LEONARDO PADURA
çev. Volkan Ersoy Bilgi Yayınevi Ekim 2021 792 s.
Aylardır çalışma masasının bir köşesinde 792 sayfalık bir kitap duruyor. Bir yandan elim onu hiç bırakmak istemiyor, bir yandan yapılması gereken başka işler, okunması ve yazılması gereken başka kitaplar olduğu için bir türlü bitmiyor. Köpekleri Seven Adam’ı okurken okuduğum ve hakkında yazdığım diğer kitapların listesini yapabilirim. Bu arada kitap geçtiğimiz hafta ikinci baskıyı da yaptı, bu kadar kalın ve dolayısıyla pahalı bir kitap için gerçekten şaşırtıcı.
Leonardo Padura’nın yazdığı, İspanyolcadan Volkan Ersoy’un çevirdiği Köpekleri Seven Adam, 2021’in Ekim ayında Bilgi Yayınevi tarafından yayımlandı. 1955’te Havana’da doğan yazar, Havana Üniversitesi Latin Edebiyatı Bölümü’nden mezun. 1980’de araştırmacı gazetecilik yaparak öne çıkmış, ‘90’lara kadar kültürel ve tarihsel konularda makaleler yazmış. 1988’de başkahramanı polis dedektifi Mario Conde olan polisiyeler yazmaya başlayan Padura’nın kitapları pek çok dile çevrilmiş ve uluslararası ün kazanmış. Polisiye dışında aidiyet ve sürgünlük konularını tarihsel olaylarla birleştiren yazar, farklı zamanlara ait paralel hikâyeler anlattığı romanlarla yirmiyi aşkın edebiyat ödülüne ve Fransa’nın Sanat ve Edebiyat Nişanı’na layık görülmüş. Şu an Küba’da yaşıyor.
Leonardo Padura’nın 2009’da yayımlanan romanı Köpekleri Seven Adam (El Hombre Que Amaba A Los Perros) 19 dile çevrilmiş. Roman eleştirmenler tarafından yazarın bugüne kadarki en önemli eseri olarak görülüyor. 2015 yılında Asturias Prensesi Edebiyat Ödülü de dahil olmak üzere çok sayıda ödüle layık görülmüş.
Köpekleri Seven Adam, Troçki’nin 1940 yazında, Meksiko’da NKVD ajanı (İçişleri Halk Komiserliği, Sovyetler Birliği’nin “çeşitli meselelerini” idare eden devlet birimi) Ramón Mercader tarafından öldürülmesini anlatıyor. Troçki’nin Büyükada, Paris ve Meksika’daki sürgün yıllarını da aktaran eser hem siyasi gerilimi hem de polisiye tarzıyla oldukça etkileyici. Aynı zamanda tarihsel bir anlatı olan roman, hakkında yazılanlara göre kimi doğru sanılan yanlışları da düzeltiyor.
Bir liderden çok bir insan
Roman 1928’de Troçki’nin Stalin tarafından partiden ihraç edilmesiyle başlıyor. Önce Alma Ata’ya, sonra da 1929’da Büyükada’ya geliyor. Sürgünü yeterli görmeyen Stalin 1932 yılında Troçki’yi Sovyet vatandaşlığından çıkarıyor. Stalin, Troçki’nin peşini bırakmıyor, gittiği ülkelerde kendine yeni bir hayat kurmasını engelliyor. Fransa ve Norveç’te ikişer yıl geçiren Troçki, 1937 yılında Meksika’ya sığınıyor. Roman, 1940’ta katledilene kadar Troçki’nin hayat hikâyesinden tarihî kurgu içerisinde kesitler sunuyor. Cumhuriyetgazetesinde kitabın çevirmeni Padura, Volkan Ersoy ile yaptığı röportajda, Troçki konusundaki sessizliğin ve katilin Küba’da yaşayıp orada ölmesinin dikkatini çektiğini söylüyor.
1920’li yıllarda Stalin, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri, 1940’lı yıllarda Sovyetler Birliği Bakanlar Kurulu Başkanı. Çok yakından bildiğimiz bir tek adam rejimi. Bu kitap bir resmî tarih anlatmıyor, ötekinin tarihi üzerinden kuruluyor. Stalin döneminin kriminal olaylarını ele alıyor. Sovyet savaş suçları içerisinde Stalin’in hayli geniş bir yeri var. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önce, Stalin rejimi altında öldürülen insanların sayısını hesaplamaya çalışan araştırmacıların tahminleri 700 bin civarında.
