Kırık kalpler nerede tamir edilir?

Kırık Kalpler Kavanozu

Kırık Kalpler Kavanozu

JEAN-FRANÇOİS CHABAS

Çev.: Azade Aslan ON8 Kitap

“Her şeyi silip atmak isteseniz de, af dilemeyen birini affedemiyorsunuz. Özellikle de başkalarına yaptığı kötülükler için. Bazı insanlardan yalnızca uzaklaşmak gerekir, o kadar.” Kırık Kalpler Kavanozu, yaşam üstüne biraz düşünmenizi sağlayacak kitaplardan. Yaptığımız ya da bize yapılan yanlışları bir gün tamamen arkamızda bırakıp yürüyebilir miyiz? Yaralar gerçekten iyileşir mi? Geçmiş’i ne kadar geçmişte bırakabiliriz? Kötülerle, kötülükle nasıl mücadele ederiz? 

ESER DEMİRKAN

Luc Besson’un unutulmaz filmi Sevginin Gücü’nün 12 yaşındaki kahramanı Mathilda, Léon’a, şu sarsıcı soruyu sorar: “Hayat hep böyle zor mudur, yoksa sadece çocuk olduğunda mı böyle gelir?”

Kırık Kalpler Kavanozu’ndaki anlatıcılarımızdan ilki Jewel Fairhope, kitap boyunca büyümesine tanık olacağımız bir kız çocuğu. Esther adlı çok sevdiği küçük bir kız kardeşi var. Babaları iyi eğitimli, kibar görünümlü, işinde başarılı, opera dinleyen, toplumda saygın bir noter… İkinci anlatıcımız, Jewel’in annesi Grace, üniversitede dersler veren bir denizbilimci, gençliğinde ABD karmasına girmiş iyi bir yüzücü. “Annem aklıma geldiğinde onun, televizyonda dedikleri gibi modern bir kadın olduğunu düşünüyorum. Ben de modern bir kadın olacağım” diyor Jewel. İki katlı güzel bir evleri, üst düzey tanıdıkları var. Kızlar okula gidiyorlar, anne ve baba işlerine; pazarları da elbette ailece kiliseye…

Ne kadar da “mutlu” ve “sıradan” bir aile öyküsü değil mi? Sizce buradan iyi bir gençlik romanı çıkar mı? Tolstoy, Anna Karenina’nın giriş cümlesinde (Ergin Altay'ın Türkçesiyle) "Mutlu aileler birbirlerine benzerler. Her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır" diyor. Fairhope ailesinin mutsuzluğu da bir yanıyla kendine özgü, öte yandan tüm insanlığın bir yarasına dokunuyor: Aile içi şiddet.

Hep çok uzaklarda, şehirlerin kenar semtlerinde yaşandığını sandığımız; ekranların içinde, gazetelerin üçüncü sayfalarında görüp geçtiğimiz, “modern” ailelerde olmayacağını sandığımız: şiddet.

Yalnızca, erkek egemen toplum yapısı, din, töre, eğitimsizlik gibi sosyo-ekonomik etkenlerle açıklayamayacağımız: şiddet.

Dövüp, tekmelemekten, yaralamaktan, cinsel saldırıdan, öldürmekten ibaret sandığımız, görünürde hiçbir fiziksel boyutu olmadan ekonomik, sözlü, duygusal vb. birçok biçiminin varlığını göz ardı ettiğimiz: şiddet.

Yedi yaşındaki Jewel’in, kibar davranışlarıyla tanınan “saygın” babası, eşine ve kızına şiddet uygulayan ırkçı bir alkolik.

“Beni düşündüren şu: Babam noter, önemli bir iş bu, bakanınki kadar önemli. Çok büyük bir iş. Peki babam bu küfürleri orada nasıl ediyor? İşinde terbiyesiz görünemez. Sanırım, yalnızca evdeyken küfrediyor. Dayak için de aynı şey geçerli. İnsanlara vuramaz, çünkü bu başını belaya sokar. Bence karşısında annem ya da ben olmadığımızda korkuyor da.”

Annenin anlattığı bölümler yer yer bir akıl hastanesinde geçiyor. Orada birbirinden farklı öyküleri olan “delileri” izliyoruz. İyimser olmayın hemen, bizim “kibar” baba sorunlarını çözmek için tedavi falan görmüyor. O, “normal” yaşantısına devam ederken şiddet uyguladığı karısı sinir krizleri geçirdiği için akıl hastanesine tıkılıyor. Jewel için artık şiddeti paylaşacak bir anne yok. Grace içinse akıl hastanesinin mi, “dışarı”nın mı daha korkunç olduğu epey karışık bir soru. “Burada kimse bana vurmuyor, ilaçlar da ara sıra unutmamı sağlıyor… her şeyi. Acıları, pişmanlıkları, başarısızlıkları.”

Korumak istediği küçük kardeşi ve babasıyla yaşamak zorunda kalan Jewel’den ve akıl hastanesindeki anne Grace’ten ailenin 25 yıllık serüvenini dinliyoruz. “Okuyoruz” yazmam gerektiğinin farkındayım ama roman öyle bir içtenlikle ve iç konuşma üslubuyla akıyor ki, neredeyse anlatıcı anne-kızın seslerini duyuyorsunuz. (Azade Aslan tarafından ilk kez Türkçeye çevrilen yazar Jean-François Chabas, Fransız gençlik edebiyatının önemli adlarındanmış. Ve birçok kitabı Fransa Eğitim Bakanlığı listesinde yer alıyormuş.)

Baba yalnızca görünür yaralar açmıyor elbet… Ya, Jewel ve kardeşi Esther’in ruhlarına atılan tekmeler, yumruklar… “Hepimizin –yalnızca 15 yaşındayım ama söylediğim şeyden eminim– kesin söylüyorum, hepimizin kalbinde bir delik var. Ne bileyim, bir şeylerin eksik olduğu, tarif edebilmeyi çok isteyeceğimiz bir yer.”

Olayların akışına kendinizi kaptırıp Kırık Kalpler Kavanozu’nu soluk soluğa okurken bir yandan da aklınızda sorular uçuşuyor: Şiddetle nasıl mücadele edilir? Akıllı kim? Deli kim? Kabullenerek mi yaşamalı/ ölmeli, direnerek mi? “Aile” nedir? Kaderimse çekmeli(mi)yim… sorular, sorgulamalar… “’Armut dibine düşer.’ Bu cümle saçma ve tehlikeli. Bazıları içinse korkunç bir hüküm. Çünkü ben annemin ağacından çok uzağa düştüm.”

Kırık Kalpler Kavanozu, yaşam üstüne biraz düşünmenizi sağlayacak kitaplardan. Yaptığımız ya da bize yapılan yanlışları bir gün tamamen arkamızda bırakıp yürüyebilir miyiz? Yaralar gerçekten iyileşir mi? Geçmiş’i ne kadar geçmişte bırakabiliriz? Kötülerle, kötülükle nasıl mücadele ederiz? “Her şeyi silip atmak isteseniz de, af dilemeyen birini affedemiyorsunuz. Özellikle de başkalarına yaptığı kötülükler için. Bazı insanlardan yalnızca uzaklaşmak gerekir, o kadar.”

“Aşk” sandığımız, “terbiye” biçimi olarak gördüğümüz, “sabır” etiketiyle geçiştirdiğimiz her türlü şiddet üstüne durup düşünme zamanı…