ÖMÜR İKLİM DEMİR
Yapı Kredi Yayınları
“Bir ilk kitap olarak insana gerçekten umut vadeden ve yalınlığıyla, duruluğuyla oluşturduğu kurgunun bedbahtlığında insanı kahretmeyen yormayan bir hali var Ömür İklim Demir’in öykülerinin.”
Zaman insanın hikâyesini saniye saniye yazar, öyle ki durmanın da bir anlamı vardır hayatın içerisinde. Siz dursanız dahi zaman durmaz ve o akışın içerisinde eğer hâlâ kaybetmediyseniz bilinciniz çalışır durur, hikâye devam eder, perde kapanmaz. İnsan geçen zamanını diline döktüğünde kendi hikâyesini yazar/ anlatır. Hayat bir başkasına anlatılırken anlam kazanır ve öyle ki bazen gözünüzde ve gönlünüzde büyüttüğünüz bütün dertleriniz anlatırken ufalır. Bazen olanca açıklığıyla anlatabilir insan, savunmasız bırakabilir kendisini, bazen sadece bilinmesini istediğini bilinmesi istediği gibi aktarır bir başkasına ve kendini bir başkasının zihninde var eder.
İstanbul’da Galata’da bir duvarda yazar “Hatırla! An’dan öte hepsi hikâye” diye, Ömür İklim Demir’in Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı Muhtelif Evhamlar Kitabı bana bu duvar yazısını anımsattı. Demir öyküleriyle; zamanın dur(a)mayışını, insanın kendi içerisinden çıkamayışını, birçok ayrıntıyı, küçük anları, çekirdek aileleri, kaybedişleri ve kayboluşları bir hayli yalın ve kırılgan bir dille okuyucusuna aktarıyor. On öyküye bir sürü ayrıntı sığdırmayı başaran Demir’in kahramanlarının ara sıra birbirlerinin hikâyelerine konuk oluşlarıysa tesadüflerin bambaşka hikâyeler örebileceklerini insana anımsatıyor.
Günümüz öykücülerinin temel sıkıntıları arasında olan yüksekten yazma, kahramanların naifliğini unutma, ya çok erkek ya çok kadın dillerden uzak, kendince sade ve kırılgan bir anlatımı var Ömür İklim Demir’in. Öykülerin içerisinde bulunan ânın kötü gidişleri de dâhil olmak üzere sükûnetinden ödün vermeden, nabzı yükseltmeden ama okurun merakını da okşayacak şekilde yazılmış öyküler, incelikli, kırılgan. Sanırsınız bütün kitaba Münir Nurettin Selçuk şarkıları ve müzikleri eşlik ediyor. Gündelik hayatın kafa karışıklıklarına, kuruntularına, yalnızlıklarına, terk edilmişliklerine, ölüme, geride kalmaya ve bütün bu olayların gerçekleştiği anlarda aklın içinden geçenleri usulca kelimelere dökmeyi başarmış Demir, başından geçen koca bir ömrü gözünüzün içine bakıp olağan bir şeymiş gibi anlatan bir ihtiyar adeta. Hikâyeyi okurken düştüğünüz zeminin kaya değil toprak olması ve canınızın çok yanmaması için bir çabası var anlatıcıların. İçinizden bir ah sesi kopsa dahi, dilinize vurmuyor; bir yutkunup tamam deyip devam ediyorsunuz kitaba. Bir ilk kitap olarak insana gerçekten umut vadeden ve yalınlığıyla, duruluğuyla oluşturduğu kurgunun bedbahtlığında insanı kahretmeyen yormayan bir hali var Demir’in öykülerinin. Bir yazarın size unuttuğunuz bir dili anımsatması ve başınıza gelen onca şeye rağmen biraz sakinleşmenizi sağlaması bir lüks artık bu devirde.
