SUN-Mİ-HWANG
çev. Sanem Üner Timaş Yayınları 2022 175 s.
İnsanlık ölmedi!
Güne Kore’nin en önemli yazarlarından, ilk kitabı Uçabileceğini Sanan Tavuk’la dünya gençlik edebiyatında önemli bir yer edinen Sun-Mi Hwang, son kitabı Kiraz Tepesindeki Mucize’yle, yaralı çocukluğunun intikamını parayla, güçle almak için eski mahallesine dönen Kang karakteri üzerinden, insanlığı tekrar kazanabilme umudunun konuşarak, dinleyerek, barışarak mümkün olabileceğini vaat ediyor.
Sun-Mi Hwang, Güney Kore’de hem çocukların hem de yetişkinlerin kitaplarını elinden bırakmadığı bir yazar. 1963 yılında doğan Hwang, ailesinin yoksulluğu sebebiyle ortaokula devam edememiş. Ancak bir öğretmenin kendisine sınıfın anahtarını vermesiyle canı istediği zaman sınıfa girerek tonla kitap hatmetmiş. Liseyi dışarıdan bitirme sınavlarıyla tamamlamış. Sonrasında Seul Sanat Enstitüsü’nde Yaratıcı Yazarlık bölümüne girmiş. Hwang, Chung-Ang Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptıktan sonra kendisini tüm dünyada büyük üne kavuşturacak ilk kitabı Uçabileceğini Hayal Eden Tavuk’u yayınlamış. Bu kitapla Hayvan Çiftliği, Charlotte’un Sevgi Ağı gibi klasiklerle birlikte anılmış, on yılı aşkın bir süre Güney Kore’de çok satanlar listesinde kalmış ve ülkenin en büyük bütçeli animasyonuna da ilham kaynağı olmuş. Sun-Mi Hwang şimdi de Timaş Yayınları etiketiyle yayınlanan Kiraz Tepesindeki Mucize ile bir kez daha Türkiyeli okurlarıyla buluşuyor.
Kitap Hwang’ın aktardığına göre yazarın yazarlık serüveninde kendi için bir ilki oluşturuyor. Zira yazma işini gündelik bir rutin olarak gören Hwang, Kiraz Tepesindeki Mucize’yi yazmak için dört aylığına Viyana’ya kapanmış. Evet, şehir belki bir kitap yazmak için ‘kapanmaya’ pek müsait değil gibi görünse de, dilini hiç bilmediği, kimseyi tanımadığı bir yerde, üstelik sadece tek bir ‘iş’ için kendini oraya zincirlemesi, mekân cennetten bir köşe de olsa yazarı hayli zorlamıştır. İçinde bulunduğu durumdaki kurtarıcısı ise 1786-1856 yılları arasında Joseon Hanedanı döneminde yaşamış, Jeju adasına sürgüne gönderildiğine kendi kaligrafi biçimini yaratan Kim Jeong-hui olmuş. Ve bir de sandalye… Sun-Mi Hwang’ın bir ağacın altında gördüğü ve ona sefalet içinde ölen babasını hatırlatan bu sandalye, tam beş çocuk eskittikten sonra yoksulluktan babasına kalmış. Yazar kitapta bu sandalyeye de ufak bir selam yollamış.
