JOSTEIN GAARDER
çev. Sabir Yücesoy Pan Yayıncılık 2020 54. baskı 592 s.
Sofie’nin Dünyası okuru uçsuz bucaksız bir öğrenme yolculuğuna davet ediyor. Hayret etmenin insana kazandırabileceklerini okuyucu üzerinde göstermeyi hedefliyor. Kim bilir, belki de kendini Sofie ile özdeşleştiren okurların felsefe eğitimi de böylece başlamış olur…
Sofie her zamanki gibi okuldan eve dönüyordur. Bahçe kapısından geçmeden önce posta kutusunu kontrol eden Sofie üstünde isminin yazılı olduğu bir mektup bulur. Bu mektup ile olağan akışındaki dünyadan ayrılan ve felsefi bir yolculuğa çıkan Sofie kendisi ile bu şekilde iletişime geçen gizemli öğretmeninden felsefe tarihinin uğrak noktalarını ve belki de felsefe yapmayı öğrenecektir.
Jostein Gaarder’in kaleminden çıkan Sofie’nin Dünyası felsefe tarihinin ve çekiciliğini yitirmeyen felsefi soruların okuyucuya sunulduğu, sürükleyici bir roman. Elbette herkes felsefi sorular sormak zorunda değil. Biliyoruz ki her disiplin kendine özgü sorular sorar, ama biz yine de şunu merak edebiliriz:
“Kim olursa olsun ve nerede yaşarsa yaşasın, her insanı ilgilendiren bir şey var mıdır?”
Bu gibi soruların bir anlamı olması için hayret etmek yeterlidir. Eğer hâlâ hayret eden varlıklarsak, Sofie’nin dünyasına dalan bir okur rehber olmaksızın yol alabilir. İşin doğrusu, kitabın kendisi zaten okura rehberlik yapıyor. Çoğumuz gibi Sofie’nin hayatı da tekrarlardan ve rutinlerden oluşmakta. Sofie aldığı ilk mektupla bu öngörülebilir dünyasına veda ederken bambaşka bir dünyada bulur kendini, ya da aynı dünyada bambaşka birini…
Diyebiliriz ki felsefe hayretle başlar. Hayret ise irade dışı bir eylemdir. Bir tabloya bakarken kuşandığımız miğferleri çıkartır, saklandığımız mevziden çıkıveririz. Hayret bizi açık bir hedef haline getirir, bizi rehin alır. İşte, öğrenmek için tüm imkânlar elde. Hayret edilen karşısındaki duruşumuz bir silahsızlanmadır ve tüm barışçıl propagandalardan daha kudretlidir. Esasında korkulacak şey… Bir av mıdır filozof? Filozof bir av olmasa da onun eğitimi böyle başlar. Görmüş geçirmiş bir yetişkinin taze ve çocuksu şaşkınlığı ile… Bir tabloya bakar gibi bakar dünyaya filozof, hem de fırça darbelerini bir sanatkâra kolayca atfetmeden. Onun hayreti sayesinde soyunur dünya, onunla uslanır bilgeler. Tüm emin oluşlarımız, hakikat denen o tekinsiz varsayıma tüm yeltenişlerimiz bir filozofun hayretinde son bulabilir yalnızca. Nitekim Sofie’nin felsefe eğitimi de bu temel üzerinde yükselecektir.
Hayret iradeden önce gelir. Evet, hayret etmeden önce durup düşünmeyiz, bunun kararı bize ait değildir. Fakat aksine, karar vermek ve bir irade sahibi olmak, varlığını hayret edilende yeşeren fikirlere borçludur. Kendimizi tanımlarken sayıp döktüğümüz hünerleri düşünün, hangi birini edinirken bizden onay alındı? Onay alınacak olan ben bu hünerlerin üstünde filizlenmedim mi? Felsefe kelime anlamı itibarı ile bu dediklerimizi onaylar. Bilgeliği sevmek, bilge olmaya, yani bir daha öğrenememeye duyulan çekincedir. Bilen biri şaşırmaz, onun hayreti yerini uslanmaz bir kibre bırakmıştır. Filozof ise tüm farkındalıklarını o çocuksu şaşkınlığında tazeler. Hayret etmek zihnimize egemen olmuş tüm yargıları askıya almak demektir, tüm kanaatleri birkaç dakika da olsa susturmak ve çınlayan yeni bir fikre kulak vermek… İşte insanoğlunun en güçlü olduğu an. Bu an hayret etme, kavrama, öğrenme ânıdır ve filozofun hiçbir zaman kazanamadığı bilgelik/Sofistlik diploması bu anların içinde anlamsızlaşır.
“Herkes tarihin akışına kapılıp gidemiyor Sofie. Bazıları durup ırmağın kıyılarında biriken şeyleri toplamak zorunda.”
Sofie’nin Dünyası okuru bu uçsuz bucaksız öğrenme yolculuğuna davet ediyor. Şu an için bir sayıklamadan ibaret olan hayret durumunun insana kazandırabileceklerini okuyucu üzerinde göstermeyi bekliyor. Kim bilir, belki de kendini Sofie ile özdeşleştiren okurların felsefe eğitimi de böylece başlamış olur. Sofie’nin aldığı eğitim zorunluluk, yasa, kesinlik gibi kavramların tek seçenek olmadığı bir dünya. Bu sebeple okuyucuda uyanan ilgi, ona başka düşünme olanakları tanımakta gecikmeyecektir. En nihayetinde felsefe öznel bir etkinliktir, öznelliğin olduğu bir yerde öznenin katkısını aramamak garip olurdu. Zira felsefe bir dünya inşa etmek değildir, o daha çok bu türden bir dünyada öznelliğin boyutlarını ve biçimselliğini tartışmaktır; en azından tüm bildiklerimiz bir alışkanlık, bir sayıltı olmayana dek…
“Aa, yeter ama! Beyaz karga da neymiş? Beyaz tavşan bitti, beyaz karga mı başladı şimdi de?”
•