GİORGİO VASARİ
çev. Elif Göktepe Sel Yayıncılık 2020 390 s.
Vasari, kitabında yalnızca sanatçıları anlatmıyor, onların hayat hikâyelerini okurken Rönesans adı verilen dönemin nasıl bir dönem olduğunu görüyoruz ve tüm çalışma (muhtemelen farkında olmadan) yeni bir disiplinin, sanat tarihinin temellerini atıyor.
İtalyan ressam, mimar ve yazar Giorgio Vasari, 1511 yılında zanaatkâr bir babanın oğlu olarak, Arezzo’da doğar, ilk resim derslerini aynı zamanda eniştesi de olan ressam Luca Signorelli’den alır. Kendi kendine Latince öğrenen ve hümanist yazarlardan dersler alan yazar, bir sürü Fransız ressam ve vitray sanatçısı Guillaume de Marcillat’ın atölyesinde çalıştıktan sonra, resim yeteneği keşfedilince Floransa’da Medicilerin hamiliğinde Andrea del Sento’nun atölyesine girer, ancak Mediciler iktidarı kaybedince kenti terk edip, doğduğu kent Arezzo’ya dönerek burada Kardinal Ippolito de’ Medici’nin yanında çalışmaya başlar. 1537 yılında Roma’ya giden ve burada ünlü yapıtlar üzerine çalışıp mitolojik konulu resimler yapan sanatçı, yılsonunda Floransa’ya dönüp Dük Alessandro de’Medici’nin hizmetine girer ve Medici Sarayı’nda bazı freskler ve Dük’ün portresini yapar, lakin Dük öldürülünce 1537’de Floransa’yı bir kez daha terk eder.
Vasari, sonraki yıllarda bağımsız bir sanatçı olarak çalışmış, zaman zaman Floransa’ya dönmüş, başta Mediciler olmak üzere kentin önde gelen ailelerinin sarayları ve dini yapılar için resimler yapmıştır. Bu arada bir arkadaşının oyunu için sahne düzenlemesi yaptığını da görüyoruz. Arezzo’da bir ev alan ressam duvarlarına resimler yapmaya başlar. Sanatçının kendi resimleriyle donattığı bu ev günümüzde müze olarak gezilebilmektedir.
Yaşamı Floransa, Roma, Venedik, Napoli, Ravenna… gibi şehirlerde sürdürdüğü sanat çalışmalarıyla geçen sanatçı, mimarlık alanında da ürünler vermiştir. Floransa’daki Palazzo Vecchio ile Palazzo Pitti’yi eski köprü üzerinden birbirine bağlayan birim, Vasari Koridoru onun eseridir. Yine Michelangelo’nun mezar anıtının tasarımına katılmıştır…
Bu yoğun uğraşları arasında Vasari’nin bir başka uğraşı daha vardır: meslektaşlarının yaşamını, çalışmalarını ve onlar için anlatılanları yazıya dökmek, eskiz ve desen toplamak. Elimizdeki kitaba bir sunuş yazısı yazan Uşun Tükel, ressamın eseri hakkında şöyle diyor:
“Böyle bir kitap yazma düşüncesi (…) Roma’da Kardinal Alessandro Farnese’nin evinde aklına düşmüştür Vasari’nin… Tarihçi Paolo Giovio ile yaptığı sohbet sırasında onun ünlü sanatçılara ‘methiyeler’ yazmaya başladığını ancak konuya uzaklığı nedeniyle tamamlamaktan çekindiğini gören Vasari bu işi üstlenir.”
Araştırmalarını genişletip, elindeki malzemeyi kitap haline getirir ve ilk basımı 1549 yılında Floransa’da yapılır. 1566’da Hayat Hikâyeleri’nin ikinci basımından önce uzun bir İtalya gezisi yapar. İki baskı arasında geçen zamanda yayınlanan sanatçı biyografilerini ve uzun gezisinde derlediği malzemeyi değerlendirip hazırladığı bu genişletilmiş baskı 1568 yılında okurla buluşur.
Kitap üç bölümden oluşuyor ve her bölümün ilk sayfalarında Vasari’nin “sanatın tarihsel gelişimine ilişkin gözlem ve yorumlarını” okuyoruz. Birinci bölümün başında, “heykel ve resim sanatları ilk önce Mısır halkı tarafından, doğadan yola çıkarak türetilmiştir. (…) Fırça ve boya kullanımının keşfi nasıl Yunanlılara atfediliyorsa, mermerden yapılma ilk kaba heykeller ve ilk kabartmalar Keldanilere atfedilir.” diyor. Yazar, tüm bu sanatların eski Yunanlalar ve Romalılar tarafından geliştirildiğini, sanatçıların korunup desteklendiğini ve sanatın zirveye çıktığını, Roma’nın gerileyip, çökmesi, barbar akınları ve Doğu Roma/Bizans’ın sanatta bir varlık gösterememesi sonucunda bu dönemin sona erdiğini belirtiyor.
