HALİSE KARAASLAN ŞANLI, İNAN ÖZDEMİR TAŞTAN, ÜLKÜ DOĞANAY
İmge Kitabevi
Siyasî parti liderlerinin seçim konuşmalarına odaklanılan Seçimlik Demokrasi adlı çalışmada, liderlerin demokrasi söylemini şekillendiren kodlar deşifre edilerek, Türkiye demokrasisinin sorunları anlaşılır kılınıyor.
İmge Kitabevi Yayınları’ndan Ülkü Doğanay, Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’ın imzalarıyla çıkan Seçimlik Demokrasi: Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli ve Selahattin Demirtaş’ın Demokrasi Söylemi kitabı, Türkiye’de siyasî parti liderlerinin söylemlerinde kurulan politik gerçekliğin dayandığı demokrasi anlayışının sınırlılıklarını tartışıyor. Kitap, biçimsel demokrasi anlayışının siyasal katılımı ve çoğulculuğu dışlayan, politik süreçleri liderler etrafında işleten yapısını çalışmanın problemi olarak ortaya koyuyor. Yurttaşların karar alma süreçlerine katılımını içeren, farklılıkları dışlamayan bir demokrasi anlayışının önemini vurgulayan yazarlar, Türkiye’de liderlerin söylemlerinde biçimsel demokrasinin rekabete dayalı ve dışlayıcı unsurlarının yeniden üretildiğini iddia ediyor. Bu bağlamda siyasî parti liderlerinin seçim konuşmalarına odaklanılan çalışmada, liderlerin demokrasi söylemini şekillendiren kodlar deşifre edilerek, Türkiye demokrasisinin sorunları anlaşılır kılınıyor.
Siyasal katılımı dışlayan, çoğulculuğu esas almayan siyaset anlayışının, cumhuriyet ile başlayan ve süreklilik taşıyan yapısı, çalışmanın sorunlaştırdığı demokrasinin sınırlılıklarının doğru okunabilmesi açısından önemli. Bu demokrasi anlayışı, üstün devlet ve tek millete dayalı ulus devlet inşasının bir sonucu olarak ele alınabilir. Üstünlük bahşedilen devletin, beka kaygısı sebebiyle radikal bir demokrasi talebini ya da bu talebin devlet karşısında güçlendireceği toplumsal kesimleri tehdit olarak görmesi kaçınılmazdır. Benzer şekilde tek millet kurgusunun, ulus devlet yapısına olan katkısı da farklılıkların siyasal katılımı ile zedelenir ve devlet bu farklılıkları, kurduğu ve kurmakta olduğu homojenlik karşısında bir engel olarak görür. Araştırmada, analiz edilen seçimlerin gerçekleştiği dönemlerin bağlamlarına dikkat çekilmesinin yanı sıra, yazarlar biçimsel demokrasinin, devlet aklının sürekliliği ile olan bu ilişkisini de göz ardı etmemiş.
Araştırma 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve 7 Haziran 2015 Milletvekili Genel Seçimi’nin bağlamına ilişkin genel bir değerlendirmeyle başlıyor; bu sayede, kitabın birinci bölümünde Gezi Direnişi, 17- 25 Aralık Krizi, Kobanî Eylemleri ve dönemin diğer toplumsal, siyasal ya da ekonomik olaylarının, liderlerin söylemlerini nasıl şekillendirdiğini görebiliyoruz. Bu bölümde verilen arkaplan bilgisiyle Erdoğan’a “milli irade” söylemini ya da Demirtaş’a “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemini kurduran saikler, okuyucu için daha da belirginleşiyor.
Teun van Dijk’in politik söylem analizi metodundan yararlanılan çalışmada, konuşmaların niteliksel içerik analizi ve eleştirel söylem analizi yapılmış. İkinci bölümde karşımıza çıkan niteliksel içerik analizi ile liderlerin, sandık ile demokrasi arasında kurdukları ilişkiyi ve seçim sonuçları ile millî irade arasında kurdukları özdeşliği görüyoruz. Öte yandan, bu bölümde liderlerin, gösteri ve protesto hakları, ekonomik haklar, azınlık hakları, kültürel haklar, kadın hakları gibi siyasal temalara dair ilgilerini ya da anlayışlarını, kitabın girişinde tartışması yürütülen, biçimsel demokrasinin sınırlılıkları bağlamında okuyabiliyoruz. Yani, bu sınırlılıkların yarattığı çerçevenin dışına çıkamayan bir söylem perspektifiyle karşılaşıyoruz konuşmalarda.
Liderlerin çeşitli konuşmalarından seçilen örneklerin yer aldığı son bölümde ise eleştirel söylem analizinin sonuçlarını takip ediyoruz. Liderlerin konuşmalarındaki retorik öğelerin de es geçilmediği araştırmada; demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere dair yaklaşımların hangi kodlarla, nasıl söylemleştirildikleri açığa çıkarılıyor. Bu bölümde, liderlerin siyasî geleneklerinin ve motivasyonlarının nüveleriyle de karşılaşıyoruz.
