Keziban’a Mektuplar ya da düzyazıları okumak!

Keziban'a-Mektuplar

Keziban’a Mektuplar

NURULLAH ATAÇ

Hazırlayan: Mehmet Can Doğan Yapı Kredi Yayınları 2020 200 s.

Cemal Süreya’nın toplu şiirleri Sevda Sözleri, neredeyse 80. baskıya ulaşmış. Oysa şairin düzyazıları en fazla 9. baskıya gelebilmiş. Peki, bir şair için “Şiirini okuduk, yeter” anlayışı mantıklı mıdır? Bu kadar çok şair varken, şiirle ilgili düzyazı metinlerin komik satış adetlerinde kalması, acınası bir durum değil midir?

YİĞİT KERİM ARSLAN

Bugüne kadar adını andığımız, şiirlerini döne döne okuduğumuz şairler kendinden önceki şairlerin metinleriyle ilgilenmiş; hatta onları onaylayan ya da reddeden metinler kaleme almışlardır. Bu şairlerin şiirlerinde de geçmişle yakından ilgilendiklerini görebiliriz. Örneğin Behçet Necatigil şiirin duygu ve düşünceden çok, kültürel bir birikimle yazılabileceğini söylemiştir. Necatigil’in öğrencisi Hilmi Yavuz onun eserlerini yayıma hazırlamış, çizgisini takip etmiştir. Bununla kalmayıp geçen senenin Kasım ayında Behçet Hoca isimli bir kitap yayımlamış, 83 yaşındayken bile Necatigil’in peşini bırakmamıştır. Hakeza Ebubekir Eroğlu, gelenekle ilgili incelemeler ve denemeler yazmıştır.

Edebiyatımızın geçmişiyle ilgilenmek demek geçmişteki gibi yazmak, eski şairleri taklit etmek demek değildir. Birçok şairin geleneğe, geçmişe bakışı farklıdır. Geleneği reddetmek, değillemek de geleneğe dahildir, onunla –tersinden de olsa-bir bağdır. Şimdiye geldiğimizde ise kendinden öncekilerin metinlerini, tartışmalarını okumadan; dönemleri-kuşakları yeterince idrak edemeden kuşaklaşmaya çalışan birtakım toplulukları görüyoruz.

Ben kendi adıma, şairlerin düzyazılarını okumaya özen gösteriyorum: Ahmed Haşim, Behçet Necatigil, Cemal Süreya… Ayrıca şiir ve edebiyat üzerine yazan Mehmet Rifat, Doğan Hızlan gibi yazarları da. Bunlardan biri de elbette Nurullah Ataç. Kitap-lık dergisi 211. sayısında kendisini dosya konusu yaptı. Kısa bir süre sonra da Yapı Kredi Yayınları’ndan Keziban’a Mektuplar isimli eseri yayımlandı. Ataç, Keziban hakkında şöyle diyor:

“Andre Jid’in bir cümlesini okurken seni yine hatırladım: ‘…Hayali bir Anjel’e mektuplar yazardım.’ Neden itiraf etmeyeyim? Ben de, Jid’den özenerek bir Keziban tahayyül etmiştim.”  

Kitabı yayıma hazırlayan şair-akademisyen Mehmet Can Doğan ise Keziban’ın mahiyetini –neliğini– yine Ataç’ın yazılarından yola çıkarak netleştirmeye çalışıyor. Şöyle diyor Doğan:

“Keziban; taşranın, köyün göstergesidir. Ataç, bütün muhayyel figürlerine taşrayı, kötü işaret eden adlar vermiştir. (…) Taşranın, köyün göstergesi olmakla birlikte şehirli bilinç taşıyan muhayyel figürlerin ilki durumundaki Keziban, 1920’li ve 1930’lu yılların kültürel ortamında yapıbozumcu bir figür olarak belirir. Böyle algılanmadığı durumlarda ise Anadolu’nun simgesidir ve bu kabulle “memleket edebiyatı” yönelişinde belli bir karşılığı vardır. Halide Edib Adıvar’ın Ateşten Gömlek’indeki Kezban, yukarıdaki göstergelerin hepsini karşılar”.

Derginin ilerleyen sayfalarında Oğuz Demiralp, “Ataç ile Tanpınar” isimli yazısında bu iki edebiyatçının dostluğunu, atışmalarını ve kavgalarını yazıyor. Bu yazı, çoğu edebiyatçıda gördüğümüz geçimsiz hâlin –Ahmed Hâşim, Yahya Kemal vb.– Ataç ve Tanpınar’da da olduğunu gösteriyor. Yazıda geçtiği üzere Ataç, Diyelim isimli kitabında Tanpınar için ağır bir eleştiri yapıyor:

“Uzun tümcelerin de bir tadı, bir güzelliği olduğunu bilirim, düşüncenin birtakım inceliklerini belirtmeğe yaradıkları gibi dalga dalga bir uyumla (ahenkle) salını salını ilerliyenleri de vardır, Bay Hamdi Tanpınar düşlerinde görür onları…”

Tanpınar ise tam tersi, bu atışmalara duygusal değil objektif bir biçimde giriyor: (Başka bir tartışma üzerine) “Nurullah Ataç haklıdır: İstikbâlin san’at tarihinde bu devrin adı Hâşim devridir” diyerek onu onaylıyor. Demiralp ise bu durum için şunlharı söylüyor dergide:

“Hemen söyleyeyim. Tanpınar yazısında olgun bir insan, üst bir sanat ve düşünce adamı izlenimi vermektedir. Ataç usun, Tanpınar ise duygunun adamı diye bilinir, kabaca. Bu kez nitelikler değişmiş gibidir. Ataç’ın usundan çok duygularının yönlendirdiği anlaşılan olumsuz yaklaşımına Tanpınar gerçekten uslu (iki anlamda) yanıt vermekte, Ataç’ı nesnel, yani yazınsal açıdan değerlendirmeye çalışmaktadır.”

Yazılar Kitap-lık dergisinin 211. sayısından okunabilir. Ben, Kitap-lık’ta bu yazıları okuyunca Ataç’ın kitabını almaya daha bir heveslendim. Kitabı kısa süre içinde edindim ve bir çırpıda okudum. Ataç’ın yazıları –her ne kadar deneme türünde olsa da– zihin açıcı eleştiriler barındırıyor: Nazım Hikmet’in Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri şiiri için şöyle diyor:

“Bir gün Franz Liszt, piyano çalmakta kendisi kadar mahir olmayan Wagner ile alay ediyormuş; Wagner öfkelenip kalkmış ve: ‘Efendi, ben piyano değil orkestra çalarım!” demiş. Nâzım Hikmet de orkestrayı bırakınca acemileşiveriyor. Piyanoyu kırmaktan o kadar korkmuş ki parmaklarını iyice bastıramıyor (…)”

Kitaptan daha fazla alıntı yapmam doğru olmaz ama Ataç –Keziban’a yazarken bile– bugün “eleştiri” adı altında yazılan yazılardan daha nitelikli yapıyor işini. Sanatın samimiyeti hakkında mükemmel bir sorgulama gerçekleştiriyor. Kitap eski şiirimizden modern şiire, bir ışık tutuyor bizlere.

Özenli çalışmaları için kitabı hazırlayan Mehmet Can Doğan, editör Murat Yalçın ve düzeltmen Filiz Özkan başta olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ediyor ve “düzyazı”ya gereken önemi vereceğimizi umuyorum.

 •