GUSTAVE FLAUBERT
çev. Nurullah Ataç, Sabri Esat Siyavuşgil Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Hasan Âli Yücel klasikleri 2016 400 s.
Flaubert’in Madame Bovary'de yaptığı şey, taşra geleneklerini ve taşra burjuvazisinin karakteristik özelliklerini, yarattığı üç karakter aracılığıyla (Dr. Charles Bovary, Eczacı Homais ve tüccar Lheureux) gözler önüne sermek ve bu sınıfa karşı eleştirel bir bakış açısı sunmaktır.
Tarihin izini salt romanlardan sürmek pek mümkün değildir. Ancak iyi bir tarih bilgisiyle donatılan bir zihnin, dönemin genel düşünce dünyasının, yaşam koşullarının ve tarzının izini sürmesinin en keyifli yolu, o döneme ait romanları irdelemektir. Dönem romanlarının temelde üç katkısından söz edilebilir. İlk olarak, bir romanda, kaleme alındığı dönemin büyük dönüşümlerinin sosyo-ekonomik yansımalarının izini sürmek mümkündür. İkinci olarak, romanlar, didaktik bir yöntemle zihnimizde kodlanan tarihsel algının, hayal dünyamıza da işlemesine ve durumu tasvir edebilmemize yardımcı olur. Son olarak, yazarın yer yer eleştirdiği, yer yer nükteli bir üslupla satır arasında iğnelediği ve hatta yer yer abartılı rollerle burlesk ettiği sosyal-sınıfsal düzene bakılarak, eleştirdiğinin karşıtı olarak onun zihnindeki ideal düzen –yazarın geldiği edebi akım da göz önünde bulundurulmak şartıyla– kurgulanabilir. Bu yolla, roman bir yandan bizlere o döneme ait bir fikir akımından gelen bir yazar gibi düşünerek, alegorik olarak, dönemsel bir aktör olma fırsatı tanırken; diğer yandan da bizleri dönemin fikir akımları arasında zaruri bir karşılaştırmaya iterek felsefenin kapılarını açmaktadır.
Madame Bovary de yukarıda bahsi geçen tüm süreçleri tecrübe edebilmemiz açısından son derece iyi bir örnektir. Romanın bizlere verdiği durumlar eşliğinde dönemsel bir okuma yapmaya geçmeden önce, Joseph Fourier’in 1829’da Fransa taşrasını anlatmak için yazdığı satırları aktarmak yerinde olacaktır:
“Topraktan kulübelerinde yatakları yoktur (…) Bir şilte atarlar atlarına onu da tahta kuruları basar geceleri (…) Yedikleri (…) kara ekmek, peynir, sebze, istedikleri kadar su; ancak o bile sürekli değildir, çünkü yaz olduğunda kuyular kurur kimi zaman.”[1]
İşte bu satırlar, Fransız Devrimine rağmen maddi olarak çok da büyük bir değişim yaşanmadığını bizlere göstermektedir. Yani devrim, köylüyü feodal düzenden çıkarmasının, hukuksal olarak toprağa sahip olmanın yanında; yaşam standartları bakımından eski rejimden çok da farklı bir durum yaratmamıştır. Bunun yanında, taşrada da bir burjuvazi oluştuğunu söylemek mümkündür. İşte tam bu noktada Madame Bovary romanındaki tarihsel süreci okumanın önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü Flaubert’in bu romanında yaptığı şey, taşra geleneklerini ve taşra burjuvazisinin karakteristik özelliklerini, yarattığı üç karakter aracılığıyla (Dr. Charles Bovary, Eczacı Homais ve tüccar Lheureux) gözler önüne sermek ve bu sınıfa karşı eleştirel bir bakış açısı sunmaktır.
