Küçük-Dansçı

On Dört Yaşındaki Küçük Dansçı 

CAMILLE LAURENS

çev. Şehsuvar Aktaş YKY 2019 112 s.

Degas, eserlerinde bazı ressamlar gibi bale dünyasını yüceltmez, onun tablolarında dekorun arkasını görürüz: Tanrıça bedenli, baştan çıkarıcı dansçı klişesiyle alay eder. Degas, sıradan olanı yıkmayı, insanların gözlerini kapadığı bir gerçeği açığa çıkarmak ister: Ona göre “dans bir peri masalı değildir, zahmetli bir meslektir.”

AHMET EKEN

Plastik sanatlara ilgi duyanlar, Paris’te 1881 yılının nisan ayında açılacak olan Bağımsızlar Salonu’nu sabırsızlıkla beklemektedirler, çünkü Edgar Degas (1834-1917) kulislerde konuşulan ama henüz kimsenin görmediği küçük dansçı kız heykelini ilk kez burada sergileyecektir. Salon kapılarını açar, ancak beklenen heykel yoktur, mekânda boş bir camekân durmaktadır. Tabii söylentiler, tartışmalar başlar ve iki hafta boyunca devam eder. Degas, eserini salona 14 gün sonra getirecektir.

Yerine konan heykel, üzerindeki örtü kaldırılıp, görünür hale gelince ortalık karışır. “Heykel ne mermerden, ne bronzdan, hatta ne alçıdan ne de ahşap malzemedendir, balmumundan yapılmıştır.” Genellikle yapıta son şeklini vermeden önce, hazırlık aşamasında kullanılan balmumunu Degas, ana malzeme olarak kullanmış, onu bu haliyle göstermeyi tercih etmiştir. Ama yegâne mesele bu da değildir. Heykele, “bir oyuncak bebek gibi gerçek giysiler giydirmiştir. Ayağında gerçek dans patikleri vardır, saçları gerçektir!”

Merakla beklenen heykel, denildiğine göre, bir anda kiminin yüzündeki ifadeyi değiştirip, şaşkın bir halde geri çekilmesine, kiminin “bir ucube bu” diye haykırmasına, kiminin de “eciş bücüş bir şey, bir maymun, zooloji müzesine konulsa daha iyi olurdu” diyerek salonu terk etmesine neden olur. Dönemin tanınmış sanat dergilerinden Artist’te, bir eleştirmen şu soruyu sorar: “Sanat bundan daha aşağıya düşebilir mi?” Eser ve model büyük nefret uyandırır. Aşağılanacak bir nesne haline gelir. Heykel olduğu, yoksul bir kızı tasvir ettiği görülmez. Ancak az da olsa beğenenler de vardır. Örneğin, romancı J. K. Huysmans, Degas’ı över ve “Heykelin bütün geleneğini ve yüzyıllardır tekrar edilen kalıplarını böylesine özgün, böylesine cesur, gerçekten modern bir yapıtla altüst eden Degas’ın özgür tavrını yüceltir.”

Sergi bitince Degas, Küçük Dansçı’sını evine götürür ve kimseye göstermez. Heykel Degas’ın yaşamı boyunca bir daha asla sergilenmez, ancak hakkında konuşulmaya devam eder. Satın almak isteyenler olur ama Degas’ın satmaya niyeti yoktur. “Dostları heykelin bronz kalıbının alınmasını önerirler çünkü balmumu son derece kırılgan bir malzemedir.”, ama bunu da yaptırtmaz.

Degas 1917 yılında ölünce, sanatçının eserlerinin korunması gerektiğini düşünen dostları, heykelin yirmi iki bronz kopyasını yaptırır ve bu kopyalar müzelere veya özel koleksiyonlara dağılır. İlerleyen yıllarda heykelin değeri giderek artacak ve müzayedelerde milyonlarca pounda satılacaktır. Degas’ın yaptığı balmumundan heykelin anavatanında olmadığını, Paris’te sergilenen heykelin sonradan dökülmüş bronz kopyalardan biri olduğu bilinmektedir.

