SELİM İLERİ
Everest Yayınları
Girdapta yok oluş ve yapayalnızlık Sona Ermek’in atmosferinin en belirgin iki duygusu. Alttan alta başka bir duyguyu daha yüzümüze vuruyor Selim İleri, o incecik üslubuyla: kıymet bilmezlik.
Edebî bir geçiş... Selim İleri’nin yeni romanı Sona Ermek bittiğinde okura bıraktığı ilk iz bu. İlk derken, romanın noktasız biten son cümlesiyle hissedileni/ düşünüleni/ yankılanıp duranı kastediyorum. Eğer iyi bir Selim İleri okuruysanız, yazarın her kitabının izlerinin gitgide derinleştiğini bilirsiniz.
Sona Ermek, yıllar önce yazdığı romanı yarım bırakan bir yazarın edebiyatla çepeçevre kuşanmış ömrünün, 68 yaşında duyumsadığı hesaplaşmaların, ezginliklerin, utançların romanı. Yazar karakterinin hesaplaşması, Kraliçe adını taktığı 90'lı yaşlarında bir kadın yazar üzerinden başlıyor. Bitiremediği Dördüncü Murad romanını tekrar yazmaya niyetlenen yaşlı yazarı romanının tam ortasına yerleştiriyor Selim İleri. Karakterinin etrafını da dünya ve Türkiye edebiyatıyla kuşatıyor. Çapaçul cümleleriyle baş başa kalan yaşlı bir yazar yaratıp, onun yanına kırk sekiz yaşında ölen Çehov’u, çıldıran Gogol’ü, etekliğinin cebine doldurduğu taşlarla bataklığa yürüyen Virginia Woolf’u koyuyor. Sadece yazarlar değil, İleri’nin karakterine eşlik eden. Roman karakterleri, şairler, filmler, şarkılar... Girdapta yok oluş ve yapayalnızlık Sona Ermek’in atmosferinin en belirgin iki duygusu. Alttan alta başka bir duyguyu daha yüzümüze vuruyor Selim İleri, o incecik üslubuyla: kıymet bilmezlik.
Sona Ermek’in başkarakteri yarım kalan romanıyla psikolojik bir mücadelenin içindeyken yaşlanışıyla, ölüm duygusuyla, sona erişiyle var ediyor bir anlamda kendini. Geri gelmeyecek geçmiş yıllarda okuduğu kitapların karakterleriyle bugünde kendine bir hayat kuruyor roman boyunca. Öyle ki Woolf’un acıların kucağındaki Septimus’unu, Tanpınar’ın Sabri’sini ya da Çehov’un Treplev’ini yer aldıkları kitaplardan kendi romanına getiriyor. Onları bir de Sona Ermek’e karakter yapıyor adeta, elbette Selim İleri üslubuyla...
Selim İleri, roman boyunca “yazmak” eyleminin yanına “bahçe” imgesini koyuyor. İçkiyle yıpranmışlıklarını yatıştırmaya çalışan yaşlı yazar, yazdıklarını kül yığını olarak adlandıradursun, Dördüncü Murad üzerinden onun parçalanmış, ikiye bölünmüş kimliğinin izlerini sürüyoruz. İleri; toplumsal, psikolojik ve fiziksel anlamda girdabın içindeki bir karakteri anlatırken, sadece bireysel yoksunluklar, yarım kalan bir roman üzerinden gitmiyor. Toplumsal olan Sona Ermek’te de güçlü bir şekilde var, tıpkı İleri’nin diğer romanlarında olduğu gibi. Genç ölülerle bezenmiş ülke, yazmanın ne işe yaradığını en çok sorgulatan etken yaşlı yazara, onu köşeye sıkıştıran, acıya boğan.
Yaşlı yazarın bireysel seçimlerinin (örneğin, ıstırabı anlatmak ısrarı) toplumda karşılık bulamaması, yanlış olduğunu hissedişi artık 68 yaşında zirve yapıyor. Istırabı anlatmayı ülkü bilmiş bireyin ucuzluklar arasında boğuluşuyla karakterinin yalnızlığını perçinliyor Selim İleri. “Ne kalacak geriye? İz kalacak mı? Sormazdın eskiden; güvençli, benden de bir şeyler kalır herhalde. Şimdilerde boyuna soruyorsun. Başkalarından ne kalmış? Ulu Şair’in hayaletliği, hortlaklığı, ölümsüzlüğü ne zaman başladı? Kara alayla yanıtlıyorsun: Tek dizesi yaşamadığında.”
Bu noktada gece mavisi tuvaletli şarkıcı kadını (ki bu kadın Ayten Alpman) hatırlaması tesadüf değil yaşlı yazarın. Şarkıcı kadın da tıpkı onun gibi hiçbir reçeteyi seçmemiş, gazinoların vur patlasın çal oynasın havasına uzakta noktalandırmıştı hayatını.
Fragmanlar, sahneler, hatırlayışlar... Selim İleri, okurunun zihninde nasıl toparlanacağını çok iyi bilen bir metin ortaya koyuyor. Kendi zamanını yaratan, zamanı artık kendine göre algılayan, zamanı ölçme biçimlerini edebiyat üzerinden gerçekleştiren unutulmayacak bir karakter yaratıyor. Müthiş bir üslubun eşlik ettiği bir “hatırlayış” romanı Sona Ermek. Ömre içerleyişin, yaşlı bir yazarın vazgeçiş inceliklerinin ve yazma ıstırabının metni bu.