HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 2022 48 s.
“Çok okunan, çok yazan Gürpınar’ın eserlerine baktığımızda, romanlarında ve hikâyelerinde öne çıkan kişilerin kadınlar olduğunu görürüz. Yazar, sözünü sakınmadan cariyelerin, beslemelerin ve hizmetçilerin, bir başka deyişle sürekli olarak ezilen kadınların sorunlarını dile getirir.”
Genç yaşından başlayarak okur tarafından sevilerek okunmuş bir yazar olan Hüseyin Rahmi Gürpınar(1864-1944), kendine özgü üslubu ile edebiyatımızın öncü yazarlarından biri olarak kabul görür. 1883’te Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazarlık yaşamına başlayan Hüseyin Rahmi, 1896’da İkdam gazetesinde roman ve öykülerinin tefrika edilmesiyle tanınır. Dönemin en çok okunan yazarı olan Hüseyin Rahmi, 1908 Meşrutiyeti’nden sonra Ahmet Rasim’le Boşboğaz adında bir mizah gazetesi çıkarır ve soruşturmaya uğrar, sonra da gazete kapanır. Ben Deli miyim? isimli romanından dolayı mahkemelik olur. Gürpınar’ın çoğu roman olmak üzere öykü, tiyatro, makale ve eleştiri türünde altmışın üzerinde kitabı bulunmaktadır.
Onunla birlikte edebiyatımıza ilk kez mahalle ve sokak girer. Elbette insanları ve yaşamlarıyla birlikte, Hüseyin Rahmi’nin romanlarında ilişkileriyle, kavgalarıyla, sevinçleriyle yer alırlar. Gürpınar’ın elli yıllık bir süre boyunca anlattığı İstanbul’u ve değişimini romanlarından takip etmek mümkündür. İstanbul Türkçesi kadar mahalli konuşmaları ve de özellikle kadınların konuşmalarını aktarmakta usta olan yazarın roman kahramanlarının çoğu kadınlardır.
Meyhanede Hanımlar, kitap olarak basılmadan önce 6-13 Temmuz 1340 (1924) tarihleri arasında Son Telgraf gazetesinde tefrika olarak yayınlanır. Hüseyin Rahmi bu eserinde Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte kadınların özgürleşmesini ve bu değişimin günlük yaşama yansımalarını mizahi bir dille kaleme alır.
Kadınla erkek arasındaki mesafenin kapanması I. Dünya Savaşı sonrası başlamamıştır ama süreç tüm dünyada olduğu gibi yaşadığımız topraklarda da savaş sonrası iyice hızlanmıştır: Artık kadın her yerdedir, görünür olmuş, kaç-göç unutulmuştur. Elbet her değişim gibi onun da muhalifleri vardır, çeşitli gerekçeler göstererek yılmadan itirazlarını yenilerler ama artık kapı açılmış, kadın sokağa çıkmıştır.
Yazarlar da bu gelişmeyi görmezlikten gelemez ve ortaya çıkan yeni yaşam şu ya da bu haliyle kitaplara konu olur. O dönemde yazılan pek çok romanda, hikâyede ve piyeste anlatılan, bu yeni hayattan sahnelerdir. Gülünç yanları, çelişkileri ön plana çıkarılıp komik duruma düşürülür. Modernlik diye sunulan bazı bayağılıklar teşhir edilir, bazen de modernliğin ‘bize uymadığı’ ima edilir, vb.
Dönemin yazarlarından “kadın meselesini” eserlerinde çokça konu edinen Hüseyin Rahmi Gürpınar olur. Çok okunan, çok yazan Gürpınar’ın eserlerine baktığımızda, romanlarında ve hikâyelerinde öne çıkan kişilerin kadınlar olduğunu görürüz. Yazar, sözünü sakınmadan “cariyelerin”, “beslemelerin” ve “hizmetçilerin”, bir başka deyişle sürekli olarak ezilen kadınların sorunlarını dile getirir. Erol Üyepazarcı, Unutulanlar, Hiç Bilinmeyenler ve Bilinmek İstemeyenler isimli kitabında Hüseyin Rahmi’nin bu konudaki yazılarını şöyle yorumlar:
“Erkek karşısındaki eşitsiz konumu ile kadın hakları, kadın-erkek münasebetleri, çarpık ilişkiler, hatta gelin-kaynana ilişkileri onun öne çıkan konuları arasındadır. Üstelik Gürpınar, eserlerinde toplumun hemen her kesiminden kadınların öykülerini anlatır.”