Flaubert’in eleştirel yaklaşımının başarısında iki temel neden olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, Flaubert’in de taşrada doğup büyümüş olmasından dolayı taşranın geleneksel “değerleri”ni son derece iyi tahlil etme şansını bulmuş olmasıdır. İkinci olarak, Flaubert’in kendisinin de taşra burjuvazisine ait bir aileden gelmesidir. Ancak Flaubert’in döneminin genel havası içinde, aydın bir kişi burjuvaziye ait bir çevreden gelse dahi, August Comte’un bilimi ve bilimselliği felsefenin merkezine koyan akımı pozitivizmin sonucu olarak, bilimi önceliği saymayan her yapıyı yoğun şekilde eleştirirdi. Edebiyattaki realizmin kurucusu sayılan Flaubert’in de beslendiği temel işte bu pozitivist kökendir. Hatta bazılarının belirttiği gibi “Felsefede pozitivizm ne ise, sanat ve edebiyatta da realizm odur.”
İşte bu yüzden Flaubert, Madame (Emma) Bovary etrafında şekillenen hikâyede yukarıda bahsi geçen yan karakterler vasıtasıyla pozitivizmin gereği olarak eleştirel bakış açısını yansıtmıştır. İlk olarak, Charles üzerinden yaptığı göndermelerle nasıl bir eleştiri hedeflediğini yorumlayarak başlayacağım.
Dr. Charles, entelektüel yetersizliğinin haricinde; mesleki olarak da yeterli olmayan ve bunun bile farkına varamayacak kadar bilisiz bir karakterdir. Yeni yerleştikleri taşra yöresinde şöhret kazanmak maksadıyla bir ahır uşağı olan Hippolyte’nin ayağını ameliyat eder ve bunun sonucunda Hippolyte’nin bacağı kesilir. Dr. Charles bu olayın ardından uşağın kesilen bacağına üzülmek, yahut mesleki yeterliğini düşünmek yerine; meslektaşlarının hakkında söyleyebileceği muhtemel kötü sözleri ve yayılacak olan kötü şöhretini düşünür. Ayrıca, mesleki yeterliğinde de bir sorun olmadığını düşünerek, yaşanan durumu bir “kötü kader” olarak değerlendirir. Flaubert bu yolla, Dr. Charles’ın da içinden geldiği burjuvazinin unvanlara verdiği önemin, niteliğin bile önüne geçtiğini gözler önüne sermeye çalışır. Ayrıca Flaubert, unvan sahibi kişilerin toplumdan gördükleri olağanüstü saygı nedeniyle, oluşan olumsuz durumlardan çeşitli dışsal faktörleri suçlu görme eğiliminde olduklarını ve bir iç muhasebe yapmayı akıllarına dahi getirmediklerini de bu yolla vurgulamaktadır. Tabii burada Flaubert’in zımni olarak vurgulamaya çalıştığı bir başka olgu da, kendisini entelektüel açıdan yetiştirmeyen ve sadece aldığı mektep eğitimiyle yetinenlerin, mesleki yeterliklerinin dahi farkına varamayacak sığlıkta kişiler olarak kalacağıdır. Yani Flaubert, daha sonra Marksistlerin yapacağı tanımla “sadece kimya bilenin kimyayı da bilemeyeceği”ne inanmaktadır.
