BARRY SANDERS
çev. Kemal Atakay Ayrıntı Yayınları 2019 310 s.
"Gülmenin pratiğini Barry Sanders, Kahkahanın Zaferi adlı kitabında yoğunluğu hiç azalmayan, bir o kadar girift ve eğlenceli bir dille ve zengin örneklerle önümüze seriyor. Kahkahanın Zaferi gülmenin bir nevi arkeolojik kazısı. İsrailoğullarının tanrısından başlayıp, Antikçağ, Ortaçağ, Rönesans ve Aydınlanmayı içererek günümüze, Freud’a, stand-up komediye kadar uzanan zenginlikte bir eser sözünü ettiğimiz..."
Gülme insan doğasının bir parçası olmasaydı, onu muhtemelen icat etmek zorunda kalırdık. Gülmenin icat edilip edilemeyeceği de ayrı bir konu tabii.
Gülmek bir ihtiyaçtan kaynaklanır. İhtiyacın ise icatların anası olduğunu biliriz. Kahkahasız bir yeryüzünün çölden farkı kalmazdı.
“Elbette, yüksek sesli bir kahkaha dünya yüzünde duyulmuş ilk el ateşti. Yürekten bir gülüş, deyim yerindeyse, boraların hızına erişebilir, saçma savları yıkabilir ve yolu üzerinde durma budalalığını gösteren sağlam hasımlarını devirebilir… Tek söz söylemeden, bir kahkaha en büyük zorbanın tehditlerinde gedik açabilir ya da en can sıkıcı kimseleri yola getirebilir… Tehlikeli bir iştir bu gülme işi.” (Kahkahanın Zaferi, s. 32-33)
İnsan sanatı ne amaçla yarattıysa, gülmeyi de o amaçla ‘icat’ etti. İnsanın tarihi, bir bakıma yeryüzüne, onun neden olduğu acılara katlanma araçlarını bulmanın veya yaratmanın tarihi gibidir. Din de bir teselli aracıdır, bütün mitolojik öyküler de, edebiyat da. İnsan kendi yarattığı öykülere sığındığı kadar kahkahasına da sığındı. Hayat yumuşatılmaya her zaman muhtaç oldu. İnsan ruhu acı çekmenin son sınırına gelip dayandığında çoğu zaman önü alınamaz gülme fırtınasının içinde bulur kendini. Bu, ruhun acıya itirazı veya isyanıdır. Hem zaten kahkahanın acıda, acının ise kahkahada kendini sakladığını bütün edebiyat tarihi ve ozanlar söylemez mi? Halk arasında “çok güldün, başına bir iş gelecek” denir. Başa geleceği söylenen “iş” belki bir acı, belki acıyı da aşan bir felakettir.
Hayatın kabuğu serttir, bir kafes gibi kuşatır insanı içinde. Gülme, kısa ömürlü de olsa küçük kanatlar takar insanın omuzlarına. İnsanlar efkârlı hallerinin sonunda attığı bir kahkahayla “kuş gibi hafifledim” der. İnsan güldüğünde kafes anlamını yitirir. Bir taze soluk gibidir içten gelen bir kahkaha. Belki ölüme bir çare değildir ama yaşıyor olmanın en sahici duygusu olduğunu da kimse inkâr edemez.
Gülme aynı zamanda umut ve canlılık belirtisi olduğu içindir ki, iktidarı elinde bulunduranları tedirgin eder. Kendinden emin ve canlı bir gülüş iktidara sadece kofluğunu değil, geçiciliğini de hatırlatır çünkü. Tekdüze ve ruhsuz binalarıyla, dağ gibi resmî evraklarıyla, insanları hiçleştiren buyruklarıyla, putların kılık değiştirmiş halinden başka bir anlama gelmeyen heykelleriyle, suratından düşen bin parça yüzüyle iktidar, bir umutsuzluk örgütlenmesi olduğunun bilinmesini istemez. Gülünç derecede ciddi olması nedensiz değildir. Ciddilik bir maskedir sadece. İktidar gizlenebildiği kadar vardır. Kendisini bir esrar perdesinin arkasında ne kadar gizlerse o kadar güçlü göründüğünü hesaplar. Kendini en çok gizleyenler hiç gülmeyenlerdir. Bir diktatörün gülen bir fotoğrafı mumla aransa bulunamaz. Güldüğünde, etrafına ördüğü o sahte halenin bir çırpıda dağılacağını çok iyi bilir çünkü. İktidarın dünyasında gülmek kadıncadır ve kadın da zaten güçsüzlük simgesidir. Ona ancak hükmedilir. Tabii gülmesini de bastırarak… Neredeyse bütün tarih bunun kanıtıdır. Baskıyla gülme arasındaki ilişkinin ne olduğunu anlamak isteyenler kadının tarihine baksın, yeter.