Kadın kahramanların ön plana çıktığı eserlerinden biri de, 1924 yılında yayınlanan Meyhanede Hanımlar isimli kitabıdır. Kadın meselesindeki yeni gelişmeleri ve bunların sosyal hayata yansımasını mizahi bir dille anlattığı öykü, Bahriye Hanım’ın “eski kafalı” kayınvalidesiyle her zamanki tartışmalarından birini yaptıktan sonra sinirlerini yatıştırmak için kocası Şehri Bey ile evlerinin yakınındaki Apostol’un meyhanesine gitmesiyle başlıyor. O sıralarda meyhanelerde servis edilmesi yasal olan yegâne içki, kısa bir süre önce serbest bırakılan biradır. Diğer içkiler içinse yasak halen devam etmektedir.
Bu nedenle Bahriye Hanım ve eşi getirilen biralarla serinlemeye (!) başlarlar. İçkinin de etkisiyle Bahriye Hanım biraz olsun rahatlamıştır. Biraz sonra meyhaneye tanıdık bir çift olan Adalet Hanım ile Ferdi Bey gelir ve selamlaşmalarından sonra yan masaya otururlar. Neşelenen Bahriye Hanım konuşmaya başlar, Cumhuriyet ile başlayan yeniliklerden memnundur. “Cumhuriyet, kadınları kafesten kurtardı” der. Artık kadın istediği yere gidip istediğini içmektedir. Adalet Hanım ona katılır ve şimdiye kadar kadının hiçbir yerde sesi, eleştiri hakkı olmadığını belirterek, içki yasağı hakkında dostlarının ne düşündüklerini sorar. Bahriye Hanım şiddetle yasağa karşıdır, fikrince bu yasak herkesi içkiye teşvik etmiş, hırslandırmıştır. Kötü ve sağlığa zararlı rakılar el altından satılmış, rakının yapımı ve tüketimi artmıştır. Diğerleri de bu görüşe katılır. Ferdi Bey yasağın herkese uygulanmadığını söyler, ayrıca yapılan küçük küçük değişiklikler kanunu içinden çıkılmaz hale getirmiştir.
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın 1947’de Hilmi Kitabevi tarafından basılan Meyhanede Hanımlar kitabının kapağı. Münif Fehim imzalı.
Dört ahbap sohbetlerini sürdürürken, meyhanenin bir köşesine sığınmış ihtiyar bir ayyaş, elindeki fincan boşaldıkça garson Niko’ya yenisini ısmarlamakta ve kendi kendine söylenmektedir:
“Dünyada bu yasak rakı kadar lezzetli bir şey tatmadım. Nur olsunlar. İçkinin kıymetini iki katına çıkardılar. İçen zevkini duyuyor, satan ihya oluyor. (…) Niko, şimdi rakı nerede içilmiyor sen bana söyle. (…) Ayda yılda bir yakalanan ya oluyor ya olmuyor…”
Bu arada çakırkeyif olan hanımlar şarkı söylemeye başlar, keyiflenen ihtiyar adam garson Niko’dan fincanını yenilemesini ister ama, garson yasağı hatırlatır. Adam konuşmaya devam eder:
“Kimdir bu manasız yasağı çıkartan? Asıl rakı bundan sonra içilecek. Eski zamanlarda varını yoğunu feda etsen meyhanede böyle genç, güzel hanımlara türkü söyletemezdin. (…) Ah, ah, hanımlar ne güzel söylüyorlar! Ömrüm artıyor. Fakat şimdi onların burada tatlı tatlı gülüp eğlendiklerine bakmamalı, evdeki halleri pek geçimsiz, dalacandır. Dört karı aldım, bıraktım, şeri çilemi doldurdum. Artık beşinciyi denemek istemem.”