Flaubert, Dr. Charles Bovary karakteri üzerinden başlattığı eleştirel bakışı, bir diğer taşra burjuvazisi tiplemesi olan Eczacı Homais üzerinden daha yüksek bir tonda devam ettirmektedir. Flaubert’e göre, gözünü para hırsı bürümüş taşra burjuvazisinin bencilliğinin en ideal örneği Eczacı Homais olmalıdır. Ona göre Homais, insan sağlığına hizmetin bir parçası olması gereken eczaneyi tam bir ticarethane gibi yönetiyor ve kâr hırsını insan sağlığı da dahil olmak üzere her şeyin önüne koyuyordu. Homais, kişilerin inançlarına saygı duymazken; devrimden sonraki burjuva inançlarına hizmet eden dini düzeni koruma konusunda da muhafazakâr bir tutum sergilemekteydi. Ancak onu Dr. Charles’tan daha tehlikeli kılan en temel unsur, Charles’ın entelektüel zayıflığının farkında olmasına rağmen, Homais’in kendini her konuda uzman sanan küçük burjuva budalalığıdır. Homais’nin bölgeye yeni taşınan Bovary ailesiyle iyi ilişkiler kurması da maddi çıkar beklentisinden bağımsız değildir. Homais, Dr. Charles ile yakın ilişkiler kurarak eczanesinin satışlarını artırmayı hedeflemektedir. Homais, Hippolyte’i ameliyata zorlar. Çünkü Dr. Charles’ın bu ameliyatta başarılı olması, onun şöhretini artıracak ve bu yolla hasta sayısı artacaktı. Dr. Charles’ın hastasının artması durumundaysa, bunun doğal sonucu olarak Homais’in de eczane satışları ve kârı artacaktı. Flaubert, bu yolla da burjuva toplumlarının kâr endeksli, insanların birbirinin sırtına basarak yükselmeyi temel alan yapısını eleştirmektedir. Flaubert’e göre bu kâr hırsı öyle büyüktür ki, burjuvalar üçüncü kişilerin yaşam haklarını bile görmezden gelebilir ya da göz göre göre riske atabilirlerdi.
Flaubert son olarak, Lheureux karakteriyle, iki eğitimli burjuva karakterine ek olarak, taşra burjuvazisinin cahil esnaf boyutunu göstermektedir. Flaubert’in değerlendirmelerine geçmeden önce, Stendhal’ın aşağı yukarı benzer çağı anlatmak için kullandığı şu cümleyi belirtmenin Flaubert’in deneyimlediklerini anlamak açısından önemli olduğunu düşünüyorum:
“Banka (faiz-tefecilik) devletin başındadır; banka burjuvazinin soyluluğudur.”[2]
İşte Lheureux’un temsil ettiği boyut da burjuvazinin bu tefeci ve faizci boyutudur. Dr. Charles’ın eşi ve kitabın ana kahramanı Emma’yı dükkandan alışveriş yapma konusunda tahrik etmek için çok çaba gösterir. Bu çabaların içinde, kredili alışverişin kapılarını açmak gibi yollar da vardır. Tıpkı yukarıda belirtildiği gibi, kâr maksimizasyonundan başka bir şey düşünmeyen burjuvazi için (burada Lheureux) yaratılan borcun üçüncü kişilerde yaratacağı ruhsal yıkımın hiçbir önemi yoktur. Ayrıca, Lheureux gibi bir esnafta Homais’de az da olsa bulunan mesleki olarak adını koruma içgüdüsünden eser yoktur. Onun için tek odak noktası daha fazla kazanmaktır.
Flaubert, kendisinin de ait olduğu taşra burjuvazisinin devrim sonrası dönemde nasıl “şımarık bir çocuk” gibi davrandığını, fikirsel temellerinin eksikliğini ve kâr hırsının her türlü bilimsel ve hatta insani kaygının önüne geçtiğini son derece anlaşılır bir dille okuyucuya aktarır. Çok benzer tespitlerle, bu düzenin sürdürülebilir olmadığını savunan, Fransız Devrimi’nin kazanımlarına sahip çıkmakla beraber altyapı ve üstyapı arasındaki dengesizlikleri eleştirel bir yaklaşımla ortaya koyan bir anlayışın sonucunda Marksizm ortaya çıkacaktır.
Görüldüğü gibi, tarihsel olarak bir dönemi araştırmış olmak, romanlara da başka bir gözle bakmayı ve yazarın o günkü fikir dünyasına ortak olmayı sağlar. Bu yüzden de edebiyat ve tarih birbirinden bağımsız düşünülemez. Edebiyat ve tarihin birbirleri üzerindeki izdüşümü başlı başına ilgi çekici bir alandır.
•
[1] Aktaran Senver Tanilli, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, 5. Cilt, Adam Yayınları, s. 22.
[2] A.g.e., s. 39.