“On beş yılı aşkın bir süre sonra, artık yirmi birinci yüzyıla girmişken ve SSCB çoktan ölmüş ve gömülmüşken bu fikri geliştirmeye sıra geldiğinde, yirminci yüzyılın en büyük ütopyasının, birçok kişinin umutlarını bağladığı, uğrunda birçoğumuzun hayallerini, yıllarını, hatta hayatlarını kaybettiği bu sürecin nasıl yoldan çıktığını ele almak için Troçki’nin öldürülmesinin hikâyesini kullanmak istedim.” (s. 783)
Sonunu bildiğimiz bir hikâyeyi anlatma riskini alıyor yazar. Bunun için de, detaylarını romanın sonsözünde anlattığı üzere yıllarca çalışıyor. Rus klasik romanları misali bir hayli uzun olan eserin yazılması yıllarca sürmüş, çevrilmesi kim bilir ne kadar sürmüştür… Bir romanın sonunu biliyorsak eğer, birazdan ne olacak gerginliğini bir köşeye bırakıp içindeki ayrıntıları keşfetmeye koyuluyoruz. Daha önce Troçki’nin hayat hikâyesini okumamış birisi olarak kimi detayları araştırmanın peşine beni de düşürdüğü bir gerçek. İnanıyorum ki, kişisel meraklarınız doğrultusunda siz de kitabın çeşitli yerlerini araştırmanın derdine düşeceksiniz.
Tuna Kiremitçi’nin, Oksijen’de Köpekleri Seven Adam’ı “Yılın En İyi Beş Polisiyesi” içinde göstermesi boşuna değil.
Troçki karısı Natalya Sedova ile Meksika'da: Onlara ünlü ressam Frida Kahlo ve ABD'nin Troçkist liderlerinden Max Shachtman eşlik ediyorlar. Ocak 1937.
Üç ayrı hikâyenin toplamından bir cinayete çıkıyor roman, son ânı bütün detaylarıyla görmeye çalışıyor yazar. Ramón Mercader’in 21 Ağustos 1940 günü Troçki’yi bir buz baltasıyla öldürmesine varıyor. Her üç hikâyenin de ana kahramanları köpekleri seven adamlar. Romanın hayalî tek kahramanı, yazar olmak isteyen ama hep hayal kırıklığına uğrayan Iván Cárdenas Maturell 1977 yılında, bir kumsalda bir yabancının onunla konuşmasıyla dinlemeye başlıyor Mercader’in hikâyesini. İvan’ın, Padura’nın kendi hayat hikâyesiyle örtüşen kimi özellikleri de mevcut. Bir kahraman olarak anlatılmıyor Troçki; idealleri uğruna çaba sarf eden ve bu yolda gitgide eli zayıflayan, yerinden yurdundan edilen, eşinin dostunun arkadaşlarının ölümlerine şahit olan ve hayatının uzun bir dönemini öfkeyle, yasla ve hayal kırıklıklarıyla geçiren bir adam. Bir liderden daha çok bir insan.
“Bu dev yapının temelleri çamurdandı ve sadece terör ve yalanlar sayesinde ayakta duruyordu. Troçki’nin kehanetleri gerçekleşmiş, Orwell’in fütürist ve hayal ürünü anlatısı 1984, tümüyle gerçekçi bir romana dönüşmüştü. Biz de burada, hiçbir şey bilmeden oturuyorduk... Yoksa bilmek mi istemiyorduk?” (s. 664)
“En az iki hayat öyküsü”
Ramón Mercader ise aklımızdan çıkmayan Rakel Dink cümlesiyle tanımlanabilir. “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.” Mercader’in vahşileşmesi tamamen sistemle mi, insanın karanlık tarafıyla mı, yoksa o uğruna ölünecek “dava” ile mi sorgulanmalı, bunu bilmiyorum. Uğruna bir insanı öldürdüğü ve yirmi yıl cezaevinde kaldığı davanın yalan olduğunu bir tarafıyla aslında o da biliyor. Padura’nın Cumhuriyet’teki röportajda söylediği gibi:
“Ramón Mercader’in kim olduğunu kimse bilmiyor. Mercader’in kendisinin de bildiğini sanmıyorum. En az iki hayat öyküsü, birden fazla adı ve hikâyesi olan bir adam… Bu çok zor bir şey olmalı.”
İvan, Troçki, Ramón bu romanın üç kahramanı. Üçü de hayal kırıklığını derinlemesine yaşayan insanlar. Hayatlarını, savundukları fikirler sonucunda, biraz ağır ama, heba ettiklerini bile söyleyebilirim. Leonardo Padura’nın romanı inandığınız düşünce uğruna neleri feda edebileceğinizi sorgulamanızı sağlıyor, bu başarısıyla dehşet verici olduğunu düşünüyorum. Hayatımızı ördüğümüz kimi kavramların arkasında pek çok insanın cenazesi olduğunu unutmamamız gerekiyor.
•