Gülmek aynı zamanda sanıldığı gibi sadece neşeli hallerin dışavurumu değil, ruhu bunaltan her şeye karşı biçim değiştirmiş bir itiraz ve direniştir. Gülmenin kaynağında çoğu zaman derin kederlerin olduğunu düşünmek belki de pek işine gelmez insanın. Gülmeksizin iktidara katlanmak imkânsızdır. Bir hükmedicinin suratına dikkatlice bakın. Orada gülmeye ebediyen kapatılmış bir kapıdan başka bir şey görünmez. İktidar bizzat insanın kendisine kapalıdır. Onun için en iyi insan tarih dışına itilmiş insandır.
Bir şiddet aygıtı olan devlet bir hiçleştirme fabrikası gibi çalışır. Tarih dışına itilmiş bireyleri yönetmek dünyanın en kolay işidir.
Gülmek işte tam da burada birey olmaya ve yapılmasında kendisinin de katkısının olduğu tarihe tutunmaya yarar. Gülmek ‘saygısızların’ işidir. Neye karşı ‘saygı’ talep edildiğini az çok tahmin edebiliriz. İktidar söz konusu olduğunda ‘saygı’nın anlamı boyun eğmek, güç karşısında sonsuz biat etmektir.
Rebelias’ın Gargantua adlı eserinde rahiplerin bunaltıcı yönetimine karşı saygısızca gülmelerle katlanıldığını görürüz. Koyu bir baskı altında inleyen geniş insan yığınları, inanç adına dinin dogmalarıyla uyuşturulan köylüler, öbür dünya ve cehennem tehditlerine karşı dünyeviliği, tıka basa yiyip içmeyi, geğirmeyi, cinsel hazzı, maddi dünyanın diğer zevklerini, en önemlisi de kahkahayı içinde barındıran karnavallarda geçici de olsa bir nefes almayı ve teselliyi arar. Çatılmış kaşlarla ya da öfkeli bir suratla hükmedicilere ‘eşek’ demenin ne kadar tehlikeli olduğunu bilecek kadar hayat tecrübesi vardır insanların. Ama bir karnavalda veya kahkaha eşliğinde bunu rahatlıkla söylerler. Gülmenin sihirli bir koruyuculuğu vardır çünkü.
İktidarın yüzüne gülmek son tahlilde politik bir eylemdir. Eğer gülmek doğasında yıkıcı özellikler barındırmasaydı, iktidarlar bunu hiç umursamazdı. İktidar, gülmenin karşısında, sineklerin çıldırtıcı saldırılarına maruz kalan bir at kadar çaresizdir. Bunun nedeni şudur: İktidar bütün örgütlenmesi ve uygulamalarıyla aslında insan doğası söz konusu olduğunda gülünçtür. Ama bu da toplumun yönetilmeye muhtaç olması kadar kaçınılmazdır.
İktidarın gülünçlüğü mizah veya gülme karşısındaki çaresizliğinden kaynaklanır. Gülmeye gülmeyle karşılık verecek yeteneği yoktur çünkü. Zaten gülünecek bir durumda olan, karşı saldırı anlamında nasıl bir mizah üretebilir ki? İktidar daha baştan gülme karşısında kaybeder. Haklılığı yoktur. Zaten yasaların varlığı, o yasaları yapanların haksızlığının delilidir. Yasa, haksızca elde edileni güçle, zorla, meşruiyet kılıfıyla muhafaza etmek için yapılmıştır. İktidar da zaten yasaların toplamından başka bir şey değildir.
İktidar gülme karşısında öfkelendiğinde bir çare üretmez, gülünesi hallerine sadece yenilerini ekler. Koca bir devlet örgütlenmesi, Aziz Nesin’lerin, Sabahattin Ali’lerin çıkardığı Marko Paşa adlı mizah dergisinin karşısında çareyi dergiyi sürekli kapatmakta bulur. Aziz Nesin’in defalarca hangi gerekçelerle kovuşturmaya uğrayıp hapsedildiğini incelemek bile başlı başına ilginç bir konudur. Abdülhamit’in burnuyla alay ediliyor diye Osmanlı hafiye teşkilatının yazılan yazılarda ‘burun’ avına çıktığını herkes bilir. 1989 yılında “Çekoslovakya’daki bir yeraltı dergisinin yayın yönetmeni “devlete karşı insanları kışkırtma suçundan” hapis cezası alır. Nedeni “perestroika hakkında espri yapma cesareti göstermek!”
