ARZU ARMAĞAN AKKANATLI, ARZU EYLEM, ARZU UÇAR, AYÇA ERKOL, BANU ÖZYÜREK, BERNA DURMAZ, ÇİLEM DİLBER, ESMAHAN DEVRAN İNCİ, FATMA NURAN AVCI, JALE SANCAK, KADER MENTEŞ BOLAT, MEVSİM YENİCE, MÜGE İPLİKÇİ, NESLİHAN YİĞİTLER, NURHAN SUERDEM, NİLÜFER ALTUNKAYA,
Yayına hazırlayan: Sevda Karadağ Çırak NotaBene Yayınları 2021 152 s.
Elde edilen tüm gelirin Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na bağışlandığı Kirpiğin Düşmesin Yere 19 yazarın mor öykülerinden oluşuyor.
“Soyut ve somut kolektif bir kadınlık haline tanık olduğumuz öyküler… Yaşadığımız dönemin sorunlarından etkilenen, bu etkiyle baş başa kalan ve üzerine düşünen anlatıcılar, kahramanlar imgelemlerinizi zenginleştirecek.” (Onur Bütün, Sunuş, s. 10)
Kirpiğin Düşmesin Yere kadın olmanın tanıdık varoluş sızısını yaşamdan kesitler halinde, bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçiriyor. Çabalayan, direnen, kolayını seçmeyen, var olmaya adanan, yaşama tutunan, bazen de gitmeyi seçen kadınların sesi olmak hayatı daha anlamlı kılıyor.
Mor Öyküler yaşamla hesaplaşan kadınların yanı başında, kelimelerin gücüyle dimdik duran öyküler. Yazmanın özgürleştirdiği kadınlardan dinlediğimiz bazen bir lodos, bazen de bir poyraz esintisiyle yanı başımızdaki insanların hikâyeleri. Kadın olduğumuz için değil, insan olduğumuz için yaşam hakkına ve diğer tüm haklara sahip olduğumuzu anlatan hayatın içinden, hepimizin öyküleri. Sesi duyulmayan kadınlara nefes olan anlatılar Mor Öyküler.
“Gider gelirim, bunda bir şey yok. Gidip gelemezsem de ucunda ölüm yok. Ucunda ölüm varsa zaten yapacak bir şey yok. Aman çok sıkıcıyım. Korkuyorum, korkunun ecele faydası yok. Bu yola girdim bir kere.”(Arzu Armağan Akkanatlı, “Işıkları Yakın”, s. 13)
Otogarlar, adliyeler, gece sokaktan gelen sesler, tanıdık rutinler, alışmaktan başka bir seçimin olmadığı yaşamlar, kadına diretilen kader… Çok tanıdık, bildik anlar, bir o kadar da uzakta olmasına rağmen ayak seslerini hemen arkamızda, hatta ensemizde duyduğumuz soluk alıp vermeler… O yollardan hepimizin koşarak geçtiği öyküler duymazdan gelemediğimiz çığlıkları, bazen de sessizce söylediğimiz ağıtları ve masallarımızı hatırlatıyor.
“Düğüm üstüne düğüm, bez üstüne bez. Ağacın kuru, ölü dalları neredeyse görünmez oldu. Biz de ölünce böyle olabilsek keşke diye düşündü Semiha. Bir zamanlar kol, bacak olan kemiklerimize rengârenk bezler bağlasalar ve umut olsak, neşe olsak, tekrar yaşam olsak.” (Ayça Erkol, “Dilek Ağacı”, s. 30)
Doğurganlıkla eş tutulan kadınlığa umut ve yaşam sembolü olmak gibi insanüstü özellikler atfedilmesi ikiyüzlülüğün aynadaki yansıması. Kirpiğin Yere Düşmesin bir yandan en temel insan haklarından mahrum bırakılan, bir yandan da yaşamın tüm yüklerini sırtına alan kadınları mor deniz dalgaları gibi terliğimizin ucuna kadar getiriyor. Kendini gerçekleştiren kehanetler olarak yaşamda var olan öykülerimizi ortak bir sesten dinlemek yeniden başlayabilmenin gücünü veriyor. Bilmek istemeyenler, ait hissetmemek için gözlerini kapatıp kendi karanlıklarında şaşırmanın, üzülmenin ve hiçbir şey yapmamanın hafifliğini yaşıyorlar. Oysa hayat bazen bir anda, bir masalda, rüyada ya da bir bekleme odasında devam ediyor.
“Bekleme odasında geçecek onu anlayamayacağım, onun da beni anlayamayacağı yarını, ondan sonraki günü, uzun yaşama eklenecek saniyeleri düşünüyorum, boğazıma yapışan el beni bırakmıyor. Nefessiz kalıyorum.” (Nurhan Suerdem, “Bekleme Odası”, s. 113)
Yazmak iyileştirirken bir yandan da özgürleşmenin yolunu açıyor, aydınlatıyor. Bu çok farklı kadınların birlikte yürüdüğü bir yol. Kirpiğin Düşmesin Yere - Mor Öyküler farklı kadınların birlikte ürettiği, güçlendiği, el verdiği, kendi dilini bularak sesini yükselttiği bir buluşma mekânı. Burada kadın kimliği acısının anonimliği “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!” haykırışlarıyla sağaltılıyor.
Yayında emeği geçenlere minnet duygusu ile eseri elimde tutarken içimdeki duygu bir sorumluluktan daha ağır. Tutunmak için çabalayan, yaşamın kenarında duranlar için henüz yaşam devam ediyorken “kirpiğin yere düşmesin kız kardeşim!” diyerek paylaşmaya, destek olmaya, birlikte güçlenerek devam etmek…
•