Sanatçıların Hayat Hikâyeleri kitabının 1568 tarihli baskısı…
Ancak, bu dönemin sona ermesinin bir başka nedeni daha vardır ve “çok fazla zarar” verir, o da “Hıristiyanlık dininin hararetli coşkusudur.” Uzun ve kanlı bir mücadelenin ardından Hıristiyanlık, Paganların eski inancını bertaraf edip ortadan kaldırır ve “Günaha mahal verecek en küçük fırsatı bile toplumdan uzaklaştırıp yok etmeye” çabalar, bunu yaparken de “sahte Pagan tanrılarını temsil eden bütün resimleri, mozaikleri ve süslemelerle birlikte… heykelleri ya tahrip eder ya da yıkıp ortadan kaldırır.” Tüm bu gelişmelerden sonra, mimarlık ve heykele kaba bir tarz hakim olur, “form ve iyi üslup duygusu” kaybedildiği için üslup, oran açısından zarafetten, tasarımdan, sağduyudan yoksun binalar yapılır.” Ortaya gotik tarzın ve Doğu Roma/Bizans tarzının etkisinde “hilkat garibesi bir mimari” çıkar.
Vasari’ye göre güzel sanatların bu olumsuz durumdan kurtulup, yeni bur dönemin başlaması Floransalı ressam Cimabue’nin (1240-1302) ortaya çıkışı ile olmuştur. Resme olan yeteneği küçük yaşta anlaşılan sanatçı önceleri Floransa’ya davet edilen Bizanslı sanatçıların yanında çalışmış ancak kısa sürede kendi tarzını yaratarak Bizans tarzından uzaklaşmıştır. Ardında pek çok öğrenci bırakan Vasari’nin öğrencilerinden biri de Giotto’dur.
İlk bölümde tanıtılan iki sanatçıdan biri olan Giotto di Bondone (1266-1337) Vasari’ye göre yeni anlayışın merkezinde olan, Cimabue’nin yanında yetiştikten sonra pek çok şehirdeki dini yapıyı bezeyen sanatçı için yazar, “kaba gelenekten Bizans üslubundan kesin bir kopuşu gerçekleştirdi… Doğadan tam ve doğru bir biçimde çizme tekniğini getirdi.” diyor.
İtalyan sanatının “Yetişkinlik” dönemi sanatçılarından 12’sinin incelendiği kitabın ikinci bölümünde Vasari, sözü sanatçılara getirmeden önce dönemin özellikleriyle ilgili olarak şunları söyler:
“Bu dönemde baştanbaşa ve müthiş bir ilerleme gerçekleşti. Kompozisyonların daha çok sayıda figür ve daha zengin süslemelerle gerçekleştirildiğini, desenin ayakları yere daha sağlam basan ve daha gerçekçi, daha canlı bir görünüm aldığını göreceğiz. (…) Yapıtlarda dikkatli bir düzenleme ve amaç bulunduğunu göreceğiz: Üslup daha hafif, renkler daha hoştur, sanatlar da doğanın hakikatini bire bir kopya ettikleri tam bir mükemmellik durumu yaklaşır.”
Yazarın incelediği ilk sanatçı olan Floransalı ressam Paolo Uccello (1396-1475) bunu Floransalı başka bir ressam, Lorenzo Ghibertti (1378-1455) izliyor. Masaccio (1401-?), Floransa’daki ünlü Santa Maria del Fiore (Duomo) Kilisesi’nin mimarı Filippo Brunelleschi (1377-1446), Donatello (1386-1466) … bu bölümde yer alıyor. Hepsi 14. yüzyılda Floransa’da yaşamış, başta yaşadıkları şehir olmak üzere İtalyan’ın pek çok yerinde eserler üretmiş sanatçılar ve yaşamları hiç kolay geçmemiş, para sahibi ama çoğu zaman bilgisiz insanlarla uğraşarak ölümsüz eserler yaratmışlar. Vasari’nin çalışmasında bu durumu anlatan pek çok anekdot yer alıyor.
Vasari’ye göre sanatın kuralları vardır ve ancak kuralları uygun yapılmış bir yapıt güzel olabilir. Bu kurallar şöyledir: Kural, düzen, ölçü, yaratıcılık da isteyen bir tasarım gücü ve tarz. İkinci dönem sanatçılarının bu ilkelere sadık kalarak yaptıkları çalışmalarının, üçüncü dönem sanatçıları (Olgunluk dönemi) için bir yol gösterici olduğunu ifade eden yazar: “Onların verdikleri örnekleri izleyerek ve geliştirerek, en güzel ve en tanınmış yeni yapıtlarda açıkça görülen mükemmelliğe ulaşmalarını sağladılar.” demekte…
Çalışmanın bu en geniş bölümünde önce Leonardo da Vinci (1452-1519) ile karşılaşıyoruz, onu Giorgione Castelfranco (1476-1510), Antonio Correggio (1489-1534) ve Raffaello (1483-1520) izliyor. Vasari çağdaşı olan bu sanatçılardan bazılarıyla tanışıyor. Örneğin, Michelangelo, Vasari’nin sunduğu kitabını okuduktan sonra bir sone yazıp gönderir. Venedik’e gittiği zaman Tiziano ile arkadaş olur. Roma’da bulunduğu sırada Tiziano da oraya gelince kentte ona rehberlik eder…
Vasari, kitabında yalnızca sanatçıları anlatmıyor, onların hayat hikâyelerini okurken Rönesans adı verilen dönemin nasıl bir dönem olduğunu görüyoruz ve tüm çalışma (muhtemelen farkında olmadan) yeni bir disiplinin, sanat tarihinin temellerini atıyor. Tarihçi Jacob Burckhardt (1818-1897) Vasari’nin kitabından üç yüz yıl sonra yayınlanan İtalya’da Rönesans Kültürü adlı çalışmasında onun için şu satırları yazıyor:
“Eğer Giorgio Vasari ve son derece önemli eseri elde olmasaydı, bütün modern Avrupa’da bir sanat tarihi henüz meydana gelmemiş olurdu.”
•