1960’larda başlayan bir göç hikâyesinin geldiği son nokta

Onlar-Göçtü-Buradan

Onlar Göçtü Buradan: Türkiye’nin Yeni Göç Nesli

EVRİM KURAN

Mundi Kitap Eylül 2021 96 s.

Son beş senede büyük çoğunluğu yükseköğrenim görmüş, başarılı on binlerce genç ülkesini terk ederek yurtdışında yaşama kararı aldı. Bu kararı almalarındaki sebepler, gittikleri ülkelerde yaşadıkları kendisi de genç bir yazar olan Evrim Kuran’ın Eylül 2021’de yayınlanan, Onlar Göçtü Buradan adlı yeni kitabında konu edilmiş...

AHMET EKEN

Türkiye son yıllarda ülke tarihinin en büyük beyin göçünü yaşıyor ve bu bir süredir artarak devam etmekte. Yaşanan, 1960’lardan başlayan bir göç hikâyesinin geldiği son nokta diyebiliriz. Önce olguyu kabul edip, ardından nedenlerini araştırıp daha sonra da o nedenleri yok etmemiz gerekirken, tam tersine, nedenlerin daha da çoğaltılmaya, sorunların daha da büyütülmeye çalışıldığını görüyoruz.

Son beş senede büyük çoğunluğu yükseköğrenim görmüş, başarılı on binlerce genç ülkesini terk ederek yurtdışında yaşama kararı aldı. Bu kararı almalarındaki sebepler, gittikleri ülkelerde yaşadıkları kendisi de genç bir yazar olan Evrim Kuran’ın Eylül 2021’de yayınlanan, Onlar Göçtü Buradan adlı yeni kitabında konu edinilmiş. 2019 yılında Telgraftan Tablete ve Z-Bir Kuşağı Anlamak adlı kitapları yayınlanan araştırmacı-yazar Evrim Kuran, “yeni nesil göçünü” anlatırken, yaptığı araştırmanın çarpıcı sonuçlarıyla bizi yüzleştiriyor.

Türkiye’de 1960’lı yıllar malum siyasi olaylarla hayli hareketli başladı ve o günlere kadar görmediğimiz gelişmeler art arda yaşanmaya başladı. Bu yeni gelişmelerden biri de Türkiye’nin binlerce vatandaşını çalışmak için önce Almanya’ya, daha sonra başka Avrupa ülkelerine göndermesiydi. Almanya’nın işgücü açığını kapatmak için işçi talep etmesiyle başlayan süreç yepyeni şekillere bürünerek günümüzde de devam etmekte. Doğal olarak toplumbilimcilerin görmezden gelemeyeceği bu olgu pek çok araştırmanın da konusu oldu. Bu konuda yayınlanan son kitaplardan biri de Evrim Kuran’ın çalışması. Onlar Göçtü Buradan adlı kitap bu göç sürecinin en son vardığı aşamadan söz ediyor, yani bu ülkede öğrenim görüp iyi yetişmiş insanların ülkeyi bırakıp gitmelerinden!

"Almancılar", Münih'te. 1960'lar.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Türkiye göç veren bir ülke. Önceleri bu gidenlerin bir süre sonra geri gelecekleri ve birikimleriyle daha iyi bir hayat kuracakları düşünülüp kendilerine “misafir işçi” adı veriliyor. Öngörülen, bunun bir süre sona ereceği… Hatta çalışma sözleşmeleri bile iki yılla sınırlandırılıyor. Ancak gelişmeler başka türlü oluyor ve kısa zaman içinde bu insanların önemli bir bölümü memleketlerine dönmediği gibi, sayıları da hızla çoğalıyor. “1966-67 yıllarında özellikle otomotiv endüstrisindeki ekonomik daralma” yeni bir aşamanın başlangıcı oluyor. Almanya’da işten çıkarılan binlerce Türk işçisi, “memleketlerine dönmek yerine, hemşerilik ağlarını kullanarak Almanya’ya komşu Hollanda, Belçika, Danimarka gibi diğer ülkelere geçiyor”.

