Chinua Achebe'nin Parçalanma'sı üzerine

Parçalanma

Parçalanma

CHINUA ACHEBE

çev. Nazan Arıbaş Erbil İthaki Yayınları 2019 184 s.

Uluslararası ün yapmış birçok yazar doğup büyüdüğü ve yaşadığı toplumun kusurlarına ya içten içe korkunç bir nefretle bakar ya da kusurlarının hiçbirini görmez, övgülerle yetinir. Chinua Achebe'nin yapıtlarının bir özelliği de coğrafyasının insanına bir tür ayna tutmasıdır, onları ne göklere çıkarır ne de yerin dibine sokmak için üstün bir çaba harcar. Toplum ve toplumu oluşturan insanlar neyse onun sözcüklerinde odur. Ne daha az ne de daha fazla. Hatta bu nedenle "Yapıtlarına bir tür sosyolojik arşiv gözüyle bakılabilir" bile diyebiliriz. Sanırım Parçalanma yapıtı bunların en başında gelir. 

SEDAT SEZGİN

Parçalanma’daki İkemefuna'nın hikâyesi herhalde okuru en fazla sarsan bölümdür. Masum ve gencecik delikanlının başına gelenler çoğumuzun gözlerini yaşartır. Bir gün aniden (en azından kurban için öyledir) birkaç yabancı erkek evlerine gelerek onu ailesinden alıp koparır. İkamefuna'nın ne annesi ne babası ne de daha sonra hayatına girecek olanlar onun kaderiyle ilgili bir uyarıda bulunmuştur. Kaderi adeta Gabriel García Márquez'in kahramanı Santiago Nasar'ınki gibidir: Herkes babasının işlediği cinayetten ötürü onun kurban seçildiğini bilir, ama yaprakları hafifçe hareket ettirebilen esinti bile onun kulağına bir uyarıyı fısıldamayı çok bulur. Yine de kaderi Santiago Nasar'ınkinden daha acıklıdır, "Baba beni öldürüyorlar!" feryadını duyurmaya çalıştığı adamın palasıyla karnı deşilir ve bu darbe en ölümcül darbedir.

Yapıtta geçen öbür kurbanın, yani bakire kızın ise akıbeti bellidir, öldürülen eşe bedeldir. Zaten Achebe bile bunun üstünde fazla durmaz, kadın her ataerkil toplumda olduğu gibi burada da görünmezdir, acıklı hikâyesi ise çoktan sıradanlaşmıştır.   

Umuofia köyü sakinleri kâhin ile sömürgeciler arasında bocalayıp dururlar. Kâhin (sanırım bizdeki karşılığı şeyh olur, en azından bir dönem için) tanrıdan ve tanrılarından aldığı buyrukları halka söyler. Kâhin bilir, onun bilgisi dışında kuş uçamaz. Dostu dosta düşman ettirir. Yeni doğan ikizleri lanetli diye ölü ormanına attırır. Birinin hatası tüm toplumun mahvına neden olabileceği için buyruklar acı da olsa uygulanır. Aslında acı diz boyu değil, gırtlağa dayamıştır, fakat yapabilecek fazla bir şey de yoktur. Köylülerden bazıları boğazlarını sıkan bu iplerin normal olmaması gerektiğinin farkındadır, yine de toplum düzeni için bu iplerin dışında başka bir yol olabileceği düşünülmemektedir. Dolaysıyla var olan düzen devam eder.    

Kâhin varlığını sürdürebilmek için düşman yaratmak zorundadır, zira kendisi rahibesiyle mağarasında yaşarken beslenebilmesi için çapaya değil, çapayı nasırlı elleriyle daima kullanan yoksul ve korkmuş halkın kurban ya da adak diye sunduğu keçisine, tavuğuna ve ekmeğine ihtiyacı vardır. Ayrıca belirtmeliyim ki toplumun üstüne bolca erkeklik hormonu da serpilir. Bu sayede testosteronla tıka basa doldurulan erkekler daha da kabalaşır ve daha vahşileşirler. Elbette ki Achebe bütün suçu kâhine atmış değildir, yüzyıllardır gelenek-kâhin-unvan üçlüsü düzen için adeta sarsılmaz bir duvar inşa etmişlerdir. Yine de Hıristiyan misyonerlerin gelişiyle bu duvarda çatlaklar oluşmaya başlar.

Sonuç olarak Achebe'nin bu yapıtında Umuofia köyü insanlarının ruhlarının nasıl da paramparça edildiğine okur olarak birebir şahit oluruz. Bir tarafta inanç (kâhin), gelenek, unvan (saygınlık-güç) diğer tarafta ise dışarıdan gelen sömürgeci. Yani hayatta kalmayı ya da yaşayabilmeyi başarmak bile bireyler için bazı toplumlarda (ataerkil toplumlarda demek belki de daha doğru olurdu) neredeyse bir mucize, Parçalanma'da bunu bariz bir biçimde görürüz.