JULIO CORTÁZAR
Çeviri: Süleyman Doğru Can Yayınları
Julio Cortázar, öykülerinde kesinliği, anlattığı durumun içyapısında oluştururken, katı gerçekliği kıran muğlaklığı, hakikat denilen kavramın içinde eritiyor.
Öykü, roman ve anlatılarında sadece yaşadığı dönemin ruhunu değil, insanlığın geçmişiyle geleceğini aynı anda yakalayan; zaman ve uzamda geçirgen bir yapı kuran, gerçeklik algısını ters yüz eden Julio Cortázar’ın öyküleri bugüne kadar farklı çevirmenlerce dilimize kazandırılmıştı. Aynı zamanda amatör bir cazcı olan –sözgelimi “Takipçi” öyküsünü efsane Charlie Parker’a ithaf etmiştir, ayrıca öykü karakterinin de Charlie Parker olduğu söylenmiştir- eserlerinde de cazın ele avuca sığmaz yapısını duyuran yazarın öykülerindeki dili, üslubu Türkçede yeniden yaratmak gibi güç bir işi Nihal Yeğinobalı, Tomris Uyar gerçekleştirmişti. Yazarın toplu öyküleri Can Yayınları tarafından yeniden yayımlanıyor. Bu serinin ilk kitabı Ötekinin Rüyası’nı Süleyman Doğru dilimize kazandırdı. Julio Cortázar dünyasına açılan irili ufaklı pek çok kapıyı barındırıyor Ötekinin Rüyası. İlk dört öykü kitabını kapsayan bu toplam hem kronolojik hem de tematik bir giriş niteliğinde.
Kitap, Mario Vargas Llosa’nın nefis bir önsözüyle açılıyor. Bu önsözde Mario Vargas Llosa, Cortázar yazını için bir dönemlendirme de yapıyor. Llosa’ya göre Cortázar’ın hem yazın hem de kişisel hayatı iki döneme ayrılıyor. İlki, daha deneysel –buraya bir şerh düşüyor yazar ve deneysel kelimesinin Cortázar için hafif, dahası, yetersiz olduğunu söylüyor –dilin imgelem gücünden yararlanıldığı; ikincisi ise, 1968 Mayıs’ından sonra başlayan, daha devrimci ve realist dönem.
1956 yılında yayımlanan Oyunun Sonu (Final del juego) isimli kitabının içinde yer alan “Hükümlü Kapı” Cortázar öykücülüğünün adeta bir poetikası gibi. Metnin bütünlüğünü sağlayan hükümlü kapı, ağlayan bebek ve hastalığı, odanın kalın duvarları, otel müdürü ve karakterimiz olan Petrone, simgeledikleri anlamlarla dikkatli okur için poetikanın çözücü unsurları olarak öyküyü oluşturuyorlar.
İlk olarak “Hükümlü Kapı” hem metin ile okur arasında bir geçit hem de Llosa’nın saptamasıyla gerçek ve fantastik arasında kurulan simbiyotik ilişkinin bir göstergesi. Bu ilişki açılmayan kapı ile muğlaklığın da arttırılmasıyla iyice güçleniyor. Diğer öykülerine de pek çok farklı şekilde yansıyan bu muğlaklık sözgelimi “Kyklad İdolü”nde ya da “Bir Sarı Çiçek” başlıklı öyküde kimliksel bir boyuta taşınırken “Sofra Sohbeti” ve “Geceleyin Sırtüstü”nde zamansal bir nitelik kazanıyor.