1973 yılında yaşanan petrol krizi, göçte yeni bir durumun ortaya çıkışına neden olur. Çalışmalarına engel olunmasa da, insanlara ülkelerine dönmeleri tavsiye edilir. Ancak o yıllarda bir milyon kişi resmî yollardan Almanya’ya gitmek için sırasının gelmesini beklemektedir: “Bu şekilde gidemeyince de turist, mülteci veya ithal gelin/damat olarak veya aile birleşimi yoluyla Almanya nüfusuna dahil olur.” Bu beklenenin çok üstünde bir rakamdır. Aile birleşimlerinin bir başka manası da bir zamanlar misafir olarak görülen insanların artık kalıcı olmaya başladıklarıdır.

1980-1990 döneminde göç edenlere yeni bir grup katılır. Bu grup 12 Eylül darbesinin yarattığı baskı rejimi nedeniyle ülkesinden ayrılmak zorunda kalanlardır. “Türkiye’deki baskılardan dolayı Fransa, Almanya ve İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkelerine yoğun bir şekilde iltica ederler.

Türkiye’den göç edenlerin nüfusunun büyümesi karşısında Almanya yeniden “geri dönmeyi” teşvik eder. Üstelik bu kez dönenlere parasal olarak yardım edilecektir. Bu teşvikler biraz etkili olur. Bu teşviklerden 250 bin kişi yararlanır. Ama bir gerçek değişmez, başta Almanya olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri artık çok sayıda Türkiyeli insanın yaşadığı yerler olmuştur.

Başta Türkiye’den göçenler olmak üzere, diğer ülkelerden göçenlerin Avrupa’da yaşamaya başlamaları yabancı düşmanlığının hortlamasına zemin hazırlar ve 1989 yılında “duvarın” yıkılmasından sonra, artan işsizlik ve ekonomik sıkıntıların da etkisiyle Almanya’da Türk ve mülteci karşıtlığı büyür. Fanatikler Türklerin ve Müslümanların kaldıkları evlere, dükkânlarına saldırır; hatta yaralanmalar, cinayetler olur. Diğer bir gelişme de 1990’ların sonlarında Türk nüfusunun düşüş göstermesidir. Ama artık göç için yeni bir rota doğmuştur: Bu yıllarda pek çok işçi ve işveren eski SSCB’ye ve Doğu Avrupa ülkelerine gideceklerdir.

2000’den sonrasını “anlayabilmek için öncelikle her geçen yıl şiddeti artan istihdam sorununa ve işsizlik verilerine bakmak” gerektiğini ifade eden Evrim Kuran şöyle devam ediyor:

2000-2001 yıllarında Türkiye’de yaşanan krizlerle işsizlik oranı yüzde 10’ları aşmış ve 2009’da yüzde 12,6’ya erişmiştir. Sonraki dönemde ise sürekli artış eğilimi gözlemlenmektedir. (…) Genç işsizliği ise yüzde 25,2 olarak kayıtlara geçer. Nisan 2021 itibariyle 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 25,6’dır. (…) Genç işsizliği, tek başına bir neden olmamakla birlikte, Türkiye’nin yeni nesil göçünü tetikleyen en önemli faktördür.

Eldeki verilere baktığımız zaman son üç yılda Türkiye’den yurtdışına giden kişi sayısı yüzde 97 oranında arttığını ve bunların yüzde 41’inin 25-29 yaş arasındaki kişilerden oluştuğunu görüyoruz. Ayrıca göç edenlerin yaşı giderek düşmekte, UNESCO verilerine göre, Türkiye’den her sene 50 bin öğrenci yurtdışına okumaya gitmektedir. En çok göç veren liseler, sırasıyla: Alman Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi ve Galatasaray Lisesi’dir. En çok tercih edilen ülkelerse Almanya, ABD, Kanada ve Fransa’dır. Yeni kuşak göçmenleri daha yetkin kişiler oluşturuyor. Örneğin, “2012 yılında yurtdışına giden hekim sayısı yalnızca 59 iken, 2019’da 1.042’ye ulaşmış durumda”.

Evrim Kuran

Kitapta, 3 Şubat 2020-6 Temmuz 2020 tarihleri arasında 118 ülkenin 728 kentinde, 3.253 katılımcıyla gerçekleştirilen bir araştırma yer alıyor. Evrim Kuran’ın, katılımcıların yüzde 71,7’sinin yükseköğrenim mezunu olduğunu vurguladığı bu araştırmaya göre, katılımcıların Türkiye’den ayrılmalarının en önde gelen nedenlerini, “ekonomik sebepler ve ülkenin siyasi iklimi, hemen ardından iş olanaklarının yetersizliği ve eğitim ve gelişime dair kısıtlamalar” olarak sıralayabiliriz. Şu anda yaşadıkları ülkede onları nelerin mutlu ettiği sorulduğunda ise ilk sırayı özgürlük, demokrasi ve insan hakları alıyor, “gelişmiş ekonomi ve yüksek kazanç daha sona geliyor”.

