Birkaç çakıltaşı koysak, biraz toprak, biraz bulut...

Seke Seke Uçtu Öyküler

Seke Seke Uçtu Öyküler

GÜRSEN ÖZEN

Günışığı Kitaplığı

Seke Seke Uçtu Öyküler'in geneline bakıldığında, gerek kullanılan dil, gerekse konu ve ayrıntıların işlenişi bağlamında, umuda ve çocuk dünyaya gereken değerin verildiği görülecektir...

HALİL TÜRKDEN

Seke Seke Uçtu Öyküler, 15 öyküden oluşan, çocukluğun türlü hallerini ve bu hallerin deneyimlendiği çeşitli mekânları, eşyayı ve ilişkileri konu alan, yetişkin dünyayla iç içe anekdotların yer aldığı bir ilk öykü kitabı. Gürsen Özen’in öykülerine, çocuk edebiyatının özgün ve usta çizeri Mustafa Delioğlu kara kalem çizgileriyle eşlik ediyor.

Yazarın Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden, insana ait duygu ve değerlere ilişkin gözlemlerinin etkisini hemen hemen bütün öykülerinde görmek mümkün. Kitabın geneline bakıldığında, gerek kullanılan dil, gerekse konu ve ayrıntıların işlenişi bağlamında, umuda ve çocuk dünyaya gereken değerin verildiği görülecektir. Salt yetişkin hayatlarımızda değil, çocuklar ve gençler için yazılan kimi eserlerde de göz ardı edilen bir değerden söz ediyorum.

Seke seke yok olmasın öyküler!

Kitabın içindeki öykülerin bazılarına baktığımızda, ilk göze çarpanlardan biri “Seke Seke Uçtu Sesler” olsa gerek. Çocukluğun tatlara tat katan büyüsü, bir düğün pastası etrafında yücelen coşku ve heyecanın merak dolu sesler çıkarması doğaldır. Fakat, o pasta kesilip mideye indirildiğinde o heyecanın ve seslerin yok oluşu… Çok alışıldık bir duygu değildir. Seslerin seke seke yok olduğunu belirtiyor yazar. Kitaba adını vermiş bu öykü, lakin uçmasın öyküler. Seke seke uçup yok olmasın, sesler gibi… Öyküler hep olsun, hep uyandırsın karabasanlarımızdan bizi.

Pek çoğumuzun yazmayla ilk ilintisi olan günlerden, ilk uzun yazımızı kaleme aldığımız zamanlardan bir öykü, “Camgöbeği Mavi” de kitabın dikkat çekenlerinden. İngilizce kompozisyon için her seferinde medyatik birini yazmak gerekiyordur ve kahramanımız çevresindeki en medyatik insan olarak gelen gideni, ahbabı çok olan komşusunu seçer. Komşusuyla sıkı bir iletişim kurmak yeterli mi? Kompozisyonu İngilizce yazmak için hikâyeyi benimsemek dışında ne gerekir? Yazarın diğer öykülerinde kendi deneyimlediği bir vurguyu, yani dilin olanaklarını, insanın duygularını aktarımında anadiliyle olan o kesif bağı öyküdeki karakter üzerinden okuyoruz.

Kitaptaki tüm öykülerin konusunu anlatmak gibi bir niyetim yok ama bazılarında önemli gördüğüm yönleri aktarmak istiyorum. “Delikli Beyaz Peynir” ve “Çikolata Sesli Kadın”, yazılışları itibariyle başarılı, dil ve anlatımında okurun yaşına ve konuya göre kolaylayıcı manevraları olan öyküler.

