MICHAEL ALBERT
Çeviri: Barış Baysal Kolektif Kitap
Zihnin değişimi, politikanın dönüşümü, dünyadan ve yaşamdan beklentileri farklı olanların varlığının yanı sıra, atıl toplumsal ilişkileri reddediş, Albert’ın “mümkün ütopya” fikrinin en önemli bileşenleri. Yeni bir dünya mümkün. Yeter ki soru sormaktan ve yanıtlar aramaktan vazgeçmeyelim…
Dünyayı ve yaşamı değiştirme arzusu bugüne dek pek çok insanın gönlünü çeldi. Mevcudu kıyasıya eleştirip yeni bir hakikat yaratmaya girişenler saygıyla anıldı, ütopyaları geleceğe referans oldu.
İşte o referanslar, yaşanabilir bir dünya ve sürdürülebilir yaşam gibi bugünün temel kavramlarına zemin yarattı. Siyasetten ekolojiye, felsefeden bilime ve sanattan mimariye kadar bir dolu alanda yeni ütopyaların kapısı yine oradan hareketle açıldı.
“Değiştirmek için hayal et” sloganı, yaşanabilir bir toplum ve dünya isteğinin düsturu hâline gelmekle kalmadı, Michael Albert’ın Mümkün Ütopya başlığı altında topladığı eylem planının ve çarelerin altyapısını oluşturdu.
Albert’ın, Mümkün Ütopya kitabında bahsettiği değişimi ve dönüşümü hayata geçirip yaşanabilirlikten söz etmek için öncelikle Ludwig Wittgenstein’ın “Ancak kendinde devrim yapabilen devrimci olabilir” ifadesini içselleştirmek gerek. Hemen ardından Albert’ın, toplum ve tarihi anlayıp yeni bir gelecek tasavvurunu ete kemiğe büründürme amacı için harekete geçilebilir.
Albert, “mümkün ütopya” derken, günümüzde hızla akıp giden yaşamı dert edinenlere sesleniyor aslında. Bireyden topluma doğru genişleyen bu hayat, olmaz denen şeylerin başımıza geldiği; kültürün, dil ve fikirlerin örselendiği bir akış.
İnsan ve yaşam süratle değişirken, Albert’a göre, öğrenmeyi, acı çekmeyi, keyif sürmeyi, biriktirme ve tüketmeyi kişilerin temel varoluş özelliği kılan; bir başka deyişle hepimiz için işlevsel anlamı bulunan toplum da adı geçen dönüşümün en önemli parçalarından.
Toplumu ve yaşamı dönüştürme isteğinin yanında insanın onları yargılama; eski fikirlerle hareket etmeme hakkı da var. Üstelik bu yargılama, köhne toplumsal ilişkileri de kapsıyor. Böylece değişimin ilk işaret fişeği atılıyor ve ütopya hayal olmaktan çıkıp canlanıyor.
Zihnin değişimi, politikanın dönüşümü, dünyadan ve yaşamdan beklentileri farklı olanların varlığının yanı sıra, atıl toplumsal ilişkileri reddediş, Albert’ın “mümkün ütopya” fikrinin en önemli bileşenleri.
Kendisinde devrim yapanlardan oluşan yeni toplumun üyeleri, hayatın olağan akışını değiştirmek için kolları sıvarken yaşam biçimlerinin köklerine inecek bir devrim tasarlıyor: Daha çok boş zaman, daha fazla refah, herkes için sağlık, daha yalın ve minimal bir yaşam… Bunları baskılayıp öteleyen azınlığa karşı, ömrünü eşitsizliğin faturasını ödemekle geçiren çoğunluğun sesinin yükselişinin simgesi “mümkün ütopya.”
Albert’ın odaklandığı ve umudu yeşertecek kesim, bugüne kadar aynı azınlığın kurban olarak gördüğü; “küçük insanların aklına büyük fikirler sokulmamalı” diyenler tarafından çeperde tutulan kişiler.
Albert’a göre bu, kesinlikle romantik ve ayağı yere basmayan bir umut değil. Söz konusu fikri sağlam temellere oturtan ya da ütopyayı mümkün kılan şey, işe nereden ve nasıl başlanacağının bilinmesi, toplumsal değişimin ne olduğunun ve ne olmadığının ayırdına varılması.
Noam Chomsky’nin de dediği gibi, krizlerle çevrili bir dünyada yaşıyoruz ve eski toplumsal ilişki ağı ile kösnül yorumlar, buradan çıkış için artık çözüm önerileri getirmezken Wittgenstein’ın devrimcilik anlayışıyla Albert’ın devrim yorumu, yenilenebilirlik kavramında buluşuyor.
Yenilenebilirlik, kulağa daha çok ekolojik bir terim gibi gelse de politik, kültürel ve sosyal bir kavram aynı zamanda. Buna direnenlerin taze krizler yaratmak için aportta beklediği aşikâr. İşte tam o anda, Albert’ın “mümkün ütopya” dediği şey, yani yeni toplumsal bakışı ve ilişkileri, örgütlenme ya da bir araya gelme temelinde hayata geçirecek eylem planı devreye giriyor. Chomsky’nin “yeni varoluşsal kriz” dediği patolojik vakanın panzehiri de böylece ortaya çıkıyor: Kurumsal yapılarda değişim öngören, neoliberal politikaların zihinleri felç eden ve sosyalliği sıfırlayan kimliğini reddeden bir hareket bu.
Althusser, “gelecek uzun sürer” demişti; Albert da bunun farkında ve geleceğin inşasına şimdiden girişmek için “mümkün ütopya” üst başlığını kullanıp dönüşüm için bir ipucu veriyor: “Toplumu değiştirmek için var olana, ne istediğimize ve hangi yöntemlerin bizi eskiden yeniye götüreceğine ilişkin erişilebilir, yeterince bütünlüklü ancak fazla ayrıntılandırılmamış, sahih bir dizi fikre ihtiyaç var.”
Peki, ne bu fikirler ya da onların nasıl bir içeriği var? Mesela sınıfsızlığın hâkim olduğu katılımcı bir ekonomi, katılımcı siyaset, kadın ve erkeğin maddi ve manevi eşitliğini esas alan bir yaşam, herhangi bir kültürü terk etme özgürlüğü, kurumsal önyargısı olmayan bir politik ortam ve küreselleşme yerine evrensellik…
Albert’ın ortaya koyduğu bu eylem planı ya da “mümkün ütopya”nın temel özelliği, hiçbir insanın küçümsenmeksizin eyleme geçmesinin önünü açmak; hem ağırbaşlı ve sabırlı hem de cüretkâr olmayı gerektiren bir süreç bu. Zor ama imkânsız değil. Kısacası, yeni bir dünya mümkün. Yeter ki soru sormaktan ve yanıtlar aramaktan vazgeçmeyelim…