Kimliksel geçişlilik Kyklad İdolü’nde karşılıklı yer değiştirme biçimindeyken “Bir Sarı Çiçek”te ardıl sayılabilecek bir düzlemde ve reenkarnasyon üzerinden anlatılıyor. Reenkarnasyonun sağladığı geçişlilik üzerinde tartışılan ölümlülük ölümsüzlük çatışması da bir düzen problemi hâlini alarak yalnızca düzeni bozanın, kendisinin ardılı sayılan kişinin diğeriyle karşılaşmasını, ölümle yüzleşilen bir ortamda kuruyor. Aslında bu geçişlilik modern dünyanın insana dayattığı bölünmenin de bir yansıması. Vampir – belki de bir metafor – bir babanın anlatıldığı “Vampirin Oğlu” öyküsünde çocuğun yavaş yavaş annenin bedenini ele geçirmesi ya da “Kimsenin Suçu Değil” öyküsündeki sağ elin otonom bir nitelik kazanması bu savın en açık örneklerini oluşturmakta.
Öykülerinde kesinliği, anlattığı durumun içyapısında oluştururken, katı gerçekliği kıran muğlaklığı, hakikat denilen kavramın içinde eritiyor. Cortázar, herkesçe görünen ya da herkese sunulan hakikatin ne denli sahte olduğuna işaret ediyor.
Muğlaklığın zamansal bir düzlem kazandığı öykülerinde modern dünyanın ortasından fışkıran bir eski dünya düzeni göze çarpıyor. Bu şekilde alt üst edilen zaman “Geceleyin Sırtüstü” öyküsünde aydınlık ve karanlık, uygar ve yabanıl, rüya ve gerçek gibi ikilikler üzerinden inşa ediliyor ve karakterin her ikiliğin iki ucunda da bırakılması, okurun dişil pozisyondan yardakçı pozisyona geçirilmesi ile Cortázar’la özdeşleşen tabirle söylersek okuru nakavt ederek bitiyor.
“Hükümlü Kapı” öyküsündeki kapının çevresini saran kalın duvarları da kaba gerçekçiliğin bir tasavvuru olarak okuyabiliriz. Kapı olmadan kimse o çocuğun ağladığını bilemeyecektir. Burada bir şeyleri yıkma söz konusu değildir, sadece bir sızıntı bile o “sahte” realizmi alaşağı edecektir.
Cortázar öykülerinde anlatıcının yönsemesi çoğu zaman ters yönlerden birleşen çember bir yapıdadır. Sözgelimi “Koruların Sürekliliği”’nde roman okuyan bir adamın anlatımı kıvrak bir manevrayla roman kahramanına döner. Kapının ardındaki bebek de Petrone’nin sesi taklit etmesi bölümünden sonra anlatıcının sesini yankılar. Fantastiğin alanına sokacak yönsemelerden biri de budur. Öyküdeki otel müdürüne dönüp onun Cortázar poetikası içerisinde, bir anlamda metinlerinin süper egosunu temsil ettiğini söyleyebiliriz. “Yanılıyor olmalısınız. Bu katta küçük çocuklar yok” itirazıyla Petrone’yi, dolayısıyla okuru görülen gerçekliğe davet eder. Öykünün doğasında yaratılan gerçekliğin oku hangi yönü vuracaktır, okurun vereceği bir yanıttır bu.
Poetik örgüyü tamamlamak için okurun konumuna değinmek yerinde olacaktır. Yukarıda vurguladığım şekilde iki tür okurdan bahseder Cortázar. Bu okur tiplerinden ilki dişi okur diye tabir ettiği konformist bir yaklaşımla sadece yazarın aktardığı kadarını okumakla yetinir. Alımlamasının sınırı buraya kadardır, vermekten çok çözüm beklentisi içerisindedir. Yardakçı okur adını verdiği diğer tür okur ise yazar ile tamamen ortak çalışabilen okurdur. Ötekinin Rüyası’ndaki öyküler her iki okur tanımlamasının da konumlanabileceği bir yer değildir. Kurulan dünyada dişi okurun konformizmini ve yardakçı okurun yazara –ya da anlatıcıya– karşı duyduğu güveni yerle bir edecektir. Has edebiyatın kurmacayla yaptığı devrim de buradan filizlenmektedir.