NURŞEN ŞENOL GÜLLÜOĞLU
Ayizi Kitap
Mutfağın Hatıra Defteri'nde yer alan tüm detaylar herkesi kendi çocukluğuna götürecek türden. Orta-alt hatta alt sınıf diyebileceğimiz bir kesim için belirli kodlardan biridir belki de, küçük kızı bakkala göndermek isteyen komşunun seslenişi: “250 gram peynir, üç yumurta, iki de ekmek.” Bir öğünün nasıl kurtarılacağının kodu. 250 gram peynir ve üç yumurta, fazlası değil...
“Kocaman sofraların hazırlanmasına yardımcı oldum, bazen kocaman, bazen küçük ama özellikli sofralarda yer aldım, yemeği aşkla ve hazla hazırlayan aile büyüklerine nezaret ettim, tek bir meyve ya da bir zeytin tanesiyle hatırlanmanın keyfini yaşadım.”
Çoğu çocuğun geçmişle kurduğu bağ, anne ve babalarıyla yaşadığı özel anlardan ibarettir. Özellikle bir yaşta ikisinden birinin kaybını yaşamışsanız ya da ikisinden biri bir şekilde evden ayrılmak zorunda kaldıysa, elinizde avucunuzda kalan en önemli hatıralar, aslında beş dakikalık bile olsa bu anlardan kuruluyor.
Kendi evimizden kurmam gerekirse; babamın mutfakta bir yandan yemek yaparken bir yandan eşlik ettiği şarkılar geliyor aklıma. Günlerden pazar ve bizler tabii ki babamın son ses açtığı Ahmet Kaya eşliğinde uyanıyoruz. Yokluğunun nedeni alfasilindir canım. Uyandıktan sonra rap rap mutfağa. Ben ne yapayım, diye soruyorum. Sen domatesleri yıka. Domatesleri yıkıyorum. Babam kavurmalı yumurtası için incelikli bir çalışma üstünde. Tezgâhını kurmuş, bütün malzemeler bir yerde. Annem, bulaşıkları da sen yıkayacaksın, diye bağırıyor salondan. Babam aldırmayıp şarkı söylemeye devam ediyor. Ağzı tıka basa dolu pastırma. Bir de akşam yemeği var tabii bunun. Bol roka salatası eşliğinde sunulan balık. Öncesinde babayla balık pazarına gidip balık seçme. Pazar günleri bu kadar dolu ve güzel geçmeseydi belki de şimdi mesaiden arta kalan günlerdeki pazarları sevebilirdim; ama artık pek imkânı yok gibi görünüyor. Babamın pazar günleri kurduğu mutfak, onun kaybından sonra benim için çok daha farklı şeyler ifade ediyor.
Ayizi Kitap tarafından yayımlanan Mutfağın Hatıra Defteri, mutfak ve hafıza ilişkisini irdeliyor. Nurşen Şenol Güllüoğlu tarafından kaleme alınan metin, mutfağın aracı olduğu anıların derlenmesine yardımcı olmuş belli ki. Kitabın kurgusu daha çok anlatı, öykü gibi ilerlese de bir belleğin kaydı aslında. Her anlatıdan sonra karşınıza çıkan yemek tarifleri de o belleğin ne denli güçlü olduğunun kanıtı. Kitapta birbirinden lezzetli 18 tarif var. Tas kebabından cevizli kayısı tatlısına kadar, yazarın deyimiyle “küçük kız”ın belleğinde yer eden anıların aktarımları olan tarifler aslında.
Kitapta yer alan yemeklerin isimlerinin bazıları şöyle: “Baba Usulü Pekmezli Elmasiye”, “Anne Usulü Zeytinyağlı Barbunya”. “Baba Usulü Pekmezli Elmasiye”nin tarifi kadar anısı da tatlı. Sokakta satılan macunları yemek için direten küçük kız ve hepimizin alışkınlık olduğu gibi “Başka bir şey iste alayım; ama onu almam,” diyen bir ebeveyn. Direten, ayaklarını yere vurup ağlamaya başlayan bir kız ve nihayetinde sinirlenen bir ebeveyn. Sinirlenen babanın küçük kıza attığı ilk ve son tokatla yaşadığı pişmanlık ve sonra kızını mutfağa davet edip ona pekmez eritmesiyle ortaya çıkan tarif...
Kitap, Ankara’nın en güzel dönemlerinde geçiyor. Ankara’nın büyük ilçelerinden biri olan Yenimahalle’nin biçimsiz ama samimi apartmanlarından birinden yükseliyor bu yemek kokuları. Şimdiki apartmanlardan bahsetmiyorum, hani şu bütün apartmanın bir aile gibi yaşadığı zamanlardaki apartmanlardan. Kitabın gözünden anlatıldığı küçük kız da tüm apartmanın küçük kızı. Komşuların sinemaya götürmek istediği ya da mayalı ekşi ekmeklerini her seferinde yedirmek istediği.
Kitapta yer alan tüm detaylar herkesi kendi çocukluğuna götürecek türden. Orta-alt hatta alt sınıf diyebileceğimiz bir kesim için belirli kodlardan biridir belki de, küçük kızı bakkala göndermek isteyen komşunun seslenişi: “250 gram peynir, üç yumurta, iki de ekmek.” Bir öğünün nasıl kurtarılacağının kodu. 250 gram peynir ve üç yumurta, fazlası değil. Fazlasını şimdilik tüketemeyiz çünkü, belki sonra.
“Havanın insanı limonata gibi ferahlattığı” günlerden kalma bir kitap Mutfağın Hatıra Defteri. Büyük Isparta halıları, sihirli ellerinin değdiği turşuyu kurulduğu gibi yemek istediğimiz komşu teyzeleri, kuruması için dama serilen meyveleri, emektar eşekleri, yemek için kıyamet koparılan ama yemesi yasak macunları, Şaşmaz Bulaşık Deterjanı, bakkaldan dönerken çenesi yenilen ekmeğiyle bir kesimin çocukluğunun anılarıyla dolu.
Kitabı bitirip kapattığınızda aklınıza gelen ilk şey bir yemek tarifi olabilir, şaşırmayın. Koku hafızamızı zorlayan yemekler, anılarımızı da dürtüyor çünkü. Başka bir evden gelen patlıcan kokusu, annenizin ağlayarak yaptığı patlıcan yemeğinin acısını hatırlatıyor belki de size. Ya da babanızın şen şakrak şarkılar eşliğinde yaptığı balığın kokusunu anımsıyorsunuz ve bir arkadaşınızın sizin için pişirdiği balık, o yüzden mutluluk nedeni. Her hâlükârda anılarınızla karşı karşıya kaldığınız Mutfağın Hatıra Defteri, bir sınıfın ve bir dönemin dumanı üstünde tüten güçlü bir anlatımı.