ZADIE SMITH
Everest Yayınları Çev: Özlem Gayretli Sevim
Günümüzün kölelik düzeni öyle kanıksanmış ki kişinin kendini köle olarak görmesine de müsaade etmiyor. Zadie Smith’in hikâyesinin kahramanı da köleliğini içselleştirmiş bir kadın: Fatou.
İnsanlık tarihinin karanlık bir lekesi kölelik. Ve yakın bir tarihe kadar açıktan sürmekte olan bu utanç şimdilerde örtük bir biçimde ruhumuza sızmış durumda. Kim bilir, belki siz de bir köle sahibisinizdir ya da belki de bir köle. Peki siz kendinizi köle olarak görüyor musunuz? Hayır mı? Bir daha düşünün.
Zadie Smith’in Everest Yayınları etiketiyle çıkan yeni öyküsü Kamboçya Elçiliği yazarın kökleriyle yaşadığı ilişkinin en son halkası. Jamaikalı bir anneyle İngiliz bir babanın çocuğu olan Smith’in melez ruhunun köklerine doğru çıktığı ilk yolculuk değil bu. İnci Gibi Dişler’den bu yana yazar kökeniyle kurduğu bağı yapıtlarına da aktarmaktan geri durmuyor. Bu durumun Zadie Smith’e kendine has bir tarz kattığını da söylemek mümkün. Kamboçya Elçiliği ile yazar aynı zamanda yüzyılımızın henüz kapanmamış bir yarası olan kölelik mevzusuna da içten bir bakış atıyor. Günümüzün kölelik düzeni öyle kanıksanmış ki kişinin kendini köle olarak görmesine de müsaade etmiyor. Zadie Smith’in hikâyesinin kahramanı da köleliğini içselleştirmiş bir kadın: Fatou. Afrikalı bu genç kadın gittiği her yerde ortalığı çekip çeviren görünmez bir el. Bir insan değil, bir kişi değil. İşlerini gördüğü bu beyaz insanlar için bir araçtan öte değil o. Fakat o kendini yine de gazetede gördüğü Sudanlı kız kadar kötü durumda görmüyor. Her ne kadar onun da pasaportuna el konmuş olsa da o en azından dışarı çıkabiliyor. Hatta ev sahiplerinden aşırdığı kartlarla yüzmeye bile gidebiliyor. Hayır, o bir köle değil. En azından kendini bir köle olarak görmüyor. Bam güm! Düzen sürüyor. Bam güm. Kölelik içimize işliyor. Bam. Güm.
Peki siz kendinizi köle olarak görüyor musunuz? Ya da bir efendi olarak? Hayır mı? Bir daha düşünün. Evinize aldığınız kaçak Moldov bakıcıdan günden güne artan beklentilerinizi ya da hak ettiğinizin çok altında maaşlara çalışmak zorunda kaldığınız uzun saatleri düşünün. Kimse kimlik kartınıza el koymadıysa bile kimliğinizin bir araca indirgendiğini hissetmiyor musunuz hiç? Dışarıda sizinle aynı işi, üstelik daha düşük ücretlerle yapmayı bekleyen birçok başka makine daha var. Siz bir çarkın dişlisi, belki de bir yedek parçasınız. Ve onlar ancak sizinle işleri bittiğinde gitmenize izin verecekler. Ne de olsa zincirinizin uzun tutulmuş olması boynunuza bağlı bir zincir olduğu gerçeğini değiştirmez. Emrinizde çalışanların zincirlerini uzun tutmuş olmanız da onları zincire vurduğunuz gerçeğini değiştirmez. Bam güm. Top iki oyuncu arasında durmaksızın gidip geliyor. Bam güm. Roller durmadan değişiyor. Bam güm. Bir an efendiyken bir an sonra köleyiz. Bam. Güm. Bam. Güm.
Zadie Smith’in 60 sayfaya sığdırdığı derinlikli ve yalın metni bana tam olarak bunları düşündürdü. Şükür kültürünün yaygın olduğu bir kültürde büyümüş bir kadın olarak, midesi almasa da ağzına o son lokma tıkıştırılırken kendinden kötü durumdakileri düşünmesi telkin edilen bir birey olarak şunu dillendirmeden edemiyorum: Şükran güzeldir, çok güzeldir. Ama yerinde bir isyan da bir o kadar güzeldir.