Heykeli camekân içerisinde sergilenen kız, Marie Genevieve van Goethem’dır. Belçikalı yoksul bir ailenin çocuğu olarak 1865 yılında Paris’te doğmuş, Paris Operası’nda küçük bir dansçı olarak (küçük fare-petit rat) dans etmektedir. Çamaşırcı olan annenin ve bir süre sonra onları terk edecek olan babanın kazançları en yoksul semtte yaşamalarına rağmen yetmemektedir. Büyük abla modellik, fahişelik ve bazen de hırsızlık yaparak –ki bazen yakalanıp hapse girer– yaşamaktadır. Marie, Opera’da dans ederek ve en küçük kız kardeşleri de Maire’nin izinden giderek çalışırlar.

O dönemde Paris Operası altı yaşından başlayarak küçük kızları işe alır. Bu pek çok yoksul kız çocuğu olan aileler tarafından bir çıkış yolu olarak görülmektedir. Fransa’da henüz çocuklar için ilköğretimi zorunlu kılan, kamuya açık ve ücretsiz eğitim kanunu yürürlükte değildir. Ancak bu yasa 1881 yılında çıkarıldıktan sonra bile uzun bir süre Opera bu uygulamadan muaf tutulacaktır. Kızlar, “vakitlerinin çoğunu önce çalışma salonunda sonra da ancak on üç on dört yaşlarında çıkacakları sahneye adım atarak geçirirler”. Yeni başlayanlar günde iki frank kazanır, bu para çok azdır ama o günlerde bir madenci veya tekstil işçisi de daha fazla kazanmamaktadır.

Opera’da yükselebilme olanakları iki yılda bir yapılan zorlu ve masraflı sınavlara bağlıdır. Kızlar kıyafetlerini kendileri almak zorundadırlar. Yetenekli öğrenciler terfi edip biraz daha çok para kazanırlar ve dans okulundan bale kumpanyasına geçip korobaşı olurlar. “Bu bütün annelerin hayalidir ama çoğu bu kadar ilerisini hedeflemezler.” Küçük kızların kabullenilmese de göz yumulan başka bir gelir kaynağı daha vardır:

“Bugün sübyancılık, muhabbet tellallığı ya da çocuk istismarı olarak görülecek şey o zamanlar, bu dünyada sıradan bir uygulamadır. (…) Kulislerde erkek hayranlar ile kızlarını sunmaya gelen anneler arasında arabuluculuk yapan kadınların mesleği neredeyse yarı resmi bir statüye sahiptir.”

Opera yönetimi ve polis bu rezil duruma göz yumar. Degas’ın modeli Marie’nin annesi de bu düzenin bir parçasıdır. 

Marie, ufak tefek bir kızdır, sonu gelmeyen egzersizler, en küçük bir hatanın bile cezalandırıldığı okul sistemi, kötü beslenme pek çok çocuk gibi onu da tüketir. Sonunda okuldan atılır ama okuldan atılmasının nedeni bu berbat eğitime uyum sağlayamaması değildir. Her şeye rağmen aylar boyunca bu ağır eğitime, yorgunluklara, fiziksel acılara göğüs germiştir ama eline geçen para yetmemekte, o da ressamlara modellik yapmakta ve bu nedenle okula devam edememektedir.

Opera, sadece sanatseverler için değil, serüven meraklıları için de bir çekim merkezidir. Zaman zaman gazetelere yansıyan ünlü dansçıların yaşamlarıyla ilgili haberler dikkatle izlenir, erkekler sahnede gördükleri veya duydukları dansçı kızları merak ederler ve yapabilen de Opera’nın fuayesinde onlarla tanışır. Sadece Degas değil, başka sanatçılar da Opera’nın sadık müdavimleridir.

On Dört Yaşındaki Küçük Dansçı’nın yazarı Camille Laurens, Degas’ın 1860-1890 yılları arasında operaya düşkün olduğunu belirttikten sonra şöyle devam eder:

“Gençliğinde o da düşüp kalkmıştır. (…) Ama onun uçkuruna düşkün abonelerinkinden farklı emelleri vardır. Onları resmeder. (…) Kimi kez balerinlerin bedenlerini yakın plana alarak onların gözünden bakar. Yıllar boyunca onları gözlemlemiştir. Bu onun dönemi, onun dünyası, aynı zamanda onun arzusunun yansımasıdır ve ‘ancak bilinen şeyin sanatı yapılabilir’. Ayrıca Degas tam bir müzik tutkunudur.”

