MUALLİM NACİ
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 2019 48 s.
Yeni Türk edebiyatının başlangıç dönemi yazarlarından Muallim Naci’nin (1850-1893) yaşamının ilk sekiz yılını anlattığı Ömer’in Çocukluğu, sade ve samimi bir üslupla kaleme alınmış güzel bir kitap. Bir yanda çocuğun yaşadıklarını okuyoruz, diğer yanda geleneklerine bağlı bir toplumun yaşamından kesitler...
Muallim Naci, İstanbul Fatih’te, iki katlı, dört oda ile iki sofası bulunan genişçi bahçeli bir evde doğar. Babası Saraçhanebaşı’nda ufak bir dükkânı olan Saraç Ali Bey, erkenden dükkânına giden, gününü çalışarak geçiren ve akşamüstü evine dönen, zararlı alışkanlıkları olmayan bir kişidir. Kazancı iyi olsa da daha geniş ve hizmetçili bir evde oturmak gibi düşüncesi yoktur. Üzerindeki geleneksel esnaf kıyafeti daima yeni ve temizdir. “Yakışıklı, dolgun vücutlu bir Osmanlıdır.”
Evine çok güzel bakar, bilenler gıpta ederler. Her şeyin iyisini almak merakı olduğu için, evde her türlü gerekli şey bulunur. Pirinç, yağ gibi şeyler toptan alınır, ancak bazı komşuların buna gıpta edebileceğini düşündüğü için, bunları eve akşamdan sonra getirir. “Çocukların arzu edebileceği yemiş vesairenin çeşitleri” daima dolaplarda bulunur.
Ancak, geceleri evden bir yere gitmek âdeti olmayan Ali Bey, “bir yerde yangın olsa ve o tarafta tanıdığı varsa, mesafe ne kadar uzak olursa olsun derhal giyinir çıkar, imdada koşar.” Yazar, bunun eski bir âdet olduğunu ifade eder. Sonuç olarak Ali Bey, “terbiyeli bir İslam ailesi içinde yetişmiş, güzel yaradılışlı (…) kimseye fenalık etmemiş fakat pek çok kimselere iyilik etmiş” bir kişidir. Öfkeli görünür ama yersiz öfkelenmez, ailesini çok sever ama şımartıcı muamelelerde bulunmaz, ev halkının ona saygı duymasının nedeni, ne şiddet uygulaması ne de sövüp saymasıdır. Onun kişiliğidir.
Ali Bey, dindar bir kişidir, cuma akşamları Kuran-ı Kerim okur ve Ömer’in ağabeyinin de böyle yapmasını emreder. Dini kurallara, dinin kutsallarına saygılıdır. İşinde prensipleri olan, ahlaklı biridir. Bu nedenle saraç esnafının güvenini kazanmış, orta sandığının (ahilik teşkilatında yardımlaşma sandığı) başkanlığı istemediği halde ona verilmiştir. Şeyhlerle ve dervişlerle görüşür ancak herhangi bir tarikata mensup değildir.
Yazarın babasıyla ilgili anlattıkları, aynı zamanda dönemin esnaf topluğunun güzel bir tasviri… Tanpınar, Ömer’in Çocukluğu’nun en mühim tarafının “kendi çocukluğunun arasından bize imparatorluğun o zamana kadar belkemiği olan dindar ve çalışkan, haysiyetli bir zümrenin, esnaf sınıfının hayatını vermesi” olduğunu söyleyerek, kitabın özellikle bu yanını vurgular.
Muallim Naci’nin annesi Zehra Hanım Varnalıdır, yazar anıların da yeri geldikçe “dizinin dibinden ayrılmak istemediği” annesinden söz ediyorsa da bize onu uzun uzun anlatmaz. Ailesine, geleneklere bağlı bu kadın komşu ve akraba ziyaretlerine oğlunu götürür. Ancak küçük çocuk buralarda huzursuz olur, komşu ziyaretlerinde annesi çocuklarla biraz daha bırakınca, annesiz kalmaktan korktuğu için hemen o da döner. Kendisine bir şey denmesinden korkar. Kimseye yük olmak istemez, rahat ettiği yer evidir. Ömer, ayrıca korkuları olan bir çocuktur, örneğin karanlığa tahammül edemez ve bu korkusu azalarak da olsa yaşamı boyunca devam eder. Çantasında kibrit ve mum bulundurur. Bu aşırı duyarlı çocuk bir okul dönüşünde babasının naşının götürülüşüne tanık olacaktır.