“Çeyrek Altın Günü” ve “Cup Diye Oyuna Düştük” gibi öykülerde ise, yetişkin dünyanın gündelik yaşamına eleştirel bir bakışın yanı sıra eğitimin yaşamlarımızda giderek öncelik haline gelişi, rutin hayatlarımızda önceliklere göre şekillenen tasarruflarımız işleniyor. Elbette kitapta yer alan önemli yönler bunlardan ibaret değil. Yazarın gözlem gücünün ve uzun yıllar öğretmenlik yapmasının öykülerdeki karakter, konu ve tema çeşitliliğinde önemli rol oynadığı görülüyor. Kitap boyunca; oyunlar, arkadaşlık, aile, komşuluk, hayvanlar, hayal gücü, müzik ve öğretmenlik duygusu gibi temalar karşımıza çıkıyor.

Şeyler evreninde duygu sektirmeleri…

Yazarın, çocuk duygulara öyküleriyle eğilmesi, eşyalar ve bilinen somutluklar üzerinden oluyor. Çocuğun hayatının tam merkezinde duran birçok eşyayı o günlerin hamuruna yediriyor adeta. Seke Seke Uçtu Öyküler, şeylerin dünyasındaki çocukluk koşularına muazzam bir alan açıyor. Özellikle “Güneş Konmuş Yağmurluğuma” öyküsünde, yeni alınan ve giymek için çok heveslendiğimiz bir yağmurluğun heyecanını yaşıyoruz. Öyledir ya, yeni alınan, bembeyaz bir spor ayakkabınızı dışarıda yağmur çamur da olsa giymek istersiniz… Peki ya, o sevdiğinizle en iyi hissettiğiniz ânı yaşamanın bir bedeli varsa?

Şeylerin, eşyanın dünyasındaki duygu sektirmelerini “Balonlar ve Köpükten Öfkeler” öyküsünde de görmek mümkün. Çocukluk yıllarında eğer mütevazı bir mahallede büyümüşseniz, mahalle bakkalından aldığınız balonlar küçük ve nefes tüketenlerdendir. Şişirirken öyle zorlanırsınız ki, soluğunuz, yüz renginiz değişir…“Balonlar ve Köpükten Öfkeler”de balon, başlı başına bir çocuğun dünyasını renklere boyuyor. Boyalı balon renginde bir öykü gibi…

En görkemli saraylar çocuk kalbinde…

Seke Seke Uçtu Öyküler’e biraz da edebiyat dışından bakmak isterim. Zaten biz yetişkinler çoğu zaman bir şeyleri anlamak için ve her daim her şeyi anlamak için edebiyatın dışında her şeyi okumuyor muyuz? Dünyayı anlama telaşını bir kenara bırakıp, önce en yakınımızdaki dünyayı, hatta kendi geçmişlerimizi anlamak gerekmez mi? Belki de yetişkin dünyanın en büyük hatası buradadır. Yanı başımızdaki çocukluk dururken, neden yüzyıllar öncesinin tapınmalarını anlamak ve anlatmak için hırpalıyoruz birbirimizi?

Gürsen Özen, çocuğa ilişkin bir yargı ya da öfkeden uzak, hep çocuğun yanında duran ve onun duygusunu anlamaya çalışan bir dille kaleme almış Seke Seke Uçtu Öyküler’i. Hem de onlarla en çok tartışma olanağı olan bir mesleği, öğretmenliği uzun yıllar yapmış biri olarak. Dünyanın en kusursuz, en çok kapılı sarayıdır çocuk kalbi. Saraylara layık çocuk kalplerine öykü dolu bir dünya kuruluyor bu kitapta.

Seke Seke Uçtu Öyküler’in son öyküsü “Gugukkular” bir Metin Altıok şiiriyle başlıyor, hani yangında ilk kurtarılacak olanı –aşkı– işaret ettiği… Ve kitabın kapağını kapatırken, şu satırlarla anlıyorum çocuk dünyayı anlamak için bize yetecek olanı:

“Birkaç çakıltaşı koysak, biraz toprak, biraz bulut, biraz güneş ışığı, gökkuşağından bir gagalık renk alsak… Evet evet, olabilir, niçin olmasın? O, küçük mutlulukların insanı, çok sevinir, anlata anlata bitiremez yaptıklarımızı…”