Espriye espriyle karşılık veren bir iktidarı veya devleti hayal edebilir miyiz peki? Edebiliriz. Ne zaman? İktidar ve devlet olmadığında tabii!
Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında Nietzsche şöyle der: “… hiç olmazsa bir kahkahanın eşlik etmediği her hakikati sahte saymalıyız.”
Barry Sanders
Değinmeler biçiminde geçtiğimiz gülmenin pratiğini, Barry Sanders, Kahkahanın Zaferi adlı kitabında yoğunluğu hiç azalmayan, bir o kadar girift ve eğlenceli bir dille ve zengin örneklerle önümüze seriyor. Kahkahanın Zaferi gülmenin bir nevi arkeolojik kazısı. İsrailoğullarının tanrısından başlayıp, Antikçağ, Ortaçağ, Rönesans ve Aydınlanmayı içererek günümüze, Freud’a, stand-up komediye kadar uzanan zenginlikte bir eser sözünü ettiğimiz. Edebiyatın da kökeninde gülmenin olduğunu şu cümleyle anlatıyor Sanders:
“Edebiyatın kökleri, çok çalışma, gözden geçirme ve ciddi betimlemede değildir. Edebiyat daha çok, bir spor gibi, oyun ve alaycı konuşmadan, esprilerden ve neşeli konuşmalardan doğup gelişmiştir.”
Ama içinde gülmenin, neşenin, sahici coşkunun olduğu hiçbir etkinlik kendine halihazırda gelişip serpileceği özgür bir alan bulamamıştır. Bu alanı ancak yaratarak var olabilmiştir. Çünkü gülmek bozguncu olmayı içerir doğasında. İktidarlar gülmeyi çanlarına ot tıkmak olarak anlamışlardır her zaman. Bu hususta iktidarların en büyük can simitlerinden biri dinsel dogmalardır. Kahkahanın Zaferi, bunun tarih boyunca toplumlarda aldığı biçimin izini sürerek, Eski Ahit’te Tanrı’nın kaç kez güldüğüne kadar götürür bizi.
İktidarlar bize ağırbaşlılığı, ciddiliği telkin eder hep. Bununla da yetinmez, bunları zorla aşılamaya çalışır. Gülme her çağda bir tehdit olarak görülmüştür. “Karı gibi ne gülüyorsun?” biçiminde günlük hayatta sıkça karşımıza çıkan nitelemelerin de gösterdiği gibi, iktidar olmanın öncelikli yolu, tarih boyunca aşağılanan, ikinci sınıf muamelesi gören, hatta cadı diye yakılan, şeytanlaştırılan kadının üstünde kurulan eril ve siyasal egemenliktir. Kadın da tıpkı onunla özdeş kılınan gülme pratiği kadar yıkıcı ve tehlikelidir iktidarın gözünde. Deyim uygunsa ‘yeraltına’ itilen kadının belki de biricik silahı ve savunma mekanizması gülmektir. O gülmenin arkasında birikmiş kocaman paslı bir tarih, insan yerine konmamışlığın alaycı hıncı ve meydan okumanın verdiği bir rahatlık vardır aslında.
Bu yazıyı Kahkahanın Zaferi’nin arka kapağındaki şu sözlerle noktalamak istiyorum:
“Tarih boyunca durmadan anlam değiştirmiş olsa da Sanders’a göre kahkaha her zaman ‘köylülerin ve kadınların’ dünyasıyla bağlantılı olmuştur; gülme aslında bir ‘yeraltı hareketi’dir, sesini duyuramayanların sesidir. Kahkaha, bayağılık ile erdemi, cennetlik ile cehennemliği, görgülü ve incelmiş sınıflar ile kaba saba, yontulmamış güruhları birbirinden ayırt etmenin anahtarı olmuş, hatta giderek, gülme heveslileri (‘çatlaklar’, ‘toplum kaçkınları’) toplumun suçluları gibi görülmeye başlanmıştır.”
•