Kaybedenlerin ‘ring’i

Mutluluk-kenti

Mutluluk Kenti

LEONARD GARDNER

çev. Mert Doğruer Yedi Yayınları 2020 168 s.

İlk olarak 1969 yılında yayınlanan, Türkiye’de ise Yedi Yayınları tarafından okuyucuyla buluşturulan Mutluluk Kenti gelmiş geçmiş en iyi boks romanları arasında gösteriliyor. Meraklıları bilecektir; kitap 1972 yılında John Huston tarafından filme çekilmiş ve hayli beğeni toplamıştı.

BURAK SOYER

Boks, bu işle ilgilenenlerin genel kanısına göre zihnin ve bedenin muhteşem dansıdır. Dans pisti ringdir. Partneriniz size atacağı tek yumrukla saydıracağı yıldızların hayalini kuran, suratında sayısız yara izi ve aldığı sayısız darbeden artık yamulmuş bir kaportaya dönen burunla karşınızda dikilen adam veya kadındır. Ama aslında boks, ne olursa olsun, kendi vücudundan dökülen kanın üstüne, kesilmiş koca bir ağaç gibi devrilen, kaybedecek fazladan bir dişi dışında hiçbir şeyi olmayanların yeniden ayağa kalkmak için gösterdiği insanüstü çabasıdır. Tek dokunuşla geldiği yere döneceğini bilse bile ne olursa olsun bir kez daha dener karşısındakinin gözlerinin içine bakmayı… Ama yaşadığımız her şeyde olduğu gibi, pek tabii tersi de mümkündür. Tıpkı Leonard Gardner’in Mutluluk Kenti romanındaki Billy Tully gibi. İlk olarak 1969 yılında yayınlanan, Türkiye’de ise Yedi Yayınları tarafından okuyucuyla buluşturulan Mutluluk Kenti gelmiş geçmiş en iyi boks romanları arasında gösteriliyor. Meraklıları bilecektir; kitap 1972 yılında John Huston tarafından filme çekilmiş ve hayli beğeni toplamıştı.

1972 yapımı Fat City'den bir sahne.

Mutluluk Kenti, Amerika’nın 8 bin nüfuslu Stockton kentinde geçiyor. Kitabın has adamı Billy Tully karısından ayrıldıktan sonra dibi görmüş, leşin de leşi otellerde kalan, hayatını aşçılık yapan kazanan, alkolden karaciğerini eline alması an meselesi haline gelmiş, üçüncü sınıf bir boksör eskisidir. Bir gece bir bar çıkışı, yine kafası gayet kıyak halde tek yumrukla bir adamı yere serdikten sonra boksu erken bıraktığını düşünür ve kendini sınamak için ertesi gün soluğu ter, kan, balgam kokan yeraltındaki bir boks kulübünde alır. Burada kendi kendine idman yapan Ernie Munger’la karşılaşır. Tanışıp bir ‘dostluk’ maçı yaparlar ve Tully genç adamdan sağlam bir mariz yer. Maç sonrası yaptıkları muhabbette Tully, Ernie’nin daha önce hiç dövüşmediğini öğrenir ve ona eski salonu olan Lido’ya gitmesini salık verir. Ernie duş alırken, Tully de müdavimi olduğu mekâna gitmeden önce kafayı makyajlamak için çantasından çıkardığı şarabı yudumlamaya başlar. Kitabın burasında ikilinin hikâyesi ayrılıyor. Başta karısı olmak üzere her şeyini kaybetmiş Tully bara gidip içkileri ardı ardına gömdükten sonra sarhoş bir şekilde kentin soğuk ve tekinsiz yollarında dolaşıp her gece yaptığı gibi geçmişin muhasebesiyle baş başa kalır. Ernie ise boksta başarılı olabileceğinin umuduyla ertesi gün Tully’nin eski menajeri Ruben Luna’yla görüşmek için soluğu Lida Spor Salonu’nda alır. Ringe çıkıp üç beş kuruş kazanabilmenin hayaliyle Ruben Luna’yla idmanlarına devam eder. Menajerinin dandik arabasıyla amatör boks maçlarına çıkıp kazanır, kaybeder, evlenir, çocuğu olur. Düzene girer. Tully ise artık çukurun dibindedir. Bizim eski toplumsal gerçekçi filmlerimizden tanıdığımız işçi pazarlarına giderek ırgatlık yapmaya başlar. Sokaklarda ayyaşlarla takılır. Kafası hep bulanıktır.

Leonard Gardner günümüzde astronomik paraların döndüğü boks dünyasının farklı bir yüzünü gösteriyor okura. Kitabın yazıldığı dönem ele alındığında anlatılan olaylar gerçeğe çok yakın duruyor. Özellikle yazarın Amerikan diyalogları, Tully’nin gündelik iş serüvenlerini anlatırken Steinbeck’e selamını esirgememesi, Lida Spor Salonu’nda bir gün mutlaka herkesin onları konuşacağı umuduyla kasıp kavrulan yan karakter boksörler, menajer Ruben Luna’nın sürekli para kaybetmesine rağmen boksör yetiştirmek, maç ayarlamak gibi işlerden inatla vazgeçmemesi, Mutluluk Kenti’ni tüm bunlara rağmen umudun eksik olmadığı ama hep ‘yenilmeye mahkûm’ tiplerle dolduruyor. Yazar Gardner kitaptaki tüm mekânları, karakterleri ve onların yaşadıklarını bir boks ringinin halatlarından içeri sokup orada okurla baş başa bırakıyor. Mutluluk Kenti ‘boks-gerçekçi’ bir roman olarak okunmayı hak ediyor.