İLYAS BARUT
İletişim Yayınları
İlyas Barut’un her iki romanında da Nusret Çakmak’ın içini hep yoklayan sızısına ve virâne hayatına tanık olurken, rast makamındaki Türk sanat müziği şarkılarından biri olan Sensiz Kalan Gönlümde Bil Ki Hayat Virâne kulaklarınızda yankılanıyor. Nusret Çakmak önce çocukluk arkadaşı Ziya Işık’ın kızı Gülden’in şüpheli intiharını, daha sonra ise bir çöp bidonunda bulunan genç bir kadın cesedinin sırrını çözmeye çalışırken, kendimizi de her iki romanın başından itibaren Nusret Çakmak’ın peşine takılmış bir vaziyette, merak dolu bir soruşturma içinde buluyoruz...
2014 yılında yayımlanan Bil ki Hayat Virâne yerli edebiyata hem yeni bir polisiye yazarı hem de emniyetten malûlen emekli bir polis olan Nusret Çakmak karakterini kazandıran bir ilk romandı. İlyas Barut, bizleri Çanakkale’den Bandırma’ya ve Bilecik’e uzanan merak yüklü bir serüvene davet ediyordu. Detaylı ve okurun aklında soru işareti bırakmayacak şekilde kurguladığı olay örgüsünü akıcı bir şekilde işlerken, şehir ve mekân tasvirleriyle de olayların akış sürecini okurun bir sinema sahnesi izlercesine gözünde canlandırabilmesini sağlayan yazar, O Sızı Hep Yoklar’da ise Nusret Çakmak’ın serüvenini kaldığı yerden devam ettiriyor.
İlyas Barut’un her iki romanında da Nusret Çakmak’ın içini hep yoklayan sızısına ve virâne hayatına tanık olurken, rast makamındaki Türk sanat müziği şarkılarından biri olan Sensiz Kalan Gönlümde Bil Ki Hayat Virâne kulaklarınızda yankılanıyor. Nusret Çakmak önce çocukluk arkadaşı Ziya Işık’ın kızı Gülden’in şüpheli intiharını, daha sonra ise bir çöp bidonunda bulunan genç bir kadın cesedinin sırrını çözmeye çalışırken, kendimizi de her iki romanın başından itibaren Nusret Çakmak’ın peşine takılmış bir vaziyette, merak dolu bir soruşturma içinde buluyoruz. Tüm bu soruşturma esnasında sadece cinayete kurban giden iki maktüleyi, Gülden’i ve Sevcan’ı değil; Okşan’ı, Ziya’yı, Hürriyet’i, Fevzi Tek’i ve daha birçok karakteri de tanıyor ve, Menderes Meydanı’ndan Soğuksu Caddesi’ne, Sarkıtan Tepesi’nden Fetvane Sokak’a kadar şehrin mekânlarında geziniyoruz. Böylece çarpık insan ilişkileri sonucunda işlenen cinayetlere değil; şehirlere, mekânlara, tarihî yapılara, toplumun yaşayış tarzına ve kültürüne de tanıklık ediyoruz.
Fonda Çanakkale, Bilecik, Bandırma... Karakterlerin çocuklukları, gençlikleri, sevinçleri, hayal kırıklıkları, aşkları ve acıları, her geçen yılla birlikte birer film şeridi gibi hızlıca geçip gidiyor gözlerimizin önünden. Yalnızca okuyucunun değil, 50’sine merdiven dayamış Nusret Çakmak’ın da yaşanan olaylarla birlikte geçmişteki pişmanlıkları bugünün acılarıyla birleşerek âdeta birer fotoğraf gibi gözünün önünde canlanıyor. Bir yandan tüm yitirdiklerini geri getirmek isterken bir yandan da hepsinden kurtulmak istiyor. Alkole ilk önce vicdanına ve adalet duygusunu inciten olaylarla dolu mesleğine katlanabilmek için başlıyor, ancak daha sonra yaşadığı ailevi sorunlar nedeniyle iyice bağımlı hâle geliyor. Önüne dikilen anılarla, karısının hayaliyle ve kızının yokluğuyla geçmişi peşini hiç bırakmıyor. Aslında uzun uzun seyre daldığı, Boğaz’dan gelip geçen her gemi anılarına doğru hareket ediyor ve içini titreten o poyrazlar en az karısının ve kızının yokluğu kadar sert bir şekilde çarpıyor yüzüne Nusret Çakmak’ın. Hem kendisiyle hem de hayatla olan hesaplaşması, yüzleşmesi ve sorgulaması hiç bitmiyor. Kimi zaman ise kişisel ve toplumsal normların birbirine karıştığı bir düzlemde iç sesi susup ânı yaşamaya çalışsa da, nerede ne yaptığını sorgularken bir kaybolmuşluktan diğerine geçiyor. Yeri geliyor kendisini savunuyor, yeri geliyor yargılayıp ceza kesiyor, ama bir şekilde kendisinden yola çıkıp yine kendisine varıyor.
Yazarın samimi bir dille ifade ederken yapmacıklığa, yalın bir anlatımla dile getirirken basitliğe düşmediği, kendilerine özgü ve birbirinden farklı hayatları olan her bir karakterin duygu ve düşünce dünyalarının arasından geçiyoruz usulca. Bir şekilde birbirlerini kandıran, görünenden daha farklı hayatlar süren, sömürülen çaresiz insanlar; girmek istediği topluluk tarafından soyutlandığından, içinde taşıdığı nefreti ve kini bir güç savaşı hâline getirerek esasen şehrin korkulu rüyası olan ve birbiri ardına cinayetler işleyen bir seri katil; mutsuz kadınlar; ne yöne gideceğini tam olarak kestiremeyen ve bu yüzden kaybolmuş adamlar gibi karakterlerin oluşturduğu iki romandaki bazı süreçleri kahramanların kendi ağızlarından dinliyoruz.
Katillerin psikolojilerine de yer veren yazar, katillerin cinayetleri neden ve nasıl işledikleri hususunda sadece cinayetlerin arka planlarını değil, toplumsal davranış biçimlerinin ruhsal portrelerini de sunuyor. Okurken herkesten şüphelenmeye başlıyorsunuz; yazar şüpheleri bir karakterden diğerine başarılı bir şekilde taşıyor. Temalar arasında sağladığı denge de gözlerden kaçmıyor. Böylece sürükleyici kurguları ilmek ilmek dokunan ve akıcı olay örgüsüne sahip bir roman çıkıyor ortaya.