Nikolay Marr
Çeviri: Yulva Muhurcişi Aras Yayıncılık
Lazistan’a Yolculuk, Nikolay Marr’ın dil teorisinin Sovyetler Birliği’nin ideolojik etkisi altına girmeden önceki ilk aşamalarının izlerini taşıyor. Eser, dilbilimsel-etnografik ve akademik bir metin olarak hazırlanmış olsa da, bir seyahatname olarak da okunabilir.
Nikolay Yakovleviç Marr (1865-1934), Rusya İmparatorluğu’nun son yıllarından Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarına uzanan süreçte Kafkas dilleri ve arkeolojisi alanında yaptığı çalışmalarla tanınan bir bilim insanı. Marr’ın 1909 yılının Eylül ayında Trabzon Vilayeti’nin Lazistan sancağına gerçekleştirdiği bir aylık gezinin notlarına dayanan ve 1910 yılında İmparatorluk Bilimler Akademisi Bülteni’nde yayımlanan raporu, Lazistan’a Yolculuk adı altında Aras Yayıncılık tarafından Yulva Muhurcişi çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı.
Gürcü bir anne ve İskoç bir babanın çocuğu olarak Kutaisi’de çok dilli bir ortamda doğan Marr’ın dillere duyduğu ilgi çocukluğunda başlamıştı. İmparatorluk St. Petersburg Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi’nde öğrenim gören Marr, daha sonra aynı üniversitede Armenoloji-Kartveloji profesörü olarak görev yaptı, Ermeni ve Gürcü tarihiyle ilgili pek çok önemli çalışmaya imza attı. Rusya hâkimiyeti altında olduğu dönemde Ani şehrinde, Birinci Dünya Savaşı devam ederken de Van’da arkeolojik kazılar yürüttü. Ancak Marr genelde arkeolojiden ziyade dilbilime yaptığı katkılarla hatırlanır. Günümüzde pek çok dilbilimci tarafından yeterince bilimsel bulunmayan teorisi, yani Yafetik teori, Kartveli dillerinin, hatta bütün Kafkas dillerinin ve Baskça gibi Avrupa dillerinin Semitik dillerle ortak bir kökenden geldiği iddiasına dayanıyordu. Çağdaşı pek çok dilbilimci gibi dillerin doğuşuyla ilgili büyük teorilerin peşine düşen Marr, Avrupa’da ve Akdeniz çevresinde Hint-Avrupa dillerinden önce Yafetik dillerin hâkimiyeti olduğunu iddia ediyordu. 1920’lerde “Yeni Öğreti” adı altında daha kapsamlı bir şekilde açıkladığı bu teoriye göre, bütün diller aslında tek bir kökenden geliyordu ve uzun vadede yine tek bir dilin ortaya çıkması mümkündü. Hem İmparatorluk hem Sovyet rejimi altında çalışmalarını sürdürebilen ender bilim insanlarından olan Marr, 1917’den sonra teorisine ideolojik bir boyut ekledi. Marr’a göre dilin zaman içinde farklılaşmasının nedeni, farklı toplumsal sınıfların seslere farklı anlamlar atfetmesiydi. Bu durumda dil, aynı etnik kökenden gelen insanları birleştirirken farklı etnik grupları birbirinden ayıran bir unsur olamazdı. Dile ulusal bir rol biçmek, burjuva milliyetçilerinin düştüğü bir yanlıştı. Marr, uzun vadede ortaya çıkacak tek ve “devrimci” dile geçişi kolaylaştırmak adına 1920’lerde Sovyet halklarının Latin alfabesine geçişini savundu.
1920’ler boyunca Doğu halkları arasında devrimci hareketleri örgütleme amacı güden Sovyet rejimi, Marr’ın teorilerine sıcak baktı. Marr, Yafetik Enstitüsü bünyesinde çalışmalarını devlet desteğiyle sürdürdü. Marr’ın etno-linguistik çıkarımları, özerk Sovyet cumhuriyetlerinin ve bölgelerinin sınırlarının çizilmesinde, Sovyetler Birliği’nde yaşayan etnik grupların tespit edilmesinde yararlanılan bir kaynak oldu. Bu yıllarda milliyetçiliğe karşı çıkan, uluslararası sınıf dayanışmasının altını çizen teoriler rejim tarafından desteklenirken, Stalin’in yükselişiyle birlikte Sovyet resmî ideolojisi değişmeye başladı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Rus milliyetçiliği, uluslararası devrimciliğin yerini aldı. Artık rejim, bütün dünya işçi sınıfının kültürel benzerliğini değil, Sovyet halklarının Rusya hâkimiyeti altındaki ortak geçmişini ve tarihsel birlikteliğini vurguluyordu. Bu gelişmelere paralel olarak, Marr’ın teorisi zamanla tamamen gözden düştü.
Lazistan’a Yolculuk, Marr’ın dil teorisinin Sovyetler Birliği’nin ideolojik etkisi altına girmeden önceki ilk aşamalarının izlerini taşıyor. Eser, dilbilimsel-etnografik ve akademik bir metin olarak hazırlanmış olsa da, bir seyahatname olarak da okunabilir. Bu özelliğiyle Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında bir sınır bölgesi olan Lazistan sancağının etnik, dini, kültürel çeşitliliğini ve toplumsal yapısını gözler önüne seriyor. Marr’ın konakladığı ve veri topladığı yerler, Atina (bugünkü adıyla Pazar), Vitze (Fındıklı), Arkabi (Arhavi) ve Hopa. Üç bölümden oluşan çalışmanın ilk bölümünde seyahatinin ayrıntılarına değinen Marr, ikinci bölümde Lazistan sancağında Lazca konuşulan köyleri sıralıyor ve Lazcanın lehçeleri hakkında bilgi veriyor. Son bölümde ise Lazistan sancağının toplumsal yapısından ve bölgedeki gündelik yaşamdan söz ediyor.
Marr, seyahatinin amacını “Gürcüce ve Megrelceden mümkün olduğunca arınmış bir Lazcayı araştırmak” olarak açıklıyor. Sınırın Rusya tarafında Gürcüce etkisi altına giren Lazcanın, burada da Türkçe ve Rumca etkisi altında değiştiğini tespit ediyor. Aslında Lazların sadece dilleri itibariyle değil, kültürel anlamda da Gürcü, Türk ya da Rum etkisi altında Laz kültüründen uzaklaştığını, Lazlar arasında ulusal bilincin düşük olduğunu ifade ediyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe Lazca bilgisinin gerilediğini, hatta varlıklı ve toplum içerisinde saygın konumu olan Lazların Lazca bilmekten utandığını belirtiyor. Marr’ın Lazca üzerine araştırma yapması yerel halkı şaşırtmışa benziyor, zira çok az kişi Lazcayı araştırılmaya değer bir dil olarak görüyor. Lazcanın en saf halinin kadınlar ve çocuklar tarafından konuşulduğunu ifade eden Marr’ın Laz kadınlarıyla iletişim kurması elbette mümkün olmuyor.
Çok kültürlü bir coğrafyada yaşayan Lazların sözü edilen dönemde sadece komşuları olan diğer etnik gruplarla değil, sınırın öte tarafıyla, yani Rusya’yla da kültürel ve ticari ilişkileri var. Marr, gezdiği pek çok yerde ruble kullanarak alışveriş yapmanın mümkün olduğunu, özellikle Rusya’da fırıncılık yapan çok sayıda Laz ve Hemşinli olduğu için bu bölgede Rusça bilen çok sayıda insan olduğunu ve Rus kadınlarla evlenmenin yaygın olduğunu söylüyor.
Marr’ın seyahati oldukça önemli bir tarihsel dönemece denk geliyor. 1909’da, 1908 Devrimi’nden bir yıl ve 31 Mart Ayaklanması’ndan da birkaç ay sonra Osmanlı taşrasına gerçekleştirdiği bu seyahat sırasında Marr’ın konuştuğu Lazların hemen hepsinin Meşrutiyet’e destek verdiklerini, hatta eğitimli Lazların Osmanlı’da hürriyet varken baskıcı bir rejimle yönetildiği gerekçesiyle Rusya’ya tepeden baktıklarını öğreniyoruz. Marr’a göre Rusya’ya karşı bu “önyargılı” tavır Avrupaî fikirlerin etkisi altındaki eğitimli nüfus arasında, bir de daha önce Rusya’da bulunmuş insanlar arasında yaygın. Öte yandan, Marr aynı eğitimli Lazların ateşli Osmanlı vatanseverleri olduğunu belirtiyor. Yüzyıl başında Rusya sınırına yakın bir bölgede yaşayan eğitimli insanların iki imparatorluğu nasıl karşılaştırdığını görmek, bugünün okuyucusu için oldukça ilginç. Marr’ın seyahat notları, 1908 Devrimi ve sonrasındaki gelişmelerin taşradaki yansımasını görmek açısından da önemli veriler sunuyor.
Lazistan’a Yolculuk, ulus inşası sürecinde etnografya, dilbilim, antropoloji ve arkeolojinin kullanımına örnek teşkil eden, bilim– siyaset ilişkisi ile ilgilenenlerin dikkatini çekecek bir çalışma. Satır arasında, Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya’nın, iki kozmopolit imparatorluğun geçirgen ve çok-kültürlü sınır bölgeleri arasında süregiden etkileşime de işaret ediyor.