Murakami’nin paralel evreninde

Murakami'nin Kedisi

Murakami'nin Kedisi

AYLİN OFLAZ

Doğan Kitap

Aylin Oflaz, Murakami’nin Kedisi adlı ilk romanında, Murakami’nin edebiyat aracılığıyla açtığı paralel evrene geçerek orada kendi dünyasını kuruyor.

TOLGA MERİÇ

Adıyla dikkati hemen çeken bir ilk roman: Murakami'nin Kedisi. Yazarı Aylin Oflaz.

Bu tür kitap adları, eğer anılan kişi tanınıyor ve dünyası biliniyorsa, okura hemen ulaşma gücü taşıyor.

Haruki Murakami, dünya edebiyatının dev yazarları arasında. Kitap satışları milyonlarla ölçülüyor. Dolayısıyla, tanınma sorunu yok.

Fakat kitabın adının taşıdığı gücü tartacak asıl olasılık, Murakami’nin edebî dünyasının okur tarafından ne kadar bilindiğidir tabii. O yüzden, okurun zihninde uyanacak olan “Murakami edebiyatını yeterince bilmiyorsam, bu romanı gerçekten anlar mıyım?” sorusuna en başta yanıt vermek lazım: Evet, büyük ölçüde anlarsınız. Hatta tadını daha iyi almak için, romanda gönderme yapılan Murakami kitaplarına da merak salabilirsiniz.

Aylin Oflaz, ilk romanının okur katındaki kaderini belirleyecek olan bu kritik eşiği sağ salim atlamış. Çünkü okurun Murakami’nin dünyasını önceden bilme gerekliliğini, doğrudan doğruya o dünyaya girip romanını o dünyada kurup yaşatarak aşmış.

Fakat Murakami okurlarının hemen tahmin edeceği gibi, burada sözünü ettiğimiz dünya, yazarın yapıtlarının ruhundan süzülmüş edebî bir dünya değil sadece. O yüzden de, örneğin bir Borges’in dünyasında gezinip, onun dünyasına edebî bir saygı duruşunda bulunmaya benzemiyor. Murakami, edebiyat aracılığıyla paralel evrenler açan bir yazar. Aylin Oflaz’ın içine girip romanını yarattığı evren de, Murakami’nin kitaplarıyla açtığı o paralel evren.

Bir Murakami romanında eğer bir kedi dolaşmaya başladıysa bildiğimiz zeminlerin ayaklarımızın altından kayıp alıştığımız boyutların yarılıp şekil değiştirmeye başlayacağı okurlarınca bilinir. Aylin Oflaz’ın romanını Murakami’nin evrenine taşıyan da bir kedi oluyor tabii ki. Hem de “doğrudan doğruya” Murakami’nin kedisi.

Senarist Lal, romanın başında dilbilimci, entelektüel, Fransızca şiirlerle kadınları bir hamlede yatağa atan, çokeşli, Yunan mitolojisindeki karakterlere taş çıkaran kocası Umut’la kavgaya benzemeyen bir kavgaya tutuşur. Umut, Lal’e yaşamının Zemberekkuşu’nun Güncesi gibi olduğunu söyler. Bir Murakami romanıdır bu. Tartışmanın sonunda Lal salondaki kitaplıktan siyah-beyaz kapaklı bütün Murakami romanlarını alıp çantasına atar. Sputnik Sevgilim’i de “Üstü kalsın…” diyerek Umut’un önüne atar ve soluğu İstiklâl Caddesi’nde alır. Liseden arkadaşı Ece, St. Antoine Kilisesi apartmanlarından birinde oturmaktadır ve evlenmek üzere Fransa’ya gittiğinden, evindeki tuhaf çiçekleri sulaması için Lal’e anahtar bırakmıştır. Kapağı Ece’nin evine attığı akşam kapı çalınır ve sarı saçlı bir oğlan ev sahibesine iletilmek üzere bir dergi bırakır. Dergide, ertesi gün Murakami’nin bir panel için İstanbul’a geleceği, Pera Palas’ta olacağı haberi yazılıdır.

Lal, ertesi gün Pera Palas’ın önüne yaklaştığında bir arbede koptuğunu fark eder. “Bir karaltı, bir şangırtı, bir koşuşturmaca” söz konusudur ve “belki Japonca küfürler, özürler” de işitilmektedir. Lal güçlükle otele girdiğinde tuhaf resepsiyon görevlisinden pek bir bilgi alamaz bu konuda. Neyse ki, Murakami görebileceği, gidip konuşabileceği bir yerde, lobide oturmaktadır ve o sırada yanına yaklaşan otel görevlisine küfretmekle meşguldür. Çünkü Lal’in az sonra bizzat kendisinden duyacağı üzere, “lanet olası” İstanbul’un “bu boktan otelinde” manyak bir herif kedisini çalmıştır Murakami’nin!

Burada bir parantez açıp, hem şimdiden efsanevi hem de yaşayan bir yazarı bir romana yedirmenin hayli zor bir iş olduğunu, Aylin Oflazın kendi kaleminden çıkan Murakami’yle mesafesini gayet iyi koruyarak bu kritik eşiği de sağ salim atladığını söyleyebiliriz.

Sonrasında, aralarında “kalp parçalayan” bir konuşma geçince Lal otelden hayal kırıklığıyla ayrılır ve daha yirmi otuz adım atmamışken Murakami’nin kendisine resmini gösterdiği kedisiyle karşılaşır ve onu sahibine götürmek yerine çalar!

Böylece roman birbirinden tuhaf ama inandırıcı, irkiltici yanlarına rağmen de sevimli karakterlerle dolup taşmaya başlar. Et yiyen bitkilerle, Pagan büyücüleriyle, altın anahtar taşıyan rahiplerle, psikanalizle, Murakami’nin romanı çok ilgilendiren önemli bir kahramanının adım adım yaklaşan ayak sesleriyle, Bloody Marry’lerle ve şımartan patlıcanlarla çığırından çıkan ama tam da bu sayede normale dönen olaylar romanda birbirini takip eder.

Çünkü Murakami’nin kedisi sıradan bir kedi değildir. O, Murakami’ye hikâyeler anlatıp romanlar yazdıran, Aylin Oflazı da Murakami’nin paralel evrenine çekip alan kedidir!

Tabii iş o kediyi çalmakla bitmiyor. Başkasının açtığı evrende soluk alıp vermek başka bir kritik eşikten daha atlamayı gerektiriyor. Aylin Oflaz böyle bir romanın son kritik eşiğini de, hemen her sayfasında Murakami’yle yaşamasına rağmen, o evrenin içinde kendi dünyasını kurmakta kararlı kalarak atlamış.