İlk hikâyesinin kahramanı Melda Hanım eşini kaybettikten sonra yalnızlıkla mücadele etmeye çalışan, bir solgun fotoğrafa bakıp anılarını yad eden ve yaşamaya devam etmeye çalışan bir kadın. Hepimizin annesi gibi biraz ya da uzaktaki bir teyze gibi yalnız yaşarken canı sıkılanlardan, mektup yazanlardan, hiç tanımadığı birine kendini anlatıp karşısındakini dinleyenlerden, “hafızasının köşesini kıvırabilenlerden.” İkinci öyküsündeki Taner kendi halinde bir tutunamayan, hayatı seyreden, kazara eşlik edenlerden. Üçüncü öyküsündeki Rasim Abi, bir anda hepimizin ağabeyi olanlardan, beraber şarap şişeleri, sigaralar, sokaklar kokmaktan utanılmayanlardan, sonra bir gece ansızın terk edenlerden, “her şeyini kaybedip, her şeyi baştan keşfedenlerden.”
Sonra karşınıza Deniz çıkıyor, seni rüyamda gördüm diye email’i mektup gibi kullanan insanlardan biri. Kendiyle kalmayı başaramayıp bir kediyle hasbihal etmeye başlayan bir genç kadın geliyor peşisıra, dört duvar yalnızlıkların şehirlerde insanları kendi kendilerine mezar ettiklerini okuyorsunuz usul usul, insan kendi kendini gömer hepimiz biliyoruz. Bir akıl hastanesinde bir hastanın söylediği bir cümlenin peşine düşüyorsunuz ardından, delirmeden. Vefanın, merhametin, merakın ve ne olacaksa olsunun hikâyesini dinliyorsunuz doktor beyden. Sessiz bir çocuğun evinin içi var diğer bir hikâyede, çayın kıymeti harbiyesine bir kez daha şahitlik edilen. Sonra bir sokak köpeğinin aniden bir hayatın orta yerinden geçişi var bir diğer öyküde. Ve en sonunda bir tuzluk var insanın kendi çukuruna düştüğünde etrafındaki yığınla şeyin gerçekliğiyle başının derde girdiği, rüyaların gerçek, gerçeklerin rüya olduğu çekirdek aile sessizlikleri, “düşünmekten ziyade dertlenilen” bir hayatın hikâyesi.
Biraz Atılgan, biraz Sait Faik, biraz Sabattin Ali Ömür İklim Demir’in öykülerinin dilleri. Ahmet Hamdi’yle Türk Edebiyatı’na giren bilinç akışı tekniğinin de peşinde olduğu bir hayli belli. Her öyküsünün başına yerleştirdiği bir iki dizeyle öyküde neyle karşılaşacağınızın da habercisi aynı zamanda. Kendinden önce kurulan edebiyata gösterdiği saygıyı ve özeni görüyorsunuz öykülerinde. Romantik değil ama şairane bir anlatımın sahibi, dilinin akıcılığı hikâyenin zamanlamasıyla eşdeğer orantılı. Bir kedi gibi sessiz sakin ortalığı seyrediyor Demir, etrafta uçuşanlara kafasını kaldırıp sonra devam ediyor seyrine kapıları açmayı öğrenmiş, sevmesi ve sevilmesi gereken zamanları kolluyor öykülerinde. Sizi, yaşadığınızı ve aklınızdan geçenleri ancak bu kadar sessiz sakin ve aslında sürekli sizi seyreden size temas eden sessiz biri anlatabilir biliyorsunuz.
1980 doğumlu olan Ömür İklim Demir’in hayatı bitirdiği hukuk fakültesinin devamında bir süre avukatlık yaparak seyrediyor. Sonrasında reklam yazarlığına başlayan Demir’in, çeşitli fanzin ve teknoloji dergilerinde yazarlık deneyimleri var. 2010 yılında Varlık Dergisi’nde yayımlanan ilk öyküsünün ardından beş yıl sonra çıkan öykü kitabıyla Demir kendi deyimiyle “var olmaya devam ediyor.”