Recep Tayyip Erdoğan’ın, “biz” ve “onlar” ikileminde kurduğu konuşmalarında; diğer siyasî partileri ırkçı, darbeci, vesayetçi, hain gibi ifadelerle damgalayarak, kutuplaştırıcı bir dili tercih ettiği ve tehdit algısı yarattığı görülüyor. İhanet temasını sıklıkla işleyen Erdoğan, muhaliflerini dış güçlerin işbirlikçisi olarak konumlandırıyor. Bu konuşmalarda dinî ifadeler ise “biz”i yüceltme ve seçmenle lider arasında duygusal bir bağ kurma işlevi görüyor. Sandığa, demokrasinin tek unsuru olarak vurgu yapan Erdoğan, sandıktan çıkan oy çokluğunu ise millî irade ile özdeşleştiriyor. Oy çokluğunun belirlediği iktidara muhalefet eden, millî iradeye tehdit olarak gösterilirken; sandık dışı her türlü siyasal etkinlik ise olumsuzlanıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, konuşmalarında toplumun dezavantajlı kesimlerinin sorunlarına ya da hak taleplerine değinmiyor ya da bu konuları yüzeysel olarak geçiştiriyor. İktidara yönelik yolsuzluk suçlamalarını sıklıkla dile getiren CHP liderinin, yurttaşı sandığa çağırmak dışında başka bir siyasal katılım yolunu vurgulamaması, demokrasi anlayışının Erdoğan ile benzerliğini açığa çıkarıyor. Sık sık “mücadele”ye vurgu yapan lider, mücadele vasfını ise halka değil, halkın seçeceği lidere yükleyerek, elitist bir yaklaşım sergiliyor. Dinsel referanslar üzerinden işlenen kutuplaştırıcı söylemler de Kılıçdaroğlu’nu, Erdoğan ile ortaklaştıran bir başka söylem pratiği olarak ön plana çıkıyor.
Konuşmalarında iç ve dış düşmanlar retoriğini kullanan Devlet Bahçeli, Türklüğü üst kimlik olarak kuruyor. Bahçeli, komplo teorileriyle tehdit algısı oluşturuyor ve “onlar”ın içine AKP’yi de katıyor. Farklılıkların görünmez kılındığı konuşmalarda; özellikle etnik kimlik temelli hak talepleri korku retoriğiyle işleniyor ve bu talepleri sahiplenenlerin bölücülükle suçlanarak, dışlandığı ve kriminalize edildiği görülüyor. Tüm bunlarla birlikte, Bahçeli’nin konuşmalarında da sandık dışı siyasal katılımın üzeri kapatılıyor.
Yazarlar, yaptıkları analizle toplumsal uzlaşının inşa edilmesi açısından liderlerin ve seçim meydanlarının önemini vurguluyor. Öyle ki liderler seçim meydanlarında kurdukları söylemlerle bu söylemleri içselleştiren, azımsanamayacak derecede büyük kitlelere hitap ediyor. Medyanın, bu söylemleri meydanlardan daha öteye taşıdığını da unutmamak gerek. Liderlerin ve seçim konuşmalarının toplumsal uzlaşı açısından böyle bir potansiyeli olsa da çalışmada iddia edilen liberal demokrasinin biçimselci yapısının olumsuzlukları, araştırmanın sonucunda da kendini göstermekte. Bu sonuç, uzlaşı dili yerine “biz ve onlar” ayrımında kurulan ötekileştirici dilin sürekliliğini ortaya çıkarmakta.
Analiz sonucunda, çoğulculuğu içeren söylemlerin sadece Selahattin Demirtaş’ın konuşmalarında açığa çıktığı görülüyor. Sol popülist söylemleri içeren bu konuşmalarda, dışlayıcı ifadelerin yerini, farklılıkları içeren kapsayıcı bir dil almış. Diğer üç liderin dışlayıcı dilini benimsemeyen Demirtaş, radikal demokrasi anlayışının öğeleriyle konuşmalarını biçimlendiriyor. Okuyucu, bu konuşmalardaki söylemsel hattı, “ötekileştirilenler”in hak talepleri üzerinden takip ediyor. HDP lideri, sandık dışı siyasal katılıma yaptığı vurgularla da farklılaşıyor. Gösteri ve protesto hakkının işlenmemesi ise Demirtaş’ı diğer liderlerle ortaklaştırması açısından dikkat çekiyor.
Görüldüğü üzere, bu siyasal iletişim çalışması, hâkim demokrasi anlayışına yönelik eleştirel yaklaşımı ve siyasî parti liderlerinin demokrasi kavrayışlarının sınırlarının genişletilmesi gerekliliğini ortaya koyması bakımından, alana özgün bir katkı sunmakta. Liderlerin demokrasi söyleminin, büyük oranda sandık sonuçları bağlamında kurulduğunu ve sadece rekabetçi bir anlayışla şekillendiğini açığa çıkaran yazarlar, liberal demokrasinin krizini derinleştiren dilin dönüştürülmesi için yeni çalışmaların önemine vurgu yapıyorlar.