Bu cebelleşme devam ederken, arka arkaya gelen biralar hanımların başlarını epey döndürür ve şarkılar aheste olmaktan çıkarak tize doğru yükselir. Şehri Bey korkusundan karısına bir şey diyememektedir, lakin Ferdi Bey karısını uyarır. Yalnız değillerdir ve meyhanenin camekânının dışında beş on seyirci peyda olmuştur. Ayrıca mahallenin emektar polisi Hakkı Bey de durumu izlemektedir. “Kimseye mesuliyet gelmesin” der. Kadınlar bu seslere karşı hemen tepki gösterirler. “Bahriye Hanım erkeklerin bu uyarılarını kadınlığa karşı bir baskı, bir saldırı kabul ederek… bira şişesini sert sert” mermer masaya vurup konuşmaya başlar:
“Beyefendiler, biz cinayet işlemiyoruz ki beni polisle korkutuyorsunuz. Biz şurada iki kadınız, siz de kocamızsınız. (...) Kocalarımızla beraber şurada birkaç şişe bira içip eğleniyoruz. Polisin bizi korkutmak için karşıdan umacılık yapmaya ne yetkisi var! Evimde nefes alamam çünkü acuze suratıyla derhal kaynanam karşıma çıkar. Sokakta polis! İki adım ötede koca! Bu memlekette keyfince eğlenmek istediniz mi konunuz komşunuz, bütün mahalle, bütün şehir itiraz eder… Açık, mertçe eğlenceye tahammül edemezler. Fakat gizli ahlaksızlık içimizi kemirir durur.”
Fikret Mualla, A La Table, 1956.
Bahriye Hanım’ın bu sözleri akşamın başından bu yana yapılan tartışmaları biraz daha canlandırır. Ancak eski-yeni, alaturka-modern tartışması bu şekilde devam edecekken, meyhaneye Meliha Hanım ile kocası ve küçük kız kardeşiyle eniştesi girerler. Onları gören Bahriye Hanım öfkelenir. Öfkesinin nedeni, bir zamanlar kaynanasının oğlunu Meliha ile evlendirmek istemesi ve bir süre önce Meliha Hanım’ın eşiyle yakınlarına taşınmış olmasıdır. Bitmeyen tartışmaları sırasında zaman zaman Meliha’nın adı geçmekte, kaynana açık açık Meliha’nın Bahriye Hanım’dan daha güzel, zeki, edepli, dirayetli, iyi huylu, asil bir kız olduğunu söylemektedir. Her ne kadar her seferinde Şehri Bey yemin billah edip karısını sevdiğini, Meliha’yı unuttuğunu söylese de, Bahriye Hanım ikna olmuş değildir. O akşam da meyhaneye geldiğini görünce kocasına, “Biz buradayken onların üzerimize gelişlerini ben sırf tesadüfe yoramayacağım” der. Şehri Bey her ne kadar böyle bir şey olmadığını söylese de, Bahriye Hanım’ı bir türlü ikna edemez.
Doğal olarak konuşmaları Meliha Hanım tarafından da duyulur. Bunu fark eden Bahriye Hanım daha pervasızca konuşmaya başlar ve bağıra bağıra, “O Meliha olacak karı varmaya can atıp da varamadığı bir erkeğin arkasından niye dolaşıyor? (…) Hava değişikliği için İstanbul’un onca latif köyü varken (…) bu köye niçin geliyorlar?” diye sorar. Cevabı beklemeden abuk sabuk konuşmasını sürdürür. Ve Meliha Hanım sonunda bira şişesini kırarak Bahriye Hanım’ı düelloya davet eder! Artık havada küfürler uçuşmaktadır. Her iki tarafın eşleri araya girerek kapışmalarını önlerler ama Bahriye Hanım bira şişesini Meliha Hanım’a fırlatır, “Allah korur, kafa göz yarılmaz ama gazinoda sağlam cam az kalır”.
Saçılan cam parçacıklarıyla kör olma tehlikesi atlatan ihtiyar ayyaş, “Bu parasız tiyatro evvela hoşuma gittiydi. Çünkü şimdiye kadar bu kadar tuhaf ve natürelini seyretmemiştim” der. Sonunda polis gelir ve Bahriye Hanım’ın sonu gelmeyen konuşmalarının gölgesinde ortalığı yatıştırır. Bu arada meyhanenin sahibi Apostol da zararının ödenmesini istemektedir.
Polis raporunun tutulmasından sonra meyhaneden dışarı çıkarılan Bahriye Hanım ise herkese eve gidip içmeye devam edeceğini ilan eder.
İstanbul hayatına ait tiplemeleri büyük bir canlılıkla anlatmayı başarmış olan Gürpınar bu metninde geleneksel mahalle hayatı ile modernleşmenin çatışmalarını hicvediyor. Ama yazarın bu konuda kesin bir tavır aldığı söylenemez pek. Hüseyin Rahmi’nin yazdıkları, adeta ufuktaki yeniliklerin mizahla yorulmuş bir habercisi gibidir, denebilir.
•