Yurtdışına göçenleri mutsuz eden konular ise, memleket hasreti başta olmak üzere, sosyal yaşam ve insan ilişkileri oluyor. Ama yaşadığı ülkenin coğrafyasından ve ikliminden memnun olmayanların sayısı da hayli yüksek!

Araştırmada mercek altına alınan bir başka konu, göçün yaşam standartlarını ne yönde etkilediği. Katılımcıların yüzde 69’a yakın bir kısmı yaşam standartlarının yükseldiğini, yüzde 19’u aynı kaldığını, yüzde 11’i de düştüğünü belirtiyor. Kuran, yaşam standartlarıyla ilgili bu bilgileri verdikten sonra zaman zaman şahit olduğumuz bir olguyu ele alıyor:

Türkiye’de yüksek dereceler alıp geri dönmemek üzere yurtdışına giden ve bu ülkelerde garsonluk ve benzeri işlerde çalışan göçmenlerin sayısının da azımsanmayacak kadar çok olduğunu biliyoruz. (…) Neden?

Bu sorunun cevabı, Türkiye’deki işsizlik ve öğrencilerin mezun olduklarında bir iş bulacaklarına inanmaması. Türkiye’nin 59 saygın üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre, öğrencilerin yüzde 60’ı bu görüşü paylaşıyor. Burada bir başka sorunla daha karşılaşıyoruz, okuyalım:

Bu umutsuzluğu tetikleyen pek çok sistem sorunu olduğu aşikâr. Ancak yine aynı araştırmada liyakatle ilgili kaygıların bu inançsızlıktaki payını açıkça görüyoruz. Araştırmaya katılan üniversite öğrencilerinin yüzde 51’i Türkiye’de iş yaşamında liyakat kültürünün olmadığını düşünüyor, yüzde 23’ü ise bundan emin değil.

Yine aynı üniversitelerin profesyonelleri yüzde 60 oranına Türkiye’de liyakat kültürü olmadığı görüşünde. Nepotizm en büyük sorun.

Yurtdışına göçenlerle ilgili yapılan araştırmada dikkat çeken bir diğer nokta, “Kadınların ve erkeklerin göç ettikleri yeni ülkelerindeki motivasyonları arasındaki farklar. Kadınları (…) mutlu eden şeyler daha çok özgürlük, demokrasi, insan haklarıyken, erkekleri (…) gelişmiş ekonomi ve yüksek kazanç motive ediyor” olması.

Peki, araştırmaya katılan göçmenler bir gün ülkelerine dönmeyi düşünüyor mu? Yüzde 42’isi bu soruya evet derken, yüzde 40’ı kararsız olduğunu ifade ediyor. “Hangi koşullar değişirse Türkiye’ye dönmeyi düşünürsünüz?” sorusuna verilen yanıtlar arasında ise birinci sırayı siyasi koşulların değişmesi alırken, hemen ardından ekonomik şartların değişmesi geliyor. Türkiye’den ayrılma kararı almada etkili olan ekonomik ve siyasal nedenler dışında başka faktörler de var: eğitim, ülkenin sosyo-kültürel durumu, çevresel faktörler, kadınlara yönelik baskılar…

Pek araştırma gösteriyor ki, Türkiye’de akademik ve kültürel ifade ile basın ve yayın özgürlüğü, doğru bilgiye erişim imkânı, farklı fikirlere saygı, sivil toplum kuruluşlarının çalışma özgürlüğü demokratik ülkelerin vardığı düzeyin hayli altında. Gidenlerin neredeyse yüzde 70’i kendisini huzurlu ve mutlu hissediyor, göç etme kararı vermelerinin doğru bir karar olduğunu düşünüyor. Sadece yüzde 15’i yanıldıklarını belirtiyor.

Elbette yetişmiş insan göçünü durdurmak, gidenlerin geri dönmesini sağlamak her ülke için çok önemli, ama bunun için ciddi tedbirler almak, nedenlerini ortadan kaldırmak gerekiyor. Bu da hamasi nutuklarla olacak iş değil, hele de bu sorunu yaratanların nutuklarıyla!