Her ne kadar küçük yaşta bir sokak köpeğinin saldırısına uğramış olsa da, küçük Ömer hayvanları seven bir çocuktur. Kuş besler, bahçelerinde her zaman birkaç koç veya koyun bulunur, babası her yıl ona ve ağabeyine bir veya iki kuzu alır. Çocuklar kuzuları kendilerine alıştırıp, arkaları sıra gezdirirler. Hatta günlerden bir gün Varna’da yaşayan dayısı ona bir oğlak gönderir, onunla hemen arkadaş olan küçük Ömer, oğlağı kedisinden daha çok sever. Bahçenin köşesindeki kümes hiç boş kalmaz, hindiden tavuğa, ördeğe kadar pek çok kümes hayvanı bahçenin başka sakinleri olarak yaşarlar. Muallim Naci, onlarla geçirdiği günleri unutamaz.
Küçük Ömer, mektebe giderken boynuna astığı süslü cüz kesesini beğenmesine rağmen, “özellikle Hoca Efendi gözünün önüne geldikçe” tedirgin olmakta, korkmaktadır. Korkusunun nedeni “Hoca Efendi’nin önünde ileriye doğru uzatılmış olan kayışlı falakalardır.” Hatta bu falakaların bir de zincirlisi vardır. Gerçi üç yıl zarfında iki defa falaka cezası alır. Ve tabanlarına vurulan üçer değnekle atlatır ama “utanç ve ıstıraptan çehresi gülgün olur.” Ayrıca hocanın vurduğu yerde gül bittiğini görmez…
Falaka cezası almak veya falakaya yatırılan başka bir çocuğu görmek Ömer’i çok korkutmaktadır. Bir gün halini ağabeyine açar, ağabeyi onu teselli ederek, “sen yine iyi zamana rast geldin” der. Ve kendi zamanında bir de dersleri zayıf olan çocuklara derslerini öğretmek gibi mükellefiyetleri olduğunu, çocuk dersi öğrenemezse dayak yediklerini anlatır. Yaşadıklarını anlatırken hiddetlenen ağabey, sonun da şu soruyu sorar: “Biz buraya okumaya mı geliyoruz, yoksa dayak yemeye mi?”
Çocuklar, korka korka gidip geldikleri okulda doğru dürüst bir öğrenim de görmemekte, korkutularak bazı konuları ezberlemeye zorlanmaktadırlar. Bunlardan dolayı Ömer, okulu sevmemektedir. Ancak, yaşam öyküsünün daha sonraki dönemlerine baktığımız zaman Muallim Naci’nin ailevi nedenlerden dolayı düzenli bir tahsil hayatı olmamışsa da, özellikle rastlantılar sonucu karşılaştığı insanların korumasıyla tahsilini tamamlayabildiğini, öğretmenlik, memurluk, gazetecilik yaptığını, şiirler, edebiyat ve dil meselesi hakkında kitaplar yazdığını, hatta sözlük çalışmaları yaptığını görüyoruz.
Babası ölümünden önce dayısına “oğullarımla kız kardeşini de al, Varna’ya götür, birlikte oturun. Onlar burada kendilerini idare edemezler, evle dükkânı kiraya verirsiniz. Oğullarıma babalık et” demiştir. Babasının bu vasiyetine uyulur ve aile Varna’ya dayının yanına taşınır. Artık Muallim Naci’nin yaşamında yeni bir dönem başlamıştır.
Bu dönemde bir yanda medrese eğitimi alırken bir yandan da özel dersler alıp, Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenecek, hattatlıktan icazet alacaktır. Bu arada adında da küçük bir değişiklik yapar, “Muhayyelat-ı Aziz Efendi” romanının baş kahramanı Naci’den etkilenerek Naci ismini kendisine mahlas olarak alır ve eserlerini bu isimle yayınlar. Ömer’i artık sadece yakınları bilecektir…
•