Degas geceyi sevmektedir. 1870’ten itibaren sağ gözündeki rahatsızlıkla yaşamaktadır. Henüz kırkına gelmeden yarı körlük çeker ve ışıktan rahatsız olmaktadır. “Paris’te mavi gözlükleriyle tanınır”. Diğer izlenimcilerin aksine gün ışığında, güneş altında çalışmaz, çalışamaz. Bu nedenle gece görüntülerini, insanlarını, kabarelerinin ve tiyatrolarının ışıklarını yeğler.

Sanatçı, eserlerinde bazı ressamlar gibi bale dünyasını yüceltmez, onun tablolarında dekorun arkasını görürüz: “Provalardaki bitkin düşüren çalışmayı, harcanan çabayla deforme olan, halsiz düşen bedeni, gergin, belirsiz, ya da bakışı bütünüyle bacaklara ve kollara yöneltmek için yarısı görünmeyen yüzleri”. Tanrıça bedenli, baştan çıkarıcı dansçı klişesiyle alay eder. Degas, sıradan olanı yıkmayı, insanların gözlerini kapadığı bir gerçeği açığa çıkarmak ister: “Dans bir peri masalı değildir, zahmetli bir meslektir.”

Sanatçı daha önce küçük dansçı kız Marie’nin ablası Antoinette ile çalışmıştır ve muhtemelen Marie, daha doğrusu annesi ile bu sayede tanışmışlardır. Degas ve modelin annesi ücret konusunda anlaşırlar. Ücret danstan kazandığından daha yüksektir ve iş daha az yorucudur. Küçük kız sadece Degas’ın belirlediği şekilde saatlerce ayakta duracaktır: “Dans giysinin giymesini isteyen Degas, nasıl duracağını belirlemekte uzun süre tereddüt etmez. Onu tiyatroda gördükten sonra duruşunun nasıl olacağını önceden kurmuştur.” Ama bir süre sonra bunun yetersiz kaldığını görür. Camille Laurens, kitabında Degas’ın çok sayıda hazırlık çiziminin sanatçının karşılaştığı teknik güçlükleri gösterdiğini ifade ettikten sonra heykelin yapım sürecini ayrıntılarıyla anlatır.

Degas, çalışması kolay biri değildir, zaman zaman huysuzlanır, asla memnun olmaz ve karşısındakine küçük düşürücü davranır. Çalışırlarken karşısında itiraz edecek hali olmayan küçük kızın neler yaşayabileceğini pek düşünmez. Nihayet Degas’ın heykeli bitirmesiyle uzun poz verme saatleri, Degas’ın kaprisleri sona erer ve küçük kız, yeni bir iş bulmak umuduyla evine döner.

Peki, küçük Marie kendisini başı hafif yana eğilmiş, çenesi yukarıda, esmer ve hastalıklı, süzgün ve vaktinden önce yaşlanmış yüzünde, hafif açık bir ağızla bele götürülüp, arkada birleştirilmiş kolları ve gergin bacaklarıyla gösteren bu heykelin yarattığı fırtınadan haberi olmuş mudur? Camille Laurens, onun heykeli gördüğünden bile emin olmadığını, muhtemelen Opera’nın yakınlarında açılan serginin sürdüğü üç hafta boyunca oraya hiç gitmediğini belirtiyor. Bir ihtimal “görüştüğü ressam müsveddeleri, yosmalar ve işçi kızlar” onu etkinlikten haberdar etmiş ve “herkes seni görmeye koşuyor” demiş olabilirler… Ama ne olacak ki? O geleceğe bakmak zorundadır, her tarafı ayrı puslu bir geleceğe.

Küçük dansçının yaşamıyla ilgili bilebildiklerimiz, Degas’a modellik ettikten sonra neredeyse tam bir karanlığa boğulduğudur. Opera’dan çıkarıldıktan sonra hakkındaki yegâne resmi kayıt, hırsızlık yapan ablasıyla birlikte kaçarken tren istasyonunda yakalanması. Bu ona ait son iz, bir daha resmi veya gayri resmi hiçbir evrakta adı yer almaz. Marie, ardında sadece heykelini bırakır ve kaybolur…