kararsızlık hepimizin temel mevzusu galiba!