ONSUN MERYEM
Papirüs Yayınları 2021 240 s.
"Roman boyunca, dünyanın birbirine temas ettikçe etkileşime giren, birbirinden ayrı varlıklarla dolu bir yer olmadığını görüyoruz. Dünya bir ilişkiler ağı. Gözenekler iplerin/çizgilerin iç içe geçmesiyle oluşmuş. Elimize kalemi alıp kendi çizgimizi başka bir yere doğru uzatma gücümüz ne kadar? Zihinsel ağımızın bağlantısallığı bize varoluşumuzu gerçekleştirme imkânı veriyor gibi görünse de, dışarıdaki büyük ağın dışına çıkabilir miyiz? Gerçekten özgürleşmek mümkün mü?"
Şaşı Sineğin Dansı müziğe adanmış bir hikâye, merkezinde müzik var. “Başka türlüsü olsaydı nasıl olurdu”ya açılan olaylar henüz başlamadan, romanın hemen girişinde, yazarın “Bu roman, ‘La Donna è Mobile’ hatırına yazılmıştır” notuyla karşılaşıyoruz.
La Donna è Mobile, G. Verdi’nin Rigoletto operasının sevilen bir aryası. Yalnız ezgisinin güzelliğiyle değil, eril dünyaya ait bakışıyla da ilham kaynağı olmuş gibi görünüyor. Romanın kahramanı Taniti, bu neşeli aryayı –ve hep uzağında olan babasını– sevmeye hazırlanırken –aryanın ezgisi ona bütün suçları ve hüzünleri unutturacakken– her şey altüst oluyor. La Donna è Mobile’nin kadının rüzgârda uçuşan tüy kadar oynak olduğunu, ona hiç güven olmayacağını iddia eden sözlerinden çok, babasının söyledikleri sevme bahanelerini tümden yok ediyor. Romanın en dikkate değer yanı bu olayla ilişkili kanımca. Taniti adlı kahramanın olanı biteni kadın bakış açısından görmeye başlaması ve kendi cinsine biçilen rolü müzikle bütünleşen isyankâr bir eyleme dönüştürmesi. Yabancılaşmasının elini kolunu bağlaması yerine, onu özgürleştiren yolu açması.
Romanın merkezinde müziğin olmasını sağlayan şey, onu doğuran imge olduğu kadar, müzisyen bir kadının hikâyesi olması. Yoldan çıkarak (!) kendisini müziğin kollarına bırakan bir kadının hikâyesi demek daha doğru olacak gibi görünüyor. El yordamıyla yönünü bulmaya, kendisine yeni bir hayat çizmeye çalışan bir kadının… Bir şaşı sineğin… Bu yolculukta pek çok melodinin ona eşlik etmesi düştüğü ağdan onu kurtarmaya yetecek mi? Okuyucu olarak bu sorunun peşine takılıyoruz. Belki de bir kaos, bir deprem bu ağı yerle bir etmeli.
Roman boyunca, dünyanın birbirine temas ettikçe etkileşime giren, birbirinden ayrı varlıklarla dolu bir yer olmadığını görüyoruz. Dünya bir ilişkiler ağı. Gözenekler iplerin/çizgilerin iç içe geçmesiyle oluşmuş. Elimize kalemi alıp kendi çizgimizi başka bir yere doğru uzatma gücümüz ne kadar? Zihinsel ağımızın bağlantısallığı bize varoluşumuzu gerçekleştirme imkânı veriyor gibi görünse de, dışarıdaki büyük ağın dışına çıkabilir miyiz? Gerçekten özgürleşmek mümkün mü? Eylemlerimizi, arzularımıza ve niyetlerimize göre denetim altında tutabiliyor muyuz? Koşullar tarafından kısıtlandığımız gerçeğiyle yüz yüze olduğumuz halde, bir yandan kontrol elimizdeymiş gibi yaşamaya devam etmek nasıl bir şeydir? Bakış açımızı değiştirsek varacağımız yer neresi olurdu? Bütün bu soruları sormamızı sağlayan bir roman Şaşı Sineğin Dansı.
“Eğer,” diyor Taniti, “ben öteki olsaydım ne yapardım? İçimdeki hesaplaşmalardan dışarıya taşanlar ne olurdu? Kimsenin bulamayacağı bir karanlığa saklanmak yerine hayatın tam içine girmeli, kalabalığa mı karışmalıyım? Küçük dere denize mi ulaşmalı, şaşırsa da? Karşılaştıklarından payına düşeni alarak ve onlara paylarını vererek. Sonuçta yine her şey yerle bir olsa da…”
Şaşı Sineğin Dansı, her şeyden önce adıyla metni var ediyor. Bir kadından diğerine, anneanneden toruna aktarılan bir hayat bilgisinin adı o.
“Tamara haklıydı, bu merceklerin birindeki şaşkınlık-şaşılık, sinek için kötü şanstı. Böyle bir durumda kimse yönünü bulamazdı. En doğrusu, ‘Al işte sana şaşı sinek’ demekti. Hayal kırıklığına uğrayanların durumunu başka hangi sözle anlatabilirdik ki?” (s. 11)
Roman daha girişinde, okuyucusuna kahramanın başkalarının hikâyesiyle çevrili bir dünyadan seslendiğini duyuruyor. Hikâyelerle dolu bu dünyada şaşı sineği tanıyoruz. Bir yandan da ben-anlatıcının sahicilik hissi yaratan dünyasına çekiliyoruz. Onun hayatını takip ederken psikolojik süreçlerine de tanık oluyoruz. Taniti’nin –diğer adlarını da sıralayabiliriz burada– içinde neler olup bitiyor? Kaç kişi var orada? Bir sarmaşık aynı zamanda o, büyüdükçe hayata ve hayale sarılıyor. Belki de hepimiz gibi, içine girdiği şey oluveriyor.
Şaşı Sineğin Dansı’nın sağlam bir kurgusu var. Neden-sonuç ilişkileri iyi kurulmuş. Olayların ve karakterlerin sınırları belirgin. Bütünlüğü bozacak taşmalar, sarkmalar yok metinde. Son bölümün bana düşündürdüğü, en zor şeyin bir metni sonlandırmak olduğuydu. Sanırım hayatta olduğu gibi sanatta da bitirmek başlamaktan daha zor. Redaksiyonla ilgili birkaç pürüz de umarım sonraki baskılarda giderilebilir.
On yedi kısımdan oluşan romanın bu biçimde bölümlenmesi, hikâyenin geriye dönüşlerle ilerlemesini, doğallıkla akabilmesini mümkün kılmış. Bölüm başlarındaki epigraflar, duygularımıza da seslenen hoş bir bağlantı vesilesi. Yazarın yarattığı dünyayı açan bir kapı her biri.
Onsun Meryem resim de yapıyor. İkinci kişisel sergisini 2015 yılında, Ağacın Masalı adıyla açmış. Papirüs’ten çıkan kitabının kapağını da kendisi tasarlamış. Keşfedilecek yeni gerçeklik alanlarına ışık tutacağını ümit ederek Marca’nın Çocukları adlı romanını ve Şehrin Kuşları Korosu adlı öykü kitabını okuma listeme aldım.
•