Kitabın konusuna gelecek olursak… Yazar Hwang sadece bir otobüsün geçtiği, o otobüsün de son durağı olan Kiraz Tepesi’nde ağırlamaya başlıyor bizi. Gariban bir mahalle olan, çocukların top koşturduğu, esnafın sinek avladığı bir yer burası. Kodamanın birisi de ‘kentsel dönüşüm’ adı altında mahalleyi ince ince kapatıyor (tanıdık geldi sanki). Yeni yapılan apartmanlar yüzünden birçok kiraz ağacı kesilmiş. Yani Kiraz Tepesi sadece dillerde yaşıyor burada. Evlerin terasında “Hırsızlığa son! Yaşam alanımızı elimizden alamazsınız!” pankartları asılı. Çok yüksekte kaldığı ve ancak yüzlerce basamak çıkarak ulaşılabilen Kiraz Tepesi’ne bir gün Kang isimli bir yabancı geliyor. Mahallenin ileri geleni olduğunu öne süren ama bir nevi muhtar olan bakkal Jang kimdir, nedir diye sorular yöneltiyor. Ev bakıyorsa emlakçının kendisine yardımcı olabileceğini söylüyor ama ortama ‘yabani’ Kang pek pas vermeden asıl mekânına, yani Kiraz Tepesi’nin en yüksek yerindeki özel mülkün içinde yer alan evine gidiyor. Kang evin kılına zarar gelmemesi için her türlü korumayı sağlayacak bir firmayla anlaşma yapmış, ancak uzun süredir kimse yaşamadığı için mahallelinin rahatça kullandığı, sebze ekip biçtiği, çocukların oynadığı, horozların öttüğü bir yer haline gelmiş. Bu durumdan rahatsız olan Kang, asistanından eve kimsenin girmemesi, hayvanların defedilmesi için dikenli tellerden tutun, güvenlik kameralarının yerleştirilmesine ve girene yüklü miktarda para kesilmesine kadar türlü önlemler almasını istiyor. Ancak mahalleli eve çıkan her yolu bildiği için bu tedbirler bir işe yaramıyor. Kang, zaman geçtikçe mahalle eşrafından çoluk çocuk, genç yaşlı birçok kişiyle evde karşılaşıp onların hikâyelerini dinlemesiyle huysuz ihtiyarlığı ve beynindeki tümörü bir yana bırakıp onlara alışmaya, onlarla diyalog kurmaya başlıyor.
İlerleyen sayfalarda yer olduğunu öğreniyoruz ve Kang’ın bu eve dair hatıraları hiç de parlak değil. Annesini erken yaşta kaybeden Kang, zamanında babasıyla bu evin işlerini görüp, müştemilatta kalarak sefalet içinde yaşamını sürdürmeye çalışırken, babası evin zengin kız çocuğuna salıncak yaparken ağaçtan düşüp ölmüş. Kang da evlatlık verilerek Amerika’ya gönderilmiş. Ve otuz yıl öncesinin ‘fakir ama gururlu çocuğu’ artık tüm mekânın sahibi olarak Kiraz Tepesi’ne dönmüş. Kang dönüşünü aslında beynindeki tümör sebebiyle kalan vaktini sakin bir yerde yaşama istemesine bağlasa da, çocukluğunda burasının ona yaşattığı cehennem azabı günlerinin intikamını alma hevesi onun asıl derdi. Çünkü Kiraz Tepesi’nde kimse ona iyi davranmamış. Mahallenin çocukları tarafından şiddet görmüş, çalıştığı evin şımarık kızı önünde diz çökmesini istemiş, sefalet zaten diz boyuymuş… Kang’ın ve kitabın sırrı da işte bu ‘intikam’ meselesinde yatıyor. O yüzden çok kurcalamayıp mevzuyu toparlayalım.
Sun-Mi Hwang, Kiraz Tepesindeki Mucize’de, hayatı boyunca çocukluğunun kanamaya devam eden yarasını dindiremeyen Kang’ın, ona o berbat günleri yaşatan mahalleden intikamını parayla, güçle almak istemesinin öyküsünü anlatırken, Kang’ın aslında kendine ne kadar yabancılaştığını da özellikle mahalleliyle yaşadıklarıyla beraber gün yüzüne çıkarıyor.
Kang’ın mahalleliyle barış adımları atması onu kendi içine bir yolculuğa çıkarırken herkesin hak ettiği bir şans daha olduğunu, konuşarak, diyalog kurarak, barışarak, onarılması güç gibi görünen şeylerin o kadar da zor olmadığının altını çiziyor. Hwang’ın kitabın sonlarında her sayfaya sığdırdığı ters köşeler ise okurun kafasında bir yapboz haline gelerek yazanı da, oynayanı da, okuyanı da ‘iyilik’ paydasında buluşturuyor.
•