Ortaçağ karanlığından bir rahibin sesi: “Affedin bizi sevgili manastırlarımız!”

Kurbağa-manastırı

Kurbağa Manastırı (Abbatia Ranae)

PERFECTUS BELASLATİNAS

sunuş ve çev. Kemal Gözler Kırmızı Kedi Yayınları 2021 küçük boy 128 s.

Kurbağa Manastırı, Ortaçağ karanlığının ve o karanlığı yaratan iktidar düzeninin sürmesi için rahiplere yapılanları anlatmakta. Kitabı okuduğunuzda dünyada hâlâ Ortaçağ düzeninin devam ettiğini, yöntemlerin bile değişmeden günümüze kadar geldiğini düşünmeden edemiyorsunuz.

AHMET EKEN

Ortaçağda 1300’lü yıllarda Rahip Perfectus Belaslatinas’ın Latince olarak kaleme aldığı Historia Abbatiae Ranae, Prof. Dr. Kemal Gözler’in sunuşu ve özenli çevirisiyle Kurbağa Manastırı ismiyle yayınlandı. Kitap, Ortaçağ karanlığının ve o karanlığın yaratan iktidar düzeninin sürmesi için rahiplere yapılanları anlatmakta. Kitabı okuyup o günlerin manastırı yerine bugünlerin kurumlarını koyduğunuzda dünyada hâlâ Ortaçağ düzeninin devam ettiğini, yöntemlerin bile değişmeden günümüze kadar geldiğini düşünmeden edemiyorsunuz!

Rahip Perfectus Belaslatinas’ın dediği gibi: “Manastırların da korunmaya ihtiyaç duyabileceği hiç aklımıza gelmemişti. Meğerse yanılmışız. Manastırların da korunmaya ihtiyacı varmış. Çok geç fark ettik. Affedin bizi sevgili manastırlarımız!”

Okuduğumuz eser muhtemelen 1357’de veya bu yıldan sonra yazılmış. Yüzyıllardır pek kimsenin dikkatini çekmemiş, arka kapağı olmayan, bazı sayfaları eksik, tek nüshası mevcut bir kitap. Yazarının sadece ismini ve rahip olduğunu biliyoruz. Kitabı çeviren Prof. Dr. Kemal Gözler sunuş yazısında, “Yaptığım pek çok araştırmaya rağmen bu rahibin kim olduğu konusunda bir bilgiye ulaşamadım” diyor. Ayrıca başka kaynaklarda ve kütüphane kataloglarında da rahiple ilgili bir bilgiye rastlanmamış. Sadece onun 1300’lerin ilk yarısında Abbatia Ranae (Kurbağa Manastırı) isimli bir manastırda rahip olduğunu biliyoruz. Ama bu manastırın da nerede olduğu meçhul. Çevirmenin tahminine göre Kuzey İtalya’da, İsviçre’de veya Fransa’da olma ihtimali yüksek. Ve son bir sorun, sunuş yazısında Ortaçağ Avrupası’ndaki manastırların listesinde böyle bir ismin yer almadığını okuyoruz. Acaba bu manastır gerçekten yok muydu, yoksa yazar “başıma bela almayayım” diyerek böyle bir isim mi uydurdu, bunu da bilmiyoruz. Velhasıl, kitaba daha başlarken pek çok cevapsız soruyla baş başa kalıyoruz!

Rahip Belaslatinas kitabına anlatacağı olaylara bizzat şahit olduğunu belirterek başlıyor ve bu dönemde manastırların üzerine bir karanlık çöktüğünü, bazı rahiplerin soruşturmaya uğradığını, sapkınlıkla suçlanıp aforoz edildiğini, olağanüstü kararnamelerle yüzlerce rahibin kovulduğunu ifade ediyor. Tüm bu cezalardan korkan rahipler de hücrelerine çekilip burada dahi yüksek sesle konuşmamışlar. Kısacası, karanlık gelince özgürlük yok olmuş.

Bu karanlık dönem 1334 yılında “Ordo”nun değişmesiyle başlıyor. “Ordo”nun ne demek olduğunu Kemal Gözler şöyle açıklıyor:

Manastırlar özerk statüde bulunsalar da, her bir manastır kendisine Latince olarak ordo denen hiyerarşik bir düzen içinde bulunur. Ordo’lar, aralarında belli bir bağ ve ortaklık olan manastırların bir araya gelmesinden oluşmuş birer düzendirler. Pek çok ordo var: Benedikten Ordosu, Sistersiyen Ordosu, KartuzyenOrdosu gibi. (…) Türkçeye ‘tarikat’ diye çevirebilirse de, ben bu çevirinin yanlış olduğunu düşündüğüm için bu kelimeyi Türkçeye çevirmeden, olduğu gibi kullandım.

Çevirmenin bu açıklamasından sonra yeniden yazarın dediklerine dönersek görüyoruz ki, rahipler kilisenin kanunnamesine güvenip bu değişikliği önemsememişler. Hatta başka manastırlarda hoş olmayan olaylar olduğunu duyunca, bunun geçici bir sorun olduğunu düşünüp fazla ilgilenmemişler!

Yeni iktidar rahipleri susturup manastırları sessizliğe gömmek için üç yöntem kullanmış. Uydurma gerekçelerle pek çok disiplin soruşturması açılmış, ancak hâlâ susmayan rahipler olduğunu görünce, bu sefer bu kişiler düzmece nedenlerle ve çeşitli oyunlarla manastırlardan sürülmüş; hatta “bazı rahipleri manastırlardan sürmekle yetinmeyip” iftiralar atarak cezalandırmışlar. Hiçbir suç işlememiş öğrenciler zincire vurulup hapse atılmışlar. Ve Rahip Belaslatinas tüm bu olanların “yüzlerce rahibi korkutmaya ve susturmaya yettiğini”, korktukları için de mücadele etmeyip teslim olduklarını söyledikten sonra şöyle devam ediyor:

Oysa bizler bütün ömrümüzü manastırlarda geçirmiş insanlarız. Manastırlar bize sığınak olmuştu. Biz hep manastırlarımızın kalın duvarlarının bizi koruyacağını sanmıştık. Manastırların da korunmaya ihtiyaç duyabileceği hiç aklımıza gelmemişti. Meğerse yanılmışız. Manastırların da korunmaya ihtiyacı varmış. Çok geç fark ettik. Affedin bizi sevgili manastırlarımız!

Tüm bu olanlardan sonra manastırlar bir çöküş dönemine giriyor ve o güne kadar görülmemiş olaylar yaşanmaya başlıyor. Bunlardan ilki “kayırmacılık”. Yeni gelen rahipler ehliyet ve liyakatle seçilmiyor, başka düşünceler rol oynuyor ve bu kişiler kariyerlerinde hızla yükseliyorlar. Bunun yanında özellikle akrabalar ve hemşeriler ön planda tutuluyor. Nasıl ki Avignon papalarının hepsi Fransız’sa, yazarın mensup olduğu ordo’nun yönetici ve idarecilerinin önemli kısmı da ordo’nun en üst yöneticisinin vilayetinden gelen kişiler arasından seçiliyor. İktidara yakın olmak, onların sevdiği bir okuldan mezun olmak yükselmek için yetiyor.

Bunun sonucu olarak manastırlarda kutsal kitabı okuyacak seviyede Latince bilenlerin sayısı giderek azalıyor. Kimse Yunanca bilmiyor. Bir zamanlar Latincenin yanında Yunanca ve hatta Arapça bilen rahiplerin yaşadığı manastırlara derecesi düşürülmüş imtihanlarla, hatta imtihansız mezun edilmiş rahipler yerleştiriliyor. Bu durum karşısında pek çok meşhur hoca ve manastırlardan mezun olan zeki öğrencilerden bir bölümü ordo’yu terk ediyorlar.

19. yüzyıldan, İtalya’da bir Benediktin manastırı gravürü.

Yüzyıllar boyunca manastırların önde gelen işlevlerinden bir tanesi de öğrenimdir, ama bu dönemde o da bozulmuştur. Ömrünü kitaplar arasında geçiren, ders veren, münazaralarda cesurca fikrini savunan hocalar kaybolmuş, yerlerine bilgisiz kişiler gelmiştir. Rahip Perfectus Belaslatinas şöyle yazıyor: “Kapısında manastır yazan veya halkın manastır diye bildiği pek çok bina vardır” ama içlerinde artık ne bilim, ne sanat ne de hukuk eğitimi yapılmakta, bir değer üretilmektedir. Yeni dönemde makamlara atamalar ehliyet ve liyakate göre değil, iktidara olan yakınlığa göre yapıldığı için eski bilgili hocaların yerini cahil rahipler almıştır. Okullarda değiştirilen yalnızca hocalar değildir, diğer görevliler de yerlerinden alınmıştır. Örneğin müzehhip (kitap süsleyicisi) yerine ilahi söyleyen, dua okuyucusunun yerine kilerci, kütüphanecinin yerine yatakhaneci, sağlıkçının yerine de elbiseci getirilmiştir.

Zaten rahiplerin manastırda verdiği derslerde söylediklerinden dolayı soruşturmalara uğramaları herkesin gözünü korkutmuştur. Oysa geleneklere göre derslerin bir mahremiyeti vardır ve söylenenler orada kalır. Bu kilisenin kanunnamesinde açıkça yazılıdır ama bu uygulanmamakta, hocalar soruşturmaya uğramaktadır. Yazar “En acısı da,” diyor, “bu rahipleri söylediği sözlerden potestas ordinis’e (iktidar) ihbar eden muhbirler, onların kendi öğrencileri arasından çıktı”. Sonuç olarak derslerin tadı tuzu kalmaz, hocalar derslerini sansürleyerek hazırlar, ağızlarından yanlış bir söz çıkmamasına azami dikkat gösterirler.

Bir aylık rahiplerin başrahip olarak atanabildiği, yeni başrahiplerin önemli bir kısmının kilise ve akademi dünyasında olmadığı, hiçbir kitap veya makale yazmamış veya olanların da intihal ürünü olduğu bu yıllarda eğitim de bu hale gelmiştir.

Rahip Belaslatinas’ın anlattığı olaylar 1334-1357 yılları arasında geçiyor. Bu dönemde Papalık merkezi Avignon şehridir ve “Papalık, Fransa krallarının doğrudan etkisi altına girmiştir; seçilen yedi papanın yedisi de Fransız’dır.” Papalığın Fransız krallarının tutsağı haline geldiği bu yıllarda iç karışıklıklar, entrikalar birbirini izler.

“Kilise aşırı ölçüde dünyevileşir ve siyasileşir. Pek çok rahip engizisyondan geçirilir.” Yazar, Abbatia Ranae (Kurbağa Manastırı) adlı eseriyle bu dönemden bize bir kesit aktarıyor ve kitabın sonlarında çöken karanlığın neden olduğu olaylar karşısında şunları söylüyor:

Son sözlerimi söylemeden önce belirtmek isterim ki, bu süreçte üstümüze çöken genel karanlıktan başka, bireysel trajediler de yaşandı. (…) Genel şeyleri anlatmak o kadar zor değil. Ama tek tek kardeşlerimizin çektiği acıları anlatmak insana ağır geliyor. (…) Kelimeler kifayetsiz kalıyor. Aslında anlatılacak hikâyeler değil, sadece yakılacak ağıtlar var.

Rahip Belaslatinas daha sonra tanıdığı bölüm başkanı bir hukukçu ile matematikçi bir rahibenin başına gelenleri anlatıyor. Bu kişiler sabaha karşı kaldıkları yerlerin etrafı silahlı adamlar tarafından sarılarak gözaltına alınıyorlar ve herkese yaptıkları gibi onlardan da secta’larını (mezhep, tarikat, hizip) değiştirip iktidarda bulunan kişinin (potestas ordinis) secta’sına geçmeleri ve bunun için de bir beyanname imzalamaları isteniyor, ama neredeyse herkes de reddediyor. Bunun üzerine yetkililer onları ikna için aracılar gönderiyor. Bu da bir işe yaramayınca rahibi karakola götürüp işkence ediyorlar. İşkencenin de bir sonuç vermediğini görünce onu angarya altında çalışmaya mahkûm ediyorlar. Bu cezası bitince de sürgün ediliyor ve rahip yaşamını küçük bir kasabada sürdürüyor.

Yazar matematikçi rahibeye ne olduğu konusunda bir şey anlatmıyor, ama “daha acılarına da şahit olduk” diyor ve yakılmaya götürülmeden önce bir rahibin hücresinin duvarına yazdığı şiiri aktarıyor:

Korkunç kötülük,
bana da bulaştın.
şimdi, hilelerine kurban giderek, çıplak sırtımı,
senin kötülüğüne teslim ediyorum.
Bana da karşı olan korkunç ve boş kader,
hep zorla beni
ektiler ve zedeler.
İşte şimdi, gecikmeden,
kes titreyen damarlarımı;
mademki karanlık
aydınlığı yener,
ağlasın herkes benimle![*]


[*] Dizeler Carmina Burana’daki “O Fortuna